top of page

Saklı Görüşmeler X


Saklı Görüşmeler, Mine Kaplangı'nın güncel sanat alanında aktif rol oynayan kişilerle yaptığı beklenmedik görüşmeler sırasında onlara ansızın yönelttiği tuhaf sorulara verdikleri cevapları derliyor ve her ayın son günü yayınlanıyor. Serinin onuncu röportajında Mustafa Kemal Yurttaş ve Aslı Dinç’ten oluşan AslieMk performans ikilisini ağırlıyoruz

Saklı görüşmeler serisinin onuncusu performans ikilisi AslieMk (Mustafa Kemal Yurttaş ve Aslı Dinç) ile Kadıköy’de Mustafa’nın ev - atölyesinde buluştuğumuz bir günden geliyor. İkili bu aralar devam eden performans serileri 8’den Post üzerinde çalışıyorlar. AslieMk’nin tüm çalışmalarını ve yeni projelerini websitesinden takip edebilirsiniz.

AslieMk’i bir başkasına anlatmak için hangi iki kavramı/terimi seçerdiniz?

A: Kalıntı/lar, oyunsal

M: Deney, açık

Şu ana kadar performans sanatı üzerine duyduğunuz en iyi tanımı kimden duydunuz?

A: Simge Burhanoğlu’nun 28 günlük performans sürecini ‘canlı süreç’ olarak tanımlaması diyebilirim. Her birimizin içine sinmişti performans yerine canlı süreç diyebilmek, bu şekilde tanımlayabilmek...

M: Aslı’nın bir röportajda AslieMk ile kendimizi, kendi üretim ve düşünme yöntemlerimizi samimi bir şekilde ifade ediyoruz, herkese açık hale getiriyoruz ve performanslar tüm yaptıklarımızın doğal bir uzantısı oluyor demesi çok iyi bir tanımlamaydı, o samimiyet vurgusu önemli.

Sizce live art ve performans sanatı arasında ne gibi bir fark var?

A: Bunu kendi pratiğimizden üzerinden anlatabiliriz sanırım. AslieMk olarak, Aslı ve Mustafa dışında üçüncü bir şey yaratmaya, o anda deneyimlemeye ve kalıntılarını oluşturmaya odaklanıyoruz. Bu nedenle canlı sanat -live art- tanımı bize hep daha yakın geliyor.

M: Evet, kalıntıyı bırakabilmek aslında o süreçten sonra, kalıntı her zaman yeniden yorumlayabileceğimiz bir potansiyel aslında. Performansın ana vurgusu hep o an orada olmak ama canlı sanatta sanırım sonradan da okunabilecek, kalıntıların incelenebileceği bir durum var.

..... değil de .... daha çok zaman ayırın.

A: Gürültüyü değil de kendinizi dinlemeye.

M: Düşünmeye değil de yapmaya.

En son ne zaman birbiriniz hakkında öğrendiğiniz bir şey nedeniyle çok şaşırdınız?

A: Annemin gelinliği ile ilgili bir iş yaparken Mustafa’nın çocukluk dönemine dair anlattığı bir hikayeyi hiç unutamam. Antalya’da yaşarken Mustafa, daha 5 ya da 6 yaşındayken, büyük bir konfeksiyon mağazası varmış, vitrinindeki gelinlik giydirilmiş manken de sürekli dönüyormuş. Mustafa her gittiklerinde durup onu izlermiş, bir gün artık ne kadar izlediyse annesi Mustafa’yı orada unutup gitmiş ve Mustafa annesi geri dönene kadar dönen gelini izlemeye devam etmiş.

M: Geçen gün konuşurken ben de Aslı’nın bebeklik dönemine dair bir şey öğrendim ve çok etkilenmiştim o konuşma sırasında. Aslı’ya doğumundan sonra sarılık teşhisi konmuş bu nedenle anne sütü alamıyormuş ve annesi de bu süreçte oldukça zorlanmış fakat çok sonra ortaya çıkmış ki sarılık da değilmiş Aslı. Bu yanlış teşhis yüzünden Aslı bebekliğinde hiç anne sütü içmemiş, ilginç çünkü şimdi de süt hiç sevmediği, içmediği bir şey.

Üretimlerinden en çok etkilendiğiniz sanatçı?

A: Julius von Bismarck, Cao Fei, Emre Hüner

M: Serkan Özkaya

Hayallerimizde burada performans yapmak var dediğiniz özel bir yer var mı?

