top of page

Kayıp komşunun izinde


Nerededir? Daha da önemlisi, var mıdır? Varsa, nerede aramak gerekir “iyi komşu” dediğimiz kişiyi? Peki biz her şeyden de önce, gerçekten komşu muyuz sözde komşuluk yaptığımız mekânlara, kişilere, olgulara?

Galata Rum Okulu, Fotoğraf: Şahir Uğur Eren

İyi bir komşu teması ile yola çıkan 15. İstanbul Bienali’nin sorduğu soruları epey bir çoğaltmak mümkün. Belirli kısımlarına belirli cevaplar getirmek de öyle, ben buna yeltenmeyeceğim. Benim özellikle altını çizmek istediğim bir soru var: Nasıl iyi bir komşu olunur?

Bienal’in altı ana mekânı arasında bu soruyu hem sorup, hem de cevaplamaya yeltenen bir mekân mevcut, benliğini ve hafızasını yanına alarak inatla var olmaya devam etmesiyle bile bu soruyu gündeme getiren bir yapı aslında burası; Galata Rum Okulu.

Pedro Gómez-Egaña, Eşyaların Etki Alanı, 2017, Fotoğraf: Şahir Uğur Eren

Mekânın önünde oluşan kalabalığa bakıp içimizde beliren umut kırıntısına göz kırparak adım attığımız Rum Okulu’nda ilk karşılaşmayı Pedro Gómez-Egaña’nın Eşyaların Etki Alanı (2017) adlı performans yerleştirmesi ile yaşarız. Bir platform algılarız önce, üzerinde evi hatırlatan ögeler vardır; her türlü kişisel eşya, bir yatak, çeşitli boyutlarda sehpalar ve lambalar, sandalyeleri ile bir yemek masası, masanın üzerinde tabaklar. İlk bakışta bu, çok da tekin bir his vermez; davetsiz misafiri olduğumuz bir yaşam alanını andırır. Daha sonra bu ev dekorunun üzerine yerleştirildiği platformun altında farklı bir alan algılarız. Yalnızca yapısal ögeler taşıyan bu alan, demir strüktürlerin arasında tüm yapıyı kontrol eden insanları fark etmemiz ile mekânlaşır, mekânlaştığı anda platformun aslında tek parça olmadığını, birbirinden bağımsız hareket ettirilebilen gelişi güzel parçalardan oluştuğunu fark ederiz. İşler de işte bu noktada değişir; sanatçının yeraltı olarak düşlediği bu yapısal mekân ile yukarı mekân, yani bütün kuralları ve işleyişi ile birlikte bizim dünyamız arasında doğrudan bir ilişki kurulur. Bir nevi, adına yaşam denilerek belirli mekânlar etrafında oluşturduğumuz bu yorucu döngünün “yeraltı” ile ilişkisi sorgulanır. Eninde sonunda şu sorulur: Kurguladığınız hayatın gerçeklerine ne kadar iyi bir komşusunuz? Komşu kavramı da işte burada iki farklı apartman dairesindeki hayatların yan yanalığı baz alınarak soyutlaşır, ve iyi bir komşu sorusu metamorfoz geçirir: politik veya değil, yanı başımızda olup bitenlerin, yani gerçeklerin ne kadar farkındayız? Ve bu gerçekler ile ilişkimizi ne kadar umursuyoruz?

Var olan her şey politiktir. Birey nasıl ki toplumu oluşturan en küçük birim ise, ev de şehri oluşturan en küçük birimdir. Bu ikisi arasında paralel çekildiğinde, evin politik bir mekân olarak Bienal’de sıklıkla karşımıza çıkması bizi pek de şaşırtmamalı. Politiğe bu denli teorik bir giriş yaptıktan sonra, yeni bir boyut kazanan iyi bir komşu sorusunu mekân üzerinden incelemeye devam ederiz.

Olaf Metzel, Toplanma Merkezi, 1992/2017, Fotoğraf: Şahir Uğur Eren

Rum okulunun ikinci katında, Olaf Metzel’in Toplama Merkezi (1992/2017) bizi kapalı bir mekânın farklı boyutlarını incelemeye davet eder. Herhangi bir kapıdan daha baskın bir kontrollü giriş sağlamak adına çoğunlukla stat girişlerinde karşılaşılan demirli döner kapıdan geçtiğimizde, yerlerinden edilmiş sosyal grupların çevrelerinde sıklıkla gördüğümüz galvanize oluklu demir kaplı bir oda bizi karşılar. Yine ilk bakışta bariz bir anlam oluşturan bu yerleştirme, –dünya yeni bