top of page
Eylem Ejder

Remote Denver ya da canlılığa davet


Rimini Protokol’un Tahran’dan Hong Kong’a, Berlin’den New York’a dek çok sayıda şehre uyarlanan Remote X projesi, bütün bir kent ve dolayısıyla gündelik hayat deneyimimizi performansa ve bizleri de kendi ‘performansımızın’ etkin bir aktörüne dönüştürmeye çalışıyor. Eylem Ejder, projenin Denver ayağını değerlendirdi

Remote Besancon, Fotoğraf: RiminiProtokoll

Her gün sokakta yürürken, bir durakta otobüs beklerken, metroda karşımızda oturanlarla kaçınılmaz olarak göz göze gelirken, koşarken, spor yaparken, müze gezerken, şehrin içerisindeki tüm faaliyetlerimizde çok sayıda (tesadüfi) karşılaşmalar yaşıyoruz: Bazen birbirimizle, bazen üzerine bastığımız bir taş parçasıyla, bazen başımızı kaldırıp baktığımız gökyüzünün değişen mavisiyle, bazen de bir kitapla… Öyleyse içinde yaşadığımız zaman ve mekân aralığı, diyelim ki şehrin deneyimi (biraz Spinozacı bir yaklaşımla) bir karşılaşmalar çoğulluğundan ya da toplamından ibaret. Ancak bunun ne kadar farkındayız? Hayattaki, sokaktaki edimlerimize, doğanın bir parçası olarak kendi yaşayış biçimlerimize dair nasıl bir bakış açısına sahibiz ya da sahip miyiz? Söz gelimi bir yolda yürürken neden bir tarafa bakarız da diğer tarafa değil? Bir kalabalığın içerisindeyken diğerleriyle olan mesafemizi, yakınlığımızı, uzaklığımızı sorgular mıyız? Ya da üzerine bastığımız bir taşla paylaştığımız ortak bir deneyim olup olmadığını düşünür müyüz hiç? En gündelik, en sıradan eylemlerimizde başkalarıyla benzerliğimizi, farkımızı, ortak tercihlerimizi fark eder miyiz? Hepsinden önemlisi, şu gündelik hayat sıkıntısı, tekdüzeliği denen şeyden hep birlikte ortak bir sevinç çıkarabilir miyiz?

Peki ama nasıl?

Rimini Protokol’un tasarladığı ve geçtiğimiz birkaç yıl içerisinde Tahran’dan Hong Kong’a, Berlin’den New York’a dek çok sayıda şehre uyarlanan Remote X projesi, bütün bir kent ve dolayısıyla gündelik hayat deneyimimizi performansa ve bizleri de kendi ‘performansımızın’ etkin bir aktörüne dönüştürmeye çalışıyor. Belki daha yerinde bir ifadeyle, “bütün dünya bir sahnedir” mottosunu radikal bir karşılaşma alanına taşıyarak ‘biz’i oluşturan kimlikler, roller toplamına yönelik öz-farkındalık sağlıyor. Derken eyleme gücümüzü azaltan bütün o kederli duygulanışlarımızı geride bırakıp bizi diğerleriyle birlikte sokakta/hayatta/performansta neşelendiren aktif bir güce dönüştürebiliyor.

Remote Besancon, Fotoğraf: RiminiProtokoll

Öyleyse bütün şehir bir sahne mi?

Konsept tasarımı Stefan Kaegi’ye ait olan Remote X projesinin Denver Performing Arts Center tarafından yapılan Denver uyarlamasındaki (Remote Denver) seyirci / performansçı deneyimimden hareketle söyleyebilirim ki “Evet, bütün şehir bir sahneydi ya da sahnedir”. Ne var ki bu, şehre bir sahne kurulması anlamına gelmiyor tabii. Şehrin sokakları, binaları, kedileri, nehirleri, mezarlığı, parkları, ibadet yerleri kadar mekânlarla ve birbirimizle kurduğumuz ilişkinin teatral ve performatif doğasına dikkat çekiyor. Yani gelişigüzel değil, belli bir metne, koreografiye, akustiğe bağlı olarak tasarlanmış, kısa bir şehir turu bu. Dikkat çekilmiş, özenle seçilmiş belli gündelik anlardan oluşan, o onları hatıra getirerek yeniden icra etmeye yönelik bir şehir dramaturgisi de diyebiliriz.

50 kişilik bir seyirci topluluğunun (ki bu topluluğa kendi performanslarının seyircisi olmak ya da aktif bir performansçıya dönüşmek vadedilmiştir), Denver’ın merkezinde bulunan bir parkta buluşmasıyla performans başlıyor. Bir teknik ekip tüm katılımcılara kulaklıklar dağıtıyor ve performans kulaklık aracılığıyla bizimle iletişime geçen o ‘tuhaf’ kadın sesinin komutlarıyla ilerliyor. Bu bir insan sesi değil, iki bin farklı kadın sesinin elektronik ortamdaki kombinasyonundan oluşan ve Rachael adı verilmiş dijital bir ses. Son derece sakin, anlaşılır, güven verici, nazik bir tona sahip bu ses. Bugünlerde yaşamımıza yön veren, özellikle sokaktaki deneyimlerimizi yönlendiren GPS’lerden başka bir şey değil. Rachael önce kendini tanıtmakla (“ben bir insan değilim”, “ağzım yok”, “dudaklarım yok”) bizde bir güven oluşturmayla, etrafımıza yönelik farkındalık kazandıran sorularla (“neredeyim”, “kimlerleyim”, “diğerleriyle ilişkim ne”) işe başlıyor ve bilmediğimiz bir şehri bu 50 kişiyle gezerken adım adım hem ona, bu tuhaf insan-olmayan sese hem de birbirimize teslim oluyor, yakınlaşıyoruz. Kulaklıktan gelen (nazik) komutlarla kimi zaman dans eden, vals yapan, kimi zaman protesto düzenleyen, toplu hatıra fotoğrafı çeken, doğanın ve diğerlerinin gündelik pratiğini bir performans olarak izleyip alkışlayan, ‘tuhaf ama neşeli’ bir topluluk olarak şehrin bütün gözlerini üzerimize çekiyoruz. Şehre dikkatle baktığımız kadar kendimizi de şehrin bakışına açıyoruz.

Remote Besancon, Fotoğraf: RiminiProtokoll

Canlılığın performansı mı, canlı performans mı?

Aslında Denver şehir turu boyunca yaptığımız şeyler kanlı canlı bir hayat deneyimi. Çok tanıdık ama bir o kadar da tuhaf: Birlikte metroya binmek, camdan dışarıyı, manzarayı izlemek ya da yanımızda, etrafımızda oturan diğer yolculara bakmak ama bir taraftan, kulağımıza fısıldayan dijital Rachael’ın sorularıyla bu gündelik deneyimde farklı olanı bulmaya çalışmak (“Neden bizimle birlikte metroya binen herkes neşeli, heyecanlı görünüyor da diğerleri değil?”,”Kimler yorgun, mutsuz, sıkkın görünüyor?”, “Bu duyguyu tanıyor muyuz?”). Yürüdüğümüz yol boyunca karşımıza çıkan, bizi kuşatan şeylere dikkat kesmek (“Yolun solundaki havuza mı yoksa sağındaki sanat merkezine mi bakmayı tercih ediyoruz?”, “Tercihlerimiz mi bizi biz yapıyor yoksa tersi mi?”). Telefonlarımızı çıkarıp bir camekân karşısında (sanki bir mezuniyet töreni sonrasıymış gibi) toplu fotoğraf çektirmek. Ama bir taraftan o topluluğa bakıp kimin telefonunu almak isteyeceğimizi, kimi bir daha görmek istemeyeceğimizi, ilk kimi unutacağımızı, on yıl sonrasının nasıl olacağını düşünmemizi, sorgulamamızı istiyor Rachael.

Remote Besancon, Fotoğraf: RiminiProtokoll

Bu ânlar içerisinde yalnızca benim için değil, performansın tüm katılımcıları için çok neşeli, afallatıcı olanlardan söz edecek olursam, biri şüphesiz metroya indiğimizde metrodaki otobüs istasyonunda bekleyen yolcuların -Rachael’in sorusu uyarınca- gerçekten bekleme halindeki insanlar mı yoksa beklemeyi oynayan performansçılar mı olduğunu düşünmek ve onların karşısına geçerek bir seyirci gibi onları izlemek, hatta performanslarından ötürü alkışlamaktı. Neredeyse bütün bekleme salonu Remote X katılımcıları ve diğer yolcular, kimin seyirci kimin oyuncu olduğunu anlayamadan tuhaf bir performans alanının içinde buluverdi kendini (o sırada herkes birbirini alkışlıyordu). Git gide bir oynama neşesine kapılan Remote X topluluğu metrodan dışarı çıktığında ise kendisini bir miting içinde buldu. Ortada gerçek bir miting yoktu. Sadece çantamızdan ‘biz’i tanımladığını düşündüğümüz bir nesne çıkarıp yukarı kaldırmamızı istemişti Rachael, ‘temsilin’ atmosferini de yaratmak için kulaklıktan miting sesleri de gelmeye başlamıştı. Artık elindeki nesneleri birer döviz gibi kullanan protestoculardık. Derken şehrin en cıvıl cıvıl olduğu bir meydanda birbirimizle göz teması kurduk, partnerlerimizi seçtik çünkü Rachael vals müziğini çoktan başlatmıştı ve şimdi ‘gönlümüzün seçtiğiyle’ dans etme zamanıydı. Müziği duyan sadece bizlerdik ama çok geçmeden dışarıdan sessiz dans gösterisi gibi görünen bu topluluk çoktan izleyicisine davetiye çıkarmış, dans alanını genişletmişti.

Madem ki bu kanlı canlı bir hayat deneyiminin kendisiydi, öyleyse her güzel şey gibi bir sonu, finali olması gerekiyordu. Denver Performing Arts Center’ın yangın merdiveninden ‘son durağımıza’ doğru adım adım, yorula yorula sekizinci kata çıkmaya başlıyoruz. Bu sıradan merdiven çıkma eylemi şimdi kulaklıktan gelen yorumlarla çocukluktan yetişkinliğe, yaşlılığa ve dolayısıyla ölüme ilerleyen ‘bir hayat merdivenine’ dönüşüyor. Artık yüksek bir binanın tepesindeyiz ve tam karşımızda ise kilise durmakta (pek çok katılımcı bu anı “Rachael atla deseydi, atlayacaktım” diye yorumlamıştı). Bütün şehre tepeden baktığımız bu anda, yükselen bir sis bulutunun içinde yarı hayal-yarı gerçek bir atmosferde son buluyor performans. Sis dağıldığında geriye kalan tek şey sonun verdiği hüzündü sadece. Performansın ‘üzücü’ faniliği (uzun bir süre kimse bulunduğu yerden ayrılamamıştı). Ama etkin, rahatlatıcı, dönüştürücü bir hüzündü artık bu. Performans ‘bir anlık’ da olsa, bu son anın hüznü bizde sevinç de uyandırmıştı. Çünkü uzun zamandır gösteri sanatlarına hakim olan özdeşleşme ve yabancılaşma arasında sıkışan seyir deneyimi artık (verili) bir dünyanın anlamına sahip olmak ile yeni bir dünyanın anlamını yaratmak arasında neşeyle salınmaktaydı.

Remote Besancon, Fotoğraf: RiminiProtokoll

Performançı mı, seyirci mi?

Bu performansta ne bildiğimiz anlamda bize bir gösteri düzenleyen bir performansçı, ne de bizim salt bir seyirci olarak karşısında yer aldığımız bir durum söz konusu değil. Tiyatro tarihinin en dertli konusu galiba bu: yani oyuncunun mevcudiyeti ve buna bağlı olarak değişmesi gereken sahne-seyir ilişkisi. Bugün özelikle çağdaş tiyatro ve performans çalışmalarında çok sık karşılaştığımız bir vaat: Seyirciyi rahatsız etmek, seyirciyi performansa dahil etmek, rollerin takası”… Remote X (Denver) projesinde ne izlenecek sabit bir seyir yeri, ne de belli başlı oyuncular var. Öyleyse bir ‘temsilden’ değil bir teslim olma halinden söz ediyoruz. Çünkü performans tamamıyla bu 50 kişinin kulaklıklardan aldığı komutlarla ve gruba liderlik eden kişiyi takip ederek belirlenen güzergâhı tamamlamasıyla oluşuyor. Yan katılımcıları ‘koruyup kollayan, şehrin tüm tehlikelerine karşı onları uyaran, her fırsatta kendisine olan güvenimizi tazelemeye çalışan Rachael’e kayıtsız şartsız kendimizi ‘teslim etmemiz’le ortaya çıkıyor. Dolayısıyla tek bir sahneden ya da sadece bu 50 katılımcının ân be ân performansçıya dönüşmesinden değil, içindeki canlı cansız her şeyiyle bütün bir şehrin bir sahneler ve performansçılar çoğulluğuna dönüşmesi ya da böyle belirmesinden söz edebiliriz. Bu şu demek: Canlı cansız hepimizin bir mevcuda gelme, var olma tarzımız var. Bu varlığımızı sürdürme tarzımız içinde belli edimlerimiz, tercihlerimiz, yönelimlerimiz, başımıza gelen fikirler, duygularımız söz konusu. Yani farklı karşılaşma anlarıyla şekillenen farklı ‘biz’ler, farklı roller… Bu anlar, kimi zaman bizi dayanıştırır, kimi zaman birbirimizle yarıştırır, kimi zaman koparır ya da kaynaştırır. Remote X projesi bu anlamda sadece sahnesel performans biçimlerini değil bir yapma-etmeler bütünü olarak geniş bir performans repertuarını bünyesinde barındırıyor.

Remote Besancon, Fotoğraf: RiminiProtokoll

Sonuç olarak…

Her ân bizimle konuşan Rachael’ın sorularıyla şehri ve kendimizi tanımaya başlıyoruz. Onun ve doğanın kendilerine özgü işleyen düzenini kavradıkça, bizim de bunun nasıl sıradan bir parçası olduğumuzu anlamaya gayret ettikçe sorgulamadığımız her türlü düşünsel-duygusal alışkanlıklarımızdan sıyrılıyor, doğanın bağrında hiç de öyle ayrıcalıklı bir konuma sahip olmadığımızı görüyoruz. Böylece, Remote Denver, insanın kendi hakkında tefekküre dalma, başkalarıyla temas kurma arzusunu harekete geçiriyor. Söz gelimi henüz performansın başında ellerini hiç bırakmayan çift, performans ortalarında çoktan birbirlerinden uzak düşmüş, başka canlılara, o bedenlerden yayılan etkilenişlere çoktan kendilerini bırakmışlardı.

Remote Denver, başka türlü düşünebilme egzersizi, dünyayı temaşa etme, temaşa çağırma deneyimi. Bedenleri etkin, meraklı, katılımcı, diğerlerine açık ve bu yüzden her durumda sevinçli kılacak ânları üreten bir canlılığa davet.

Remote Besancon, Fotoğraf: RiminiProtokoll

Comments


bottom of page