A: Palais de Tokyo

M: Tate Modern ama lütfen büyük ana hol olsun, ufak bir odası değil!

En çok ne ilham verdi size bu geçen senede?

A: 28 günlük performans süreci çok özeldi bizim için. Hem ilham verdi, hem besledi hem de dönüştürücüydü. Başka insanlarda da bir şeyler keşfedip ortak bir alanda bir atmosfer yaratmak gerçekten başka bir deneyimdi.

M: Esinlenmek, çalmak, ilham almak, ‘kendine mal etmek’ üzerine çok düşünürüm ve çok açığımdır bu konuda. Dolayısıyla her ufak şeyden de ilham alabiliyorum, etkilenebiliyorum. Örneğin Okan ve Haliç Üniversitelerinde tasarım dersleri veriyorum, bu dersler sırasında da o karşılıklı etkileşimlerden çok ilham alabiliyorum.

Neyi çok cesur buluyorsunuz?

A: Kendine biçilmiş rollerin dışında kalabilen, bir şekilde o baskılardan sıyrılıp kendi ayakları üzerinde durabilen kadınları...

M: Çizginin dışında hayatta kalabilme konusunda ısrarcı olmayı çok cesurca buluyorum.

AslieMk’in hikayesi nedir, nasıl tanıştınız?

A: 2012 yazında Tuzla’daki sanat kampına gitmiştik, birimiz evin ön balkonunda diğerimiz de arka balkonunda çadır kurmuştuk. Bir ara Mustafa’nın yanına gittiğimde Deleuze’den bahsediyordu, ben de bize ortaokulda videosunu izletmişlerdi upuzun tırnakları da hala aklımda demiştim ve ortaokulda Deleuze videosu izlemiş olmama çok şaşırmıştı oradan muhabbetimiz daha da arttı.

M: Evet Tuzla’da ilk karşılaştığımızda İrem, ben, Aslı sohbet ediyorduk ve Aslı sürekli post-teknoloji, flâneur gibi tam da benim ilgilendiğim kavramlardan bahsediyor ve konuştukça Aslı’nın işlerine, üretim biçimlerine merakım artıyordu. Daha sonra hemen anladık belli ki kafalar birbirine yakın, tanımaya başladık birbirimizi. Sonra kampın içerisinde zaten sürekli karşılaştık. Herkes kendine bir alan seçiyordu, Aslı da kendine bir kış bahçesi seçmişti ve işi üzerine çalışıyordu. Yanına gittiğimde karar veremediğini “acaba dijital kolaj mı yapsam, tuvalde bu kabloları mı kullansam” diye işini anlatmaya başladı ve kaç dakikadır bir türlü yuvarlak çizemediğini söyledi. Meğerse gözünde bir sorun varmış ve bu nedenle tam bir yuvarlak çizmesi imkansızmış. Ben de neden çiziyorsun ki zaten neden perfect circle (mükemmel daire) olsun ki yuvarlak demiştim. Sanırım o an bizim için önemli bir andı. Buradan da yanlış anlamak, kusurlu olmak, açık uçlu olmak ve kendi aramızda oyun oynamak üzerine daha sonra AslieMk’da belirleyici olan şeyleri ilk kez paylaştığımız önemli bir ilk buluşma olduğunu anladık diyebilirim.

Çalışırken sürekli bunu duyalım dediğiniz bir müzik ya da ses var mı?

A: Bir gece Mustafa’nın evinde birlikte içerken Radyo 3 açıktı, sabaha kadar süren bir program vardır çoğu zaman denk geliriz. O sırada çalan bir arya vardı ve aryanın da etkisiyle çok heyecanlanıp, yükselmiştik. Bir sürü yeni fikir ve proje geldi aklımıza ve çok inandık hepsine. Tabii sonrasında hiç birini hatırlayamadık....

M: Evet, Radyo3‘te gece 1’de başlayıp sabaha kadar süren klasik müzik yayınına bir dönem çok takılmıştık, aynı zamanda Aslı’nın açtığı diğer Fransız caz radyo kanallarına da... Aslı’nın bahsettiği günü çok iyi hatırlıyorum birden o en sevdiği Nordic Synth pop videolarını göstermesi ve böyle şeyler söylemek istiyorum ben de diye vokal yapması :)

İstanbul’da en sevdiğiniz yürüme rotası?

A: Heybeliada’nın tamamı!

M: Burgazada’yı da çok severim ama Heybeliada’nın yeri bizim için başkadır. Aslı ile beraber yürüdüğümüz rota; sanatoryumu geçip terk-i diyara varmak... Bir de Dolmabahçe’den Beşiktaş’a yürümenin de farklı bir mutluluğu vardır. Etkileyicidir o duvarlar, sürekli değişen bir his... biraz seni ezmesi ve ağaçların da etkisiyle biraz yukarı çekmesi..

Yazın en güzel tarafı ....... dır.

A: İstanbul’un sakin olması ya da geleceği, bir sonraki anı düşünmediğin bir mevsim olması gibi geliyor.

M: Tarihi geçmiş bira.

Son dönemlerde sizi en çok düşündürten konu?

A: Küresel iklim değişikliği. Ömer Madra’nın çevirdiği bir makale var geri dönüşü olmayan bir yol üzerine, böyle bir yoldaysak geleceğe nasıl hizmet edeceğiz, şu anda ne yapıyoruz soruları düşündürüyor. Accelerationism kavramı üzerine de okumalar yapıyorum, kapitalizmi kendi köklerinden yıkıma uğratmak, bu ivme durumu ve iklim değişikliği iç içe geçiyor.

M: Aslı’nın bahsettiği bu konuyu sermayenin el değiştirmesi üzerinden ve çok basit bir noktadan bakarak düşünmeye başladım. Örneğin enerji meselesi; güneş panelleri, rüzgar gülleri gibi yöntemler her anlamda avantajlı iken... işte ciddi anlamda bir paradigma değişimi olmayacaksa ve devletleri yöneten zenginler yer değiştirecekse.. komplo teorisi gibi anlatmaya çalışmıyorum ama acaba çok mu kaptırıyoruz kendimizi bu konularda diye düşünüyorum. Bir şeye çok inanmak ve kendini kaptırmak da, salt odaklanıp diğer perspektifleri yitirmek de endişe veriyor bana.

En çok merak ettiğiniz canlı türü hangisi?

A: Balinalar

M: Mikroorganizmalar

Sürekli olarak ........... maruz kalmaktan rahatsız oluyoruz.

A: Bir şey/ler/in netlik kazanması, sınırlarının çizilmesi, ya budur ya da budur denmesi... Hiç bir şey net değildir bence ve ben bu sınırlardan çok rahatsız oluyorum.

M: İnsanın ilerlemesi gerektiği düşüncesine.

Bireysel çalışmalarınız ve üretimleriniz ile ortak üretimleriniz arasında nasıl bir bağ var?

A: Aynı kavramlar üzerinden paralel olarak gitmişiz birbirimizden habersiz. Bir taraf daha yapısalcı, bir taraf daha görselci ve şimdi bu ortak çalışma da hem yapısal hem görsel bir bütünlük sağlanıyor. AslieMk benim daha mekânsal daha uzamsal ve analitik düşünebilmemi sağladı.

M: Teknolojiye bakış açımız bizi çok birleştiriyor, örneğin ben Aden adlı performansta bir mühendistim, fikirlerim daha maddeci daha materyalistken daha sonra Aslı’nın da bu alana yönelmesi ile bir denge sağladık. Kendi adıma söyleyeyim Aslı sayesinde tanıştığım kavramlar, tanımlar daha ağır basmış şimdiki bende. Aslında birbirimizi beslemekten çok birbirimizi hafifletiyoruz, iyileştirebiliyoruz. Aslında kavramsal sanata bakış açımızda da çok zıt durabiliyorken zaman içerisinde tüm düşündüklerimizin iç içe geçmeye başlaması ve post-organik, post-insan meseleleri ile Aslı’nın bu meseleye daha kozmolojik ve daha distopya olarak bakabilmesiyle de tamamen birleştik diye düşünüyorum.

Bir performans sırasında başınıza gelen en unutamadığımız ilginç olay?

A: Moda burnunda yaptığımız bir performans sırasında yüzüm kapalıydı ama her şeyi görebiliyordum. Mekanın tam karşısında Koço diye bir meyhane vardı. Kamusal alanda yaptığımız bir işti, birden bire Koço’da oturan herkesin ellerinde rakılarla ayağa kalıp cama yapışarak bizleri izlemeye başladıklarını hatırlıyorum. Sanırım o an benim için unutulmazdı çünkü hiç beklenmedikti o izleyenler. Aynı şekilde Beton performansında da son dakikaya herkes çalışıyordu, kimyagerler betonun donması üzerine incelemeler yapıyorlardı ve ne zaman donacak, botlarımızı tutacak mı gibi sorular soruluyordu etrafta. O süreç de unutulmaz bir andı benim için.

