top of page

Kendime hakim olamıyorum: Gezegendeki en yaşlı akıl terliyor


Sanat Kullanımları: Son Sergi* Abbas Akhavan, Refik Anadol, Futurefarmers ve Laure Prouvost'nun sanatsal müdahaleleri/mimari önermeleri, SALT Galata binasının yapısının ve arşiv koleksiyonları gibi kaynaklarının yeterince kullanılmamış yanlarına hayat vererek, kurumu geçici olarak yeniden çerçeveleyen ayrı işlev ve olasılıkları ön plana çıkarmayı hedefliyor. Diyalog ve görüş ayrılığına mekân ve imkân sağlayan; birbiriyle ilişkili ama zıtlıklar içeren tepkiler hedefleyerek ortak kaygı ve sorular ışığında gerçekleştirilen müdaheleler 11 Haziran'a dek SALT Galata'da yer alacak.

Laure Prouvost'un Pürüzsüz Mermerinizden Parlayacak Kadar Yumuşak ve Kavisli isimli müdahelesi daha önceki mekâna özgü çalışmalarından hareketle yapının ayrı yerleri ve kullanımlarını inceliyor. Sanatçı, kasıtlı yanlış anlaşılmalar, kültürel kaymalar ve hikâye anlatıcılığı üzerinden yapının örtük faaliyetlerini ortaya çıkarıyor. Didem Pekün ve Laure Prouvost geçtiğimiz haftalarda Kılıç Ali Paşa Hamamı'nda buluşarak bu müdahelenin detaylarını konuştular.

Laure Prouvost, From the wet monitor man, 2017

Evet Laure, seni şehirdeki en eski hamamlardan biri olan bu hamama davet etmek istedim. Hakiki bir "Türk-işi" deneyimin iyi bir başlangıç olacağını düşündüm. Burası Kılıç Ali Paşa Hamamı, burada bir güzel yıkanıp temizlenebilirsin. Hiç hamama gitmiş miydin? Gördüğün gibi burası çok nemli, her yer buhar. Ayrıca senin için bir şarkı listesi hazırladım, benden sana bu deneyime yönelik bir hediye... (https://play.spotify.com/user/didempekun/playlist/0I0g28V8cxALaxhfEucAjk)

Harika. Aslında ben de benzer bir şey yapmayı, seni çamur banyosuna götürmeyi düşünüyordum… Belki de kendimizi tarihimizin çamurlarıyla kaplayarak işe başlamalıyız. Bildiğin gibi, etrafımda hep çamur var; büyükbabam kavramsal sanatla uğraşıyor ve son ‘fikri’ otoritelere haber vermeden İngiltere’den Afrika’ya bir tünel açmaktı. İzin almadan ne yapılabilirse artık… Her neyse, her hafta tünele inip onu ve çamurlu geçmişin içindeki kayıp tarihçelerimi aradım… Ve bu yüzden, evet, gelip kendimi temizlemek çok isterim.

Biliyorum, toz içinde tünelden geldiğinde buna ihtiyacın olabileceğini düşünmüştüm. Nasıllar bu arada?

Saç masajı yaptırmak ve güzelce temizlenmek çok isterim, biliyorsun tünel karanlık ve acayip kaygan ama bu durum büyükbabam için önemli değil. Geçmişin bütün gerçekleri ellerimizde eriyor ve hikaye genişledikçe icat ediliyor sanki.

Geçen gün tünele indim ve uzakta iki küçük şeyin parladığını gördüm. Bunların büyükbabamın gözleri sanıp "Dede! Dede! Beni görebiliyor musun? Beni duyuyor musun?” diye bağırdım. Ama iPhone’umla biraz daha yaklaştığımda bunların parlayan iki çivi olduğunu gördüm... Büyükbabam iki yıldır eve gelmiyor; nerede olduğunu bilmiyoruz.

Büyükannem ise sürekli Tesco’dan eve sipariş veriyor, cips yiyor ve tek yaptığı ısıtıcıyı seyretmek. Dedem ortadan kaybolduğunda beri gerçekten çok kilo aldı ve geçen gün tünelin girişinde sıkışıp kaldı.

Çok üzücü. Bu hamamın altında da tüneller var. Kim bilir belki de büyükbaban buradan çıkıverir?

Burası çok eski ve etkileyici bir Mimar Sinan eseri olduğu için, halen bazı yeraltı geçitleri olabilir. Tavana baksana, yıldızlar ve ayla kaplı, çok semavi bir hissi var... Ve işte biz de burada vücutlarımız sabun köpüğü kaplı, ısıtılmış mermerin üzerinde yatarak tavanı izliyoruz. Bu gerçekten lüks bir deneyim. Çok eski bir adet bu. Biliyorsun bu yapıları aslında sultanlar için inşa etmişler. Buraya gelip oturuyorsun, biri gelip seni yıkıyor ve seni kirlerinden kurtarıyor. Bir bakıma imparatorluk mirası bu. Başka birinin gelip beni yıkamasından aslında biraz rahatsız oluyorum. Benim kirim, benim sorunum. Sen kendi tarihinle nasıl baş ediyorsun?

Evet, ne demek istediğini anlıyorum, bence de gündelik temizliğimizi kendimiz yapmalıyız, geçmişimizin kirini temizlemeliyiz ama bizim dışımızda bu işi yapacak birinin olması, gözden kaçırdığımız köşelere girmesi, neyi hatırladığımıza, neyi icat ettiğimize, neye bakmak istediğimize biraz uzaktan bakmamız iyi olabilir. Bence her ülke ve her insan kendi geçmişini romantize eder ya da yaratır çünkü tarih anlatılırken her insanın kendi bakış açıları ve duyguları üzerinden süzgeçten geçiyor... Kurgu işte bu noktada devreye giriyor.

Benim kişisel tarihim yaşadıklarımla, ayrıca kurmaca olaylarla; gerçeklerle aynı düzeyde var olan rüyalar ya da hatıralarla örülmüş durumda. Ve bence ancak gerçeği, rüyalar ve kurmaca aynı düzeyde olduğunda sorgulayabiliriz.

Harika, evet, haklısın. Birilerinin her zaman "baksana, kirlenmişsin," demesi gerekiyor. Uğraştığımız şeye dışarıdan bakabilmek için birer ayna olarak birbirimize ihtiyacımız var. Peki, kurmaca seni nasıl etkiliyor? Ya da şöyle sorsam daha iyi: Kurmaca sana ne gibi imkanlar tanıyor?

Kurmaca bizim hakikatimizi, inancımızı, kesinliğimizi, aynalarımızı ve aynadaki yansımaları sorguluyor.

Burada, hamamda mermeri ısıtıyorlar, böylece üzerine oturduğunda eriyip gidiyorsun. Mermer sana nasıl bir his veriyor? Mermer neredeyse mizahın zıddı gibi. Mizahın zıddı olarak mermer. Sanki kurumlar büyük ve kalın harflerle "BİZ KURUMUZ" demek için, ciddiyetlerini belli etmek için mermere ihtiyaç duyuyor gibiler.

SALT’taki sergide de bu malzemeyle de uğraşıyorsun…

Hımm, evet, mermer bir anlamda da çamurun tersi… Soğuk ve güçlü, genellikle bir şeyi gizler, o kadar da pürüzsüz olamayacak! bir binayı kaplar. Ayrıca etkileyici, ihtişamlı ve pahalı.

Büyükannem bir keresinde bana oturma odasını mermerle kaplatmak istediğini söylemişti. Bunun ne kadar zor olacağının farkında mıydı bilmiyorum ama sanırım komşularını etkilemek ve onları dağınık ve çamurlu oturma odasına davet etmekten kurtulmak istiyordu.

Evet, benim için mermer güç demek, ayrıca temizlemesi de kolay, yani pratik bir malzeme. Münih’te Haus de Kunst’ta bir proje yapmıştım: Mekanın içi tamamen mermer kaplı ve SALT gibi bir tarihe de sahip değil. Geçen yüzyılın başında inşa edilmiş; gerçekten statü ve güç gösterisi gibi görünüyor. Hitler inşa ettirmiş, dolayısıyla bu malzemeyle ilintili ağır bir tarihi var. Mermer desenini kumaş üzerine bastım ve her şey gevşek ve gerçek-dışı bir hal aldı. Mermeri sıvılaştırmamız, o maddesellikle oynamamız gerektiğini hissediyordum. Böylece mermeri bir örtü, bir şeyleri gizleyen, örten bir nesne olarak görmeye başlıyordunuz.

SALT için yeni bir iş üreteceğim. Çöp adamlarla ve temizlik işçileriyle çalışacağım. Çok net olmayan bir geleceği daha iyi görmek için geçmişin pisliğini temizleyen temizlikçiler… “Kirli geçmişinizi temizlemek” sabah yürüyüşünden ayakkabınıza bulaşan tozu, daha eski tozları, gelecekteki karmaşayı temizlemek… Bu sonu gelmez kirli dünyada. Ayrıca mermer, mozaik cam ve tromp l’œil’le, yüzeyin gizlediği, sakladığımız şeylerle uğraşacağım.

Laure Prouvost, DER ÖFFENTLICHKEIT serisinin parçası olarak We would be floating away from the dirty past yerleştirme görüntüsü

VON DEN FREUNDEN HAUS DER KUNST

Fotoğraf: Wilfried Petzi, 2015

Sanatçının, Galerie Nathalie Obadia'nın (Paris - Brussels) ve carlier | gebauer'in (Berlin) izniyle

Yani bu bir anlamda gelecekle alakalı bir şey, öyle değil mi? Tarihçelerden bahsediyoruz ama nihayetinde aslında bir geleceği inşa etmeye çalışıyoruz. Nasıl bir gelecek hayal ediyorsun? Gelecekte nasıl yaşıyorsun? Orada ahtapotlar var mı? Benim hayal ettiğim gelecekte her şey teknikolor, bir sürü kedi ve evrensel bir temel gelir var. Herkes eşit bir temele sahip. Dünyayı dostluk kurtaracak.

Evet! Gelecek! Gelecekte ortalık eriyen turkuaz mavi ve yeşil hafif bulutlarla kaplı olacak. Etrafta kediler olacak, oyuncaklar havada yüzecek, olası en yumuşak ortam içinde bedenler sürüklenecek ve harika telefonlarıyla işlerini yapacaklar.

Öncekine kıyasla daha melankolik bir dünya bu. Var olan bütün dokuların karmaşası. Yine de huzurlu bir dünya olacak; çalışırken, bir metin yazarken, bizim şimdi yaptığımız gibi sohbet ederken ahtapotlar vücutlarımıza hep masaj yapacaklar, bizi gıdıklayacak, rahatlatacaklar... Ayrıca...

Bak, senin için buraya da bir ahtapot getirdim ama maalesef mermerin ısısı onu rahatsız ediyor. Ne yapsak acaba?

Benim için bu gezegenin en yaşlı aklı ahtapottur; kaygandır, hava sıcaksa kötü kokar, sizi yakaladığında korkutucudur ve suda hareket ederken son derece zariftir. Maalesef hamamda o kadar kötü kokacak ki onu bırakıp gitmek zorunda kalacağız. Bu kelimeleri yazarken bile onun kokusunu duyabiliyorum, sen de duymuyor musun? Kelimelerin kokması, hafızanın işini yapması fikrini seviyorum. Birinin “Laure, senin filmlerin pis kokuyor,” dediğini hatırlıyorum. Bir harfin ya da bir pikselin kokmaya başlamasını seviyorum. SALT’ın duvarlarından sızan bir ahtapot olsun isterdim. Sanat Hamamı olarak SALT Türkiye’nin yaşadığı yoğun siyasi ortamda huzur verici bir yer. En yaşlı aklın da burada olması gerekir.

Evet, ahtapotun zarif olmasının bir nedeni çok yavaş hareket etmesi; hızlı da hareket edebiliyor ama doğal ortamında çok yavaş. Biliyorsun, ben dalıyorum ve ahtapotları denizin dibinde görmek gerçekten büyüleyici bir şey; fark edilmemek için kendilerini küçük taşların ardına gizliyorlar. Eğer denizin dibinde, kumun orta yerinde bir küçük taş yığını görürsen, muhtemelen orada bir ahtapot saklanıyordur.

Seninle bir ara ‘hız’dan bahsettiğimizi hatırlıyorum. Çalışırken kendimizi içinde bulduğumuz hızlı süreç konusunda ne düşünüyorsun? İdeal olarak, senin hızın ne olurdu? Filmlerindeki hızlı kurgular neredeyse bu hızı, zamanımızın şizo-kişiliğine yetişmeye çalışan düşünce süreçlerini yansıtıyor; filmlerin kokuyor ama aynı zamanda nefes nefese koşuyorlar…

Evet Didem, nasıl bir beyin, nasıl bir zihin bu! Haklısın! Düşüncenin hızı, evet, yaşadığımız zamana ait bir diğer nokta da bu.. Tuvalete gitmek, yemek yemek, uyumak gibi hepinizin ihtiyaç duyduğu bedensel faaliyetler dışında her şey hızlanıyor gibi.

Filmlerimin kendilerini tüketme biçimleri yaşadığım hayatın doğrudan birer aynası. Belki de film bittiğinde, ortalık sessizleştiğinde bundan keyif almanız için… Bence film hayatın, hızının ya da sessizliğinin yoğunlaşmış hali, alkol gibi. Tek bir his olarak da ortaya çıkabilir; sonuçta ilkelerimize meydan okur, hayatla yarışır ama sadece bir yansımadır. Ayrıca tamamiyle hayal gücüyle ilgili; hem hızı hem de görüntünün öncesini-sonrasını görmeyişimiz. Seyirci, ana karakter, kahraman olarak eksik parçaları siz tamamlarsınız. Bütün gördüklerimizi, duyduklarımızı ya da kaçırdıklarımızı nasıl işleriz?

Şimdi burada derin bir nefes alalım… Çooookkkk yaaavvaşşşşççaa okkkuuuyyunnnn… sonra devam edin.

Küçükken Londra’da oynadığımız (Brexit’i hayal bile edemezdik o zamanlar) ve bizi mükemmel bir geleceğin beklediğini hayal ettiğimiz zamanları hatırlıyor musun? X kuşağı, jimnastiğin ve kötü kıyafetlerin ama bana sorarsan harika müziğin hakim olduğu 80’lerin çocuklarıyız.

Dünyada bu kadar kaos olacağını kim tahmin ederdi ki? Politikleşmekten başka yol görenedim ben ve sen de içi öfke dolu, müdahil işler üretiyorsun. Nihayetinde, “kendimize hakim olamıyoruz” ve yaptığımız işi yapıyoruz.

Evet, büyükanne ve babalarımız küçük bir tarih, bizim işlerimiz de başka birer küçük tarih. İşimizi yapmalı, etrafımızda olanlara doğrudan ya da dolaylı olarak acilen tepki vermeliyiz çünkü özgürlüklerimiz sorgulanıyor. Derin araştırmalar yaparak, nereden geldiğimizi anlayarak, karmaşık topluluğumuzun ve kişisel tarihlerimizin bize ne yaptığını anlayarak geçmişimizi bugüne taşımalı, geleceğimizi hayal etmeliyiz. Yine de birçok şeyi şiirsel bir biçimde yapabileceğimize inanıyorum, senin işlerinde yaptığın gibi, hazzı, deneyimi ve duyuları kullanarak. Bu işler çok daha fazla şey anlatıyor, sistemlerden bağımsız olduğumuzu, kendi dilimizi, cesaret ve dürtülerimizi ifade eden evrensel bir dil icat ettiğimizi. Gitgide daha da ısınan bu fiziksel ve politik iklimde sanatçının rolü oldukça önemli.

Hadi çıkalım hamamdan. Gerçekten erimek üzereyim; çok sıcak burası. Yakında erimiş bir kütleye dönüşeceğiz. Dışarı çıkalım ve çeşitli toprakların ve ahtapot dolu denizlerin üzerinden esip gelen temiz havayı soluyalım.

Laure Prouvost, IDEALLY WE WONT BE LOST IN HISTORY, 2014, Kart üzerine yağlıboya ve cila, 30 x 40 x 2 cm

Sanatçının ve Galerie Nathalie Obadia'nın (Paris-Bruxelles) izniyle

* L'Internationale'nin 2012'den bu yana sürdürdüğü beş yıllık The Uses of Art [Sanat Kullanımları] programı, sergi, e-yayın ve konuşmalarla Nisan ayında sona eriyor. Kültür kurumları için "acil durum", "sorumluluk" ve "hedef" kavramlarının neyi ifade ettikleri ve beraberlerinde ne gibi gereklilikleri getirdikleri sorularını temel alan L'Internationale konfederasyonundaki altı Avrupa müzesi ile bağlantılı çevrelerde yürütülen tartışmalar kültür kurumlarının vazifeleri üzerine çok yönlü bir düşünce üretimi sunmayı hedefliyordu. SALT'ın bu son L'Internationale sergisi, bir kültür mekânı olarak SALT Galata'nın ne olduğu ya da olabileceği üzerine meanı kullanları özgün tepkiler vermeye ve nitelikli yorumlar yapmaya teşvik etmeyi amaçlıyor. Sergi paralelinde, Akhavan ve Prouvost'nun katılımıyla 26 Nisan'da başlayacak olan bir konuşma programı da düzenlenecek.

Çeviri: Ahmet Ergenç

Son okuma: Melek Aksoy

bottom of page