top of page

Manifesto: Grup ya da bireyin kamu politikası beyanı


Genç sanatçı Oğulcan Sürmeli'nin yazmış ve farklı kanallardan dolaşıma sokmuş olduğu manifestosunu sizlerle paylaşıyoruz

Arda Yaman - Oğulcan Sürmeli, Vesvese, 2018, Tuval üzerine kağıt parçaları, 120 x 100 cm

Bir manifesto yazıyorum çünkü kendimi kalıba sokmamak için akışa bırakıp düşünmemeye zorluyorum. Kendimi kalıba sokmamak için, bir sonraki cümlemi bile düşünmeden yazıyorum. Kimseye bir şey kanıtlamaya çalışmıyorum. Bu yüzden cümleleri kendi adıma kuruyorum. Kendi zamanımın ve kendi ülkemin bir sanat ve sosyoloji savaşcısı haline geliyorum.

Sanat samimi değil doğrucu olmalıdır. Estetik olarak güzel gözükmek zorunda değildir. Veya, gelişmiş ülkelerde, milletlerin ulaştığı bakış açısını görsel olarak takliti sonucu, kavramsalı eksik ama kompozisyon olarak yaklaşmış sanat eserlerinin hepsi sahtedir.

Galerilerin bazen düşünceyi göremeden sadece mekanına uygun ve satış odaklı yaklaşımları temeli sağlam olmayan sebeplere yapmacıklığa dayalıdır. Ben transparanlıktan ve açısallıktan yanayım. Sürekli tezlerin çürütülüp üzerine yeni düşüncelerin eklenmesinden yanayım. “Bu doğru bir bakış” diyerek devam etmemekten yanayım. İnteraktiflikten yanayım. Ancak bu sayede ruhsal uyanışa ulaşabilceğimizi düşünüyorum. Çünkü benim bakış açım hiç kimse için doğru olmak zorunda değil. Sanatçı olarak kendimi “sokaktan geçen adam” kavramından üstün görerek “Benim düşüncelerim bunlar sizler de böyle bakarsanız aydınlanırsız.” diyemem. Her bireyin, kendi ruhani uyanışı olmak zorundadır. Ülkemde ve dünyanın en büyük sorunlarından biri olan kolektif yaşamın esiri haline gelmişken ve bunun ortasında bulunan bir sanatçı olarak ruhani uyanışı bulmak zorundayım. Ülkemde sanat anlayışı ve idrağı korkuya dayanmıştır. Cesaretsizliğe, ünsüz kalma korkusuna dayalıdır. Bu psikolojik süreç olarak işleyişte organik olsa bile yaşam psikolojisi olarak organik değildir. Çevremizde kabul göreni benimsemek ve “tüketim toplumu çarkındaki herhangi bir dişli olmaya gayri ihtiyari alıştırılmış benliklerimiz, bizi kendimize daha da yabancılaştırmaktadır.” Sanatçı, yaşadığı zamanda kendini geçindirme içgüdüsü ile sanat yapması - sanat tacirlerinin ise cesaretle sanat yayınlamak yerine rafine olan imgeler ile sırtını rahata yaslama içgüdüsü aynı şeylerdir fakat sahtedir. Koddur. Ruhani uyanış değil propagandadır. Karşı fikirlere veya bir eleştiride bahsedilenin kendimiz olduğunu görüp sadece çıkışmak ve kabullenmemek koddur. Toplum olarak böyle öğrendik, böyle eğitildik günlük yaşamda bile bunu kullanıyoruz. Bu durum altında ülkemin sanatçıları ve bu işin pazarı ün peşinde koştuğundan cesaretsiz ve korkak olarak yaşamakta, popüler kültüre sırtını dayamış sanat yapmaktadır. Geleneksele ve korkaklığa karşı mücadele etmekten korkmaktadır.

Meslektaşlarım, eserlerimizin çıkış noktasını nerden aldığımız değil onu nereye götürüdüğümüz önemli olandır. Bizler daima yeni buluşlar keşfetmek zorundayız. Ünlü olmak için buluşları bencilce gizli tutmamalıyız. Mazide kalan bir çağa ait felsefi düşünceyi kendi çağımıza zorlamak saçma!

Gerçekliği arıyoruz, görünenin gerçekliğini değil, düşüncenin gerçekliğini, gerçeklere katkı sağlamalıyız. Sistemi eleştirmemeli ya da bu şekilde olmalı dememeliyiz. Dünyanın bilinen çirkinliklerini, gerçeklerini ele alıp bir kaç dinsel ve cinsel tabu ile birleştirip üzerine birazcık son zamanlarda en beğenilen estetiği katarak kompozisyon haline getirip söylemek saçmadır. Bu sahtedir. Bunları herkes zaten biliyor. Olağan durumu bildirmek bültenlerin işidir. Bu çirkinlikle birlikte yeni bir şey üretip öne sürmeliyiz. Bir şey söylemeliyiz.

Hiç bir sanatçı diplomasını çerçeveletip atölyesinin duvarına asmaz. Dadaizm’in öncüsü Duchamp, “Sanata değil sanatçıya inanırım” demişti. Bu ülke bu akımı kavrayabildi mi? O döneme, bakış açısına sahip oldu da mı artık çağdaş sanat adı altında eser üretiyor? Eğer öyleyse neden hala sergilerde, kataloglarda, fuarlarda, sanatçıların sanatını anlatmak yerine, sanatçının eğitiminden, statüsünden bahsediliyor? Ya da genç bir sanatçı ilk kez galerilere başvururken kıstas neden sanatçının statüsü ve tecrübesi oluyor? Zaten bu bir kıstas olursa nasıl organik bir tecrübe biriktirmeyi düşünebilirsiniz ki? Banane ve sanane kişinin statüsünden, eğitiminden, konumundan. İşte bu korkaklıktır. Ben sanatçının düşüncesine bakarım. Bu ülke bir çok akımı yaşamadan taklit ettiği için günümüzde bir çok eser sahtedir.

Jeff Koons bir porno yıldızı ile evlenip seks sahnelerini galerilerin, müzelerin duvarlarına astırdı. Eminim o dönemde bir çok kişi bunu absürd bulmuştur ve “Bu mu sanat ?” diye düşünmesine sebep olmuştur. Ama bugün, kokuşmuş popüler kültürün getirdiği yeniliklerle kendini tamamlanmış, bu şekilde yeterli olduğunu hisseden bir çok kişi (kadın-erkek) kendince “gelişmiş” ülkelere seyahat ettiğinde ve geri döndüğünde saçma bir şekilde “Oralarda seks çok açık bir fikir ve hiç ayıp değil. ” diyerek ama kendi dahil bu zıtlığın mantığını anlamaya çalışmayarak, halkına bu perspektiften yaklaşmayıp, davranmayarak, öğretmeye çalışmayarak korkak ve yapmacık olduğumuzu bir kez daha belli ederiz. Burada hiç kimse seksin veya başka bir tabunun organikliğinden bahsedip, tabularını kırmaya çalışmadı. Bu gibi sebeplerle farklı toplumlarla bizim sekse ve başka tabulara bakış açımız bu kadar farklıdır.

Kendi ülkemizin bu akımları çoktan geçmiş gibi günümüz çağdaş sanatını uygulamaya çalışması sadece bir taklittir. Piyasayı yakalama çabasıdır. Yaşananları, tabuları kıran, baskıyla bizleri yönlendiren kavramları yıkmadan sadece yıkmış kişileri kitaplardan okuyarak bunu tecrübe etmiş sayıp sanat yapmak sahtedir. Neyden bahsedilse bir süre sonra sosyal medyada rafine hale gelen tüm kompozisyonlar arasında hangisinin reklamı iyi ise öne çıkması en büyük aldatmacadır. Sosyal medyada öne çıkmış kişisel gelişim kitaplarının, insanlara ilk önce oto-psikanaliz gibi organik bir süreçten bahsetmeden, kalıplaşması ve kişisel gelişim adı altında satılması koddur ve kapitalizmdir. Galerilerin sadece markalaşmış isimlerle çalışması halkı aydınlığa götürmeden sömürmesidir. Sadece yeni mezunlara açılan yarışmalardan birinde jürilerden birisi platformda konuşurken “Biz seçtik ama kimse progresif değil. Herkes çağdaş sanatın nasıl yapıldığını öğrenmiş ve başvurmuş biz de onlardan seçtik haliyle ama gençler böyle aynı olmamalı.” demesi, bunun iki gün sonra unutulması veya hemen bahsedilen konseptte kişiler beliriyorsa, bu halkı aydınlığa götürmekten belkide istemsizce engellenen çıkara ve satışa dayalı kocaman bir ayıptır. Sanat camiasındaki “Sokaktan geçen biri değiliz” tabiri bir çelişkidir. Sanat her zaman sınıf ayrımını ortadan yıkmaya çalışmıştır. Şu bir gerçektir ki o bahsedilen kitlenin bir müzeye, galeriye bilinçli olarak girmesi belki düşük bir olasılıktır. Ama yine de bizleri aydınlığa götürecek şey “eğitimli” burjuvaların kendilerini bu yönde değiştirmesidir. Böylelikle sokaklarda, bahsedilen kitlenin gözleminde bir aydınlatma yaratır. Çünku her zaman ayrımın olduğu yerde gözlem de vardır. Bu ülkenin her şehri aynı değildir bunu unutmamalıyız.

Ben sanatçı olarak çağdaş sanatı yıkmaya çalışmıyorum. Sadece ülkemde bunun taklit olarak değil bilinçli olarak yapılması ve çıkara dayanmadan aktarılması için bu manifestoyu yazıyorum. Çağdaş sanat kesin kurallara göre okunamaz. Bireysel işaret sistemlerine dayanır. Bazen anlaşılmak bile istemez. Nadan ve yıkıcı olmak ister. Elbette söylediklerimin dışında da insanlar her zaman var. Ben sadece hala kendimi ifade ediyorum. Manifestolar ise bayağıdır.

“Bu hayatın bir sahtelik olduğunu biliyorsan, kendi değerlerin ile uyum içinde yaşamak için bile bu hayattan vazgeçemiyorsan, zaten hayatı bırakmış ve yaşıyor taklidi yapmaktasındır değil mi?”

bottom of page