M: Sıvı beton karışımı performans için hazırken son anda değişen hava sirkülasyonu, karışım vs gibi şeylerin etkisiyle karışım su, kum, çakıl ve çimentoya ayrışmıştı, istediğimiz homojenliğini yitirmişti. O sırada bunun da açık laboratuvarımızın olağan bir parçası ve deneyin kendisi diye düşünmüştüm bu deneyimi. Ama tabii ki ikimiz için de bu beklenmedik durum unutulmaz oldu.

Birlikte çalışmak istediğiniz kişiler kimler?

A: Julius von Bismarck, Julian Charrière

M: Elmgreen & Dragset ile, bireysel işlerimle onlarınkinin yakınlığından dolayı, isterdim onlarla birlikte çalışmak. Ayrıca bedenen ölmüş olması da, bir şey ifade etmiyor benim için, hala Georges Perec ile birlikte çalışmak istiyorum.

Bir müzik aleti olsaydınız ne olurdunuz?

A: Saksafon! Şu an adını ‘herb’ koyduğum tenor saksafon ile çalmayı öğreniyorum.

M: Ben zaten bir müzik aletiyim! Sanırım synthesiser olurdum ama farklı sesleri çıkarabilen çok basit bir teknoloji ile üretilmiş, tuhaf, hibrid ve biraz da do it yourself (kendi-kendine-yap) mantığıyla tasarlanmış bir synthesiser olurdum sanırım.

Dağlar mı, okyanuslar mı?

A: Dağlar.

M: Okyanuslar.

Üzerinde çok tartıştığınız ve başka kimseyle çok da rahat paylaşamadığınız, konuşamadığınız bir konu var mı?

A: Elbette var; sanırım ikimiz de queer’e yakınız ve bunu çok rahat konuşabiliyoruz birbirimizle. İkimizin de çok sevdiği bir insan hayatta değil, bunu da rahat paylaşabiliyoruz. Her şeyi paylaşıyoruz aslında birbirimizle; ayrıca herhangi bir sanat pratiği ya da sanatın kendisi ile de dalga geçmek bizim üslubumuz olduğu için belki de başkalarının kırılabileceği, alınabileceği şeylerde kendi aramızda oto sansür uygulamadan konuşabiliyoruz.

M: Aslı’nın tüm söylediklerine katılıyorum; queer’i deneyimler üzerinden konuşabiliyoruz ve arzularımızla bir konudan oto sansür olmadan bahsedebiliyoruz. Daha ilkel yanlarım açığa çıkıyor orada, ikimiz de başkalarıyla paylaşamadıklarımızı özgürce paylaşabiliyoruz bu ortak noktada. Açıklık sağlıyor ve karşılıklı bir akış yaratıyor sonuçta birlikte çalışmak, paylaşmak.

Birlikte yemekten hoşlandığınız bir yemek var mı?

A: Kısır. Mustafa’yla tanıştıktan sonra kısır, yemekten öte bir kavram olarak hayatıma dahil oldu. Bir de Pizzeria Il Pellicano’ya gitmeyi çok seviyoruz.

M: Kısır diyebilirim ben de, yapmayı ve yemeyi çok seviyorum. Benim kısırla kavramsal performatif bir ilişkim (gülüyorlar) var yıllardır süren ve bu circle’a başka insanları da katıp... işte “Hadi artık yapmıyor musun?” dedikleri... Sonradan aklıma gelen Aslı’nın çok sevdiği Moda’da bir pizzacı var bir de, böyle İtalyan, ince, rokalı...

En sevmediğiniz performans sanatçısı kim?

A: Marina Abramović.

M: Ulay.

En sevdiğiniz roman türü ve bu türden en sevdiğiniz kitap?

A: Bilimkurgu ve Philip K. Dick’in tüm romanları

M: Oulipo akımı ve Georges Perec’in Kayboluş adlı romanı

Son dönemlerde en çok etkilendiğiniz film hangisi?

A: Julia Ducournau’nun Raw adlı filminden çok etkilendim, özellikle küçük kardeşin ablasının kopuk parmağının tadına bakıp ilk cannibalism deneyimini yaşadığı sahne çok etkileyiciydi.

M: Yorgos Lanthimos’un Dogtooth (Kynodontas) filminden ve özellikle filmin orijinal adından çok etkilenmiştim. Şu anda üzerine düşündüğümde elbette etkisi çok değişti fakat ilk izlediğim sırada beni çok etkilemişti bu film.

bottom of page