Bir ihtimal olarak yaşamak: Biyosanat
- Gözde Mulla
- 7 dakika önce
- 7 dakikada okunur
Esin Aykanat Avcı’nın Yaşama İhtimali isimli kişisel sergisi 23 Mayıs - 2 Ağustos 2025 tarihleri arasında Simbart Projects’te gerçekleşti. Sergideki yapıtlarının yaratım süreçlerini ve serginin yaşam kavramını ele alma şeklini sanatçıyla konuştuk
Röportaj: Gözde Mulla

Esin Aykanat Avcı, Unuttuğum Bitkiler, 2025, Hücresizleştirilmiş sokak otları
“Yaprak, açılmanın paradigmatik biçimidir: Dünyanın kendi içinden geçmesine onun tarafından yok edilmeden imkân tanıyabilen yaşamdır.” (Coccia E., 2021, s.32)
Yaşamak, hayatta olmanın ötesinde bir yerde duruyor. Aynı anlamlarda birbirinin yerine kullandığımız “hayat” ve “yaşam” sözcükleri, aslında birbirinden farklı noktalara tekabül ediyor. Yaşamak, bir süreci işaret ediyor. Bu süreç; içinde, canlı ve cansız, insan ve insan dışının gündelik deneyim ve biyolojik süreçlerini barındırıyor. Bedensel, ruhsal ve toplumsal anlamda kapsayıcı bir sürecin kendisi olan yaşam, bir ihtimal olarak doğa ile insan arasındaki bağı biyosanat eserleriyle sorgulayan Esin Aykanat Avcı’nın Simbart Projects’te yer alan Yaşama İhtimali sergisinde 23 Mayıs - 2 Ağustos 2025 tarihleri arasında izleniyor.
Doğayla aramıza koyduğumuz sınırı hatırlatıyor bu sergi, aslında parçası olduğumuz doğanın bizden ayrı bir akışa sahip olduğu algısını tersyüz ediyor. İnsanın yaşamsal döngüde doğa ile etkileşiminde bazı açıklıklar/aralıklar/boşluklar var. Buna açıkça tanıklık ettiğimiz yer, gündelik kent yaşamı. Bu sergi aracılığıyla da izleyicisi olduğumuz doğanın olanak ve olasılıklarını yeniden düşünüyoruz. Buradan yaklaştığımızda senin kentle ve doğayla etkileşimini merak ediyorum. Bunu, elbette ki doğa parçalarıyla çalışan bir sanatçı ve ondan da önce bir insan olarak yanıtlamanı bekliyorum.
Bana bu duyarlılık aslında yetiştiğim ailede gördüğüm basit ama önemli bazı küçük alışkanlıklar sayesinde geçti. Şehirde doğup büyüdüm ama hayatım boyunca buzdolabında yeterinden fazla, çöpe gidecek yiyecek görmedim. Çok uzun zamandır evimizde cam, plastik ve kağıtlar ayrıştırılır, az da olsa sokak hayvanlarının yiyebileceği her şey onlar için ayrılır. Şehrin merkeze uzak bir noktasında yaşamamıza rağmen toplu taşıma kullanılmaya üşenilmez. Büyük çapta nasıl ve ne kadar işe yaradığı konusu tartışılır olsa da basit, daima sürdürülebilir ve çoğunluk tarafından uygulandığında bir fark yaratabileceğini düşündüğüm bu alışkanlıklarla duyarsız bir çevrede hayata karışmak belki de beni bu konu üzerinde daha fazla gözlem yapmaya ve düşünmeye itti. Sanat üretimimde kullandığım ilk malzeme kildi ve onu çevremden toplayabiliyor ve direkt işleyebiliyor olmak bana hayatta edindiğim bu küçük alışkanlıkların sanat alanında devamını sağlayabiliyor gibi hissettirdi. O zaman atölyeden dışarı bir adım attım ve nehir, toprak, gün ışığı, rüzgâr, mevsimler yaptığım işin otomatik olarak bir parçası olmaya başladı. Malzeme dükkanlarında geçirdiğim vakit sokağa, parklara, ormanlık alanlara kayınca yaşadığım çevreyle gerçek anlamda bir iş birliği yapmaya başladım. Bu da, ona geri dönüşümden daha derin bir bakış açısı geliştirmemi sağladı çünkü uyum sağlamak için her anını ve kendi davranışlarımı tekrar gözlemlemem gerekti. Bu da doğa diyerek ayırdığımız ama aslında bir uzvu olduğumuz çevremizle aramıza koyduğumuz açıklığı bilinç düzeyinde değil de pratikte olabildiği kadar en aza indirmeme vesile oldu aslında.

Esin Aykanat Avcı, Her şeyin bir parçası, 2025, Hücresizleştirilmiş yosun ve gladiçya yaprakları, buluntu dal, cam tüpleri, raf
Yaşama İhtimali sergisinde, doğa ve insan arasındaki sınırları sorgularken kullandığın yapılar, formlar, malzemeler, teknikler yaşadığımız zamanın kaydını tutan bir arşiv niteliği taşıyor. Biyosanat olarak nitelendirebileceğimiz bu eserlerin süreci nasıl gelişti, teknik ve yöntemlerden söz eder misin?
Aslında tam çevremdeki organik malzemelerle ilgilenmeye, çalışmaya başladığım dönemde tesadüfen karşılaştığım bir bilimsel araştırmanın ilgimi çekmesiyle bu yola girdim. Bu bilimsel araştırma bir ıspanak yaprağından insan için organ üretmeyi amaçlıyor. Burada klorofil bazlı yeşil yapraklar bir solüsyon içerisinde bekletilerek canlı hücrelerinden arındırılıyor ama deri ve damar yapısı bozulmadan kalıyor. Bu da onlara tekrar laboratuvar ortamında doku nakli yapılması halinde başka bir formda yaşama dönme gibi bir ihtimalin yolunu açıyor. İşte bu hücresizleşmiş, şeffaf haldeki ara fazda çürümedikleri, bir nevi zamanda donup kaldıkları için aslında beklemede gibiler. Sanat eserine dönüşmeleri de onlara hem farklı bir izlence değeri hem de belli bir düzeyde dokunulmazlık sağlıyor. Bu sayede bana, benimle aynı anda, aynı çevrede yeryüzünde yaşayan bazı bitkilerin numunelerini ilerideki bir zaman için saklayabilme şansını veriyor.

Esin Aykanat Avcı, Ben biterim o başlar, o biterse ben başlarım, 2025, Hücresizleştirilmiş ayı pençesi yaprağı, buzlu cam üzerine desen
Eserlerin künyesinden anladığımız kadarıyla farklı otlar, yapraklar, bitkiler kullanıyorsun. Tam da kent ve doğa ilişkisinden söz etmişken özellikle sokak otları dikkatimi çekti. Bu bitkileri neye göre seçiyorsun, bir bölge, zaman ya da tür ayrımı var mı seçimlerinde?
Bitkiler çevremizde en çok iletişim kurduğumuz ve hatta yaşam alanlarımızda da birlikte yaşadığımız insan dışı canlılar. Çok narin görünmelerine rağmen birçoğu çok dayanıklı ve güçlü. Yaptığımız tüm tahribata, değişikliğe uyum sağlayıp hayatlarına devam ediyorlar. Zaten bizden önce varlardı, bizden sonra da olacaklar, yerin altını ve üstünü en iyi tanıyan onlar. Yaşadığım her yerde yürümeyi, yürüyerek ulaşım sağlamayı sevdiğim için bulunduğum çevredeki yaşam döngüsünü bir nebze gözlemleme fırsatı bulurum. Böyle zamanlarda da dikilmiş ağaçlar veya çiçeklerden ziyade o ortamda iklime ve ortama göre kendiliğinden yetişen kadim bitkiler dikkatimi çeker. Bunların en belirginleri de sokak otları oluyor genelde. Hem çok ilginç yerlerde yetişebilmeleri, sonsuz azimle her yerden fışkırmaları hem de bu kadar görünmez olmaları ilgimi çekiyor sanırım. Bir sokak otunu alıyorum, hücresizleştirip bir kompozisyon yaratıyorum, ya da öylece bir sergileme alanına bırakıyorum. Az önce sokakta yanından veya üzerine basıp geçtiğimiz bir bitkiye herkes spot ışık altında yakından bakıp inceleme, hakkında sorular sorma ihtiyacı duyuyor. Bu her seferinde bir farkındalık yaratmıyordur tabii ki, amaç o da değil zaten ama bu görece hızlı atfedilen değer değişimini gözlemlemek kendim ve eser seyircisi üzerinde de küçük bir deney yapmak gibi benim için.
Biyolojik bir yaklaşım sürdürmek bir sanatçı için yabancı bir durum değil diye düşünüyorum. Sanatçının, atölyesinde malzemeyle, teknikle kurduğu ilişki bağlamında bir yaklaşım olarak biyoloji gündelik bir zemine oturuyor. Atölye de bu sürecin bir parçası olarak eser üretiminde malzemenin doğasına ve yapısına göre şekilleniyor. Canlı bir form ve yaşayan bir yapı ile çalışırken noktayı nerede koyuyorsun, daha doğrusu sen bir sanatçı olarak sürecin neresinde dahil oluyorsun ya da çıkıyorsun? Sanat eseri ile laboratuvar nesnesi arasında nasıl bir ilişki var ve sen bunun neresindesin?
Bilimsel bir araştırmadan yola çıktım. Bu araştırmanın önerdiği tüm süreci laboratuvarda deneme fırsatı da buldum. Ama tabii ki hiçbir zaman amacım bu araştırmanın bire bir sonucuna ulaşmak olmadı. Bu araştırmanın kullandığı organik malzeme, bu malzemenin yaşamın doğal akışında insanla olan ilişkisi, yarattığı sıradışı görsel etki, çok tanıdık bir malzemenin gündelik algısını değiştirmesi ve bizimle olan ilişkisini tekrar sorgulatması ilgimi çekiyor. O yüzden malzemenin yaşamla ölüm arasında gelmiş olduğu ara faz benim için durma noktası. Eş zamanlı birlikte yaşadığım bitkilerden numuneleri ileride bir laboratuvar ortamında tekrar işlenebilecek hale getirip bırakabiliyor olmak beni bu işi devam ettirmeye teşvik ediyor. Deney fazından çıkıp tıbbi girişimlerin başladığı nokta da benim için sınır sanırım. Tıbbi bir amaç gütmemek deney alanında kendi yöntemlerimi geliştirme özgürlüğünü de veriyor ayrıca.
Daha önceki sergilerinden de biliyoruz ki senin pratiğinde izleyici, doğrudan sürece dahil oluyor. Önceki çalışmalarında, su ile çalıştığın ve süreç sanatını gördüğümüz bir yaklaşımın var. Suda eriyen yapılarda zamanın akışına tanıklık ediyorduk, şimdi ise doğanın akışında zamanı donduruyorsun bir nevi. Buradaki sergileme pratiğinde kullandığın modelde bazı nesneler var; büyüteç, ışıklı kutular, deney tüpleri gibi. Bunu bir sergileme biçimi olmanın ötesinde aslında bir laboratuvar olarak da algılıyoruz. Bu anlamda sergi kurgusunu merak ediyorum, nasıl kurguladın?
Bulduğum bu bilimsel araştırmaya nasıl yaklaşacağımı ve yöntemleri uygulamayı öğrenme aşamasında laboratuvarda biraz vakit geçirdim. Laboratuvar araç gereçleri, ortamı, düzeni görsel olarak da çok ilgi çekici bence. Kendine ait bir düzeni ve estetiği var. Her laboratuvar süreci sonucunda da birlikte çalıştığım bilim insanları hep atölye ortamında tek başıma çalışırken de kullanabileceğim bazı laboratuvar gereçleri verdiler bana. O yüzden biraz organik olarak dahil oldu bu malzemeler aslında işlere. Öğrenme ve deney süreçlerinde beni etkileyen görsel anları taklit etme veya onları daha sanatsal bir algı veya kurguyla paylaşma, sonuçta elde edilen nesnenin ötesinde, o ortamı ve malzemeyle geçirdiğim süreci sergi alanında da hissettirme yoluna girdim diyebilirim. Ayrıca sergide birbirine geçmiş, Anda Sabit Yaşam (Still Life) ve Uyanmayı Bekleyenler başlıklı iki ayrı seriden eserler var. Anda Sabit Yaşam serisi, eserle izleyici arasına engel koymuyor, daha dokunulabilir, yakından bir deneyim sunuyor fakat Uyanmayı Bekleyenler’de çalışmalar korunaklı düzenekler içerisinde sergileniyor. Laboratuvar malzemeleri işte bu korunaklı düzenekler oluşturma konusunda da bana ilham kaynağı oldu, bazen de direkt işlerin bir parçası haline geldi.
Soldan sağa; Esin Aykanat Avcı, Kalbimdeki Yeşil, 2025, Hücresizleştirilmiş sokak otu, yosun, 18x13 cm Esin Aykanat Avcı, Mevsimler, 2025, Hücresizleştirilmiş yapraklar, buluntu dal, 1920x1080 full hd video, 1'12'' Esin Aykanat Avcı, Uyuyan Güzel, 2025, Hücresizleştirilmiş kar topu bitkisi yaprağı, buluntu dal, cam, 140x50x41 cm
Yola çıktığın yöntem, laboratuvar süreci olan bir araştırmadan geliyor. Bu araştırmanın içeriğinden, amacından ve nereye gittiğinden söz eder misin?
Daha ayrıntılı belirtmek gerekirse proje, Crossing Kingdoms: Using decellularized plants as perfusable tissue engineering scaffolds isimli bilimsel makalenin yöntemlerini kullanıyor ve bu araştırmadan ilham alıyor. Aslında sanatsal çalışmalarımın en başından beri insan ve doğa etkileşimi ve insanın tekrar doğanın bir parçası olabilme ihtimali üzerine düşünüyorum ve araştırıyorum. Bu bilimsel çalışma da, yapraklardan insanlar için organ üretmeye çalışıyor ve yaprakların damar yapısının insanlarınkine olan benzerliğinden bahsediyor. Burada beni etkileyen ve bana yakın gelen ilk nokta, teknoloji çağı olarak betimlediğimiz ve doğayla aramıza mesafe koyduğumuz bu çağda bir bilim insanı grubunun tekrar doğaya dönüp bakma ve tüm cevapların orada olduğunu tekrar hatırlama ihtiyacı duymuş olması. İkinci nokta da, insanın doğayla tekrar bir olabilme ihtimali konusuna kesin bir cevap vermesi ve aslında insanın doğadan biyolojik olarak hiçbir zaman kopmadığını, şehirde yaşamanın bile onu doğanın dışına atmadığını ama bir süredir kendini bilinç düzeyinde başka türlü konumlandırma çabası içerisinde olduğunu bana hatırlatması oldu. Ben bu süreçte uzun zamandır etrafında döndüğüm bir soruya kendimce somut bir cevap buldum ve devamındaki araştırma ve çalışma süreçlerim de artık bu farkındalık üzerinden gelişecek.
Bu araştırmada ve senin serginde bitkiler hücrelerinden arındırılıyor ve damar yapısı korunarak iskelet yapı sabit kalıyor. Bu iskelet, şeffaf bir ev olarak tanımladığın yaprak bünyelerinin başka konaklara mekân olmasını mümkün kılıyor. Özünde çakışan ev ve şeffaflık kavramlarını iç içe geçiriyorsun ve izleyiciyi, insan merkezci bir okuma yaparken yakalıyorsun. Evin kapsayıcı ve esneyen tarafıyla “şeffaf bir ev”, doğanın, zamanın ve mekânın temsilini yaprak bünyeleri üzerinden nasıl kuruyor burada?
Aslında şeffaflık bizim algıladığımız anlamda ev kavramının duvarlarını yıkıyor. Dünyaya belirli bir formda gelmiş, yaşamış bir bünye, canlı hücrelerinden arınmış bir şekilde karşımızda ama tam ölü de değil. Doku nakliyle tekrar yaşama dönme, başka bir sistemin parçası olma ihtimali var. Bildiğimiz anlamda yaşam döngüsüne de ara bir faz katıyor aslında. Bir bünyenin tek bir canlı için değil belki de farklı canlılara da uygun bir ev olarak yaratılmış olabileceğini gösteriyor. Bizden alınan bir parçanın başka bir canlı bünyenin sisteminde yaşayabileceği veya başka bir formda hayatına devam eden bir canlının bir parçasının organik olarak, gerçek anlamda vücudumuzun bir parçası olarak hayatına devam edebilme fikri, kendimizi üstün gördüğümüz birçok şeyle bir anda hizalanmamızı da sağlıyor bence.
Yaşama ihtimali nedir?
Yaşam çok geniş bir kavram ve içerdiği her şey de ihtimaller üzerinden ilerliyor. Her şeyin bir zıddı ve alternatifi var. Yaşama ihtimali demek aynı zamanda ölümün de gerçekliğinden bahsetmek demek. İhtimal kelimesi, kesin yargıları, sonuç odaklılığı ortadan kaldırıyor ve diğer tüm alternatifleri de işin içerisine sokarak bizi tekrar sürece odaklıyor diye düşünüyorum. Hayatta da bir sonuca ulaşmak yok, yaşarken biten hiçbir şey yok, hep devam eden, akan bir süreç var. Her an, bir ara faz aslında. Sergi alanına girildiğinde de donuk, ölü bir his yaratan bir kurgu var. Tüm nesneler nihai haline ulaşmış gibi ama aslında yaprakların hala laboratuvar ortamında tekrar doku nakliyle farklı bir formda yaşama ihtimali hala var. Bu hale gelmeselerdi de zaten dalında kuruduktan sonra toprakta farklı bir formda yaşamaya devam edeceklerdi. O yüzden nasıl yaşama ihtimali ölümü barındırıyorsa ölmek de başka birçok formda yaşama ihtimalini barındırıyor.