top of page

Zanaatkârlığın ölümünü belgeleyen bir gölge makinesi: Kirli Kutu


Bu sene 15. si düzenlenen İstanbul Bienali’nde sergilenen işlere baktığımızda neoliberal politikalar sonucu kentin değişen çehresi, inşaatlaşma ve küreselleşmenin üzerimizdeki dolaylı etkileri gibi temaların sıkça işlendiğini görüyoruz. Alper Aydın’ın İstanbul Modern’e yerleştirdiği kepçe, Ali Taptık’ın farklı kişilerin gözünden İstanbul’u deneyimlememizi olanaklı kılan Dostlar ve Yabancılar bu örneklerden sadece bir kaçı. Bilal Yılmaz ise daha önce 2016 yılında Tütün Deposu’nda ilk versiyonunu sergilediği Kirli Kutu (Dirtybox) adlı eseriyle İstanbul kent yaşamının geçirdiği değişime paralel olarak kaybolan zanaatkârlığın yok oluşunu belgeliyor. Mekanik bir göz İstanbul haritası üzerinde dolanırken, gölgeler ile yansıyan İstanbul’a farklı bir açıdan bakma ve sanatçının yaptığı araştırma sonucu belgelediği atölyelerden istanbul’da zanaate dair imgeleri görme fırsatı buluyoruz. Bilal Yılmaz’la zanaatkârlarla ilgili araştırması ve Kirli Kutu adını verdiği gölge makinesi üzerine konuştuk.

Bienal’e nasıl dahil oldunuz, proje nasıl gelişti biraz anlatabilir misiniz?

Kirli Kutu (Dirtybox) ilk 2016 Haziran ayında Tütün Deposu’sunda düzenlenen Her Anıyla Alıntılanan Geçmiş adlı sergide gösterildi. Bu sergi Walter Benjamin’in tarih kavramı üzerine tezlerinin İstanbul üzerinden irdelendiği 11 kişilik bir grup çalışmaydı. Bu çalışma kapsamında çıkan ve zaten hali hazırda yaptığım Istanbul’da zanaatkârlık araştırmasından beslenen bir iş oldu. Sergi devam ederken Depo’daki işimi gören Elmgreen&Dragset, İKSV aracılığı ile iletişime geçtiler. O sırada yurt dışında başka bir festivalde bir enstalasyon yapıyordum, döndüğümde de tanıştık ve genel üretim pratiğim üzerine bir görüşme yaptık.

Kirli Kutu için yürüttüğünüz bir araştırma süreci var ardından ustaların atölyelerine gidip onları fotoğraflama süreciniz var. Galata Rum’da gördüğümüz bu gölge makinesine gelene kadarki süreci bizimle paylaşabilir misiniz?

Aslında Kirli Kutu (DirtyBox) biraz önce de dediğim gibi İstanbul’da zanaatkârlık üzerine yaptığım araştırmanın çıktılarından bir tanesi. Araştırma zanaatkarlığın ve atölyelerin görünürlüğü üzerine temelde. Ustalara ait tutulmuş güncel bir verinin olmaması üzerine kaybolan bu değerin potansiyelinin araştırılıp, atölyeleri tespit edip, sınıflayıp, belgelemekle başladı süreç. Daha sonrasında bu araştırma Seda ve Barış ile kolektif olarak gerçekleştirdiğimiz craftedinistanbul projesi ile online bir veri tabanına dönüştü, amaç ise İstanbul da zanaatın mevcut sisteme entegre edilip yaşatılması mümkün mü sorusunu aksiyonlar ile sorgulamaktı.

Dirtybox ise bu araştırma sürecinden bana kalan birçok kişisel öğe ile birlikte ‘İstanbul’da Zanaat’ meselesine farklı bir mecrada dikkat çekmeye çalışan bir iş. Kirli Kutu (DirtyBox) Istanbul’un sokaklarının kaotikliğine, saklı kalmış kaybolmakta olan zanaat atölyelerine, el emeğine, emeğin kir ile olan ilişkisine göndermeler yapıyor.

İstanbul’un sokaklarında gizli kalmış, kaybolmakta olan zanaat meselesini görünür kılarak, şehirde var olan, bize dokunan, şehre ait olan bir meseleye değinerek Bienalin temasına dokunuyor.

Şöyle bir kurgusu var: izleyici odaya girdiğinde içinde üretim atıkları, mekanik aksamlar, ışıklı kırmızı bir düğmesi olan, valizden bozma, mobilya havasında, ayaklı bir kutu görüyor. İzleyici düğmeye bastığında göz uyanıyor! Sokak ve atölye seslerinden oluşan Alban Telaku’nun bestelediği müzik, Istanbul da araştırma sürecinde gezdiğim sokakların gölgeleri ve üretim sürecinde atölyelerde çektiğim imgeler ile İstanbul’ da zanaatkarlığa dair bir hikaye başlıyor.

Bu iş sizin genel sanat pratiğinizde nereye oturuyor?

Farklı disiplinlerden gelen deneyimlerimi birleştirdiğim; gölgeler, sesler ve mekanik hareketler ile etkileyici bir aura yakalayan, izleyicide bir şok etkisi yaratmaya çalışan dinamik bir iş oldu. Daha önce tasarım ağırlıklı daha statik işler çalışıyordum, Kirli Kutu (DirtyBox) ise enstalasyon ağırlıklı çalışmalarımı motive eden ilk dinamik işlerimden biri oldu.

İşinizde değişen kent yaşantısına, kapitalizme ve soylulaştırma temalarına göndermeler var, bugün İstanbul’da bu politik atmosferde sanat yapmak, bienalde yer almak sizin için ne ifade ediyor?

İstanbul’da zanaat meselesini araştırıp bugünkü geldiği noktayı görüp, nedenlerini dile getirmemek, ustalar ile yaptığım onca muhabbete karşı ikiyüzlülük olurdu. Sanat da tasarım gibi yaratıcı alanda yaptığım bir üretim pratiği benim için. Yaşadığım şehrin dinamikleri de, politik ekseni de etkiliyor elbet, fakat bu politik atmosferi kolektif üretimlere odaklanabileceğimiz bir aralık olarak da görüyorum. Bienalde yer almak ise İstanbul’ da zanaat meselesinin ve bu işin daha görünür olması adına sevindirici.

bottom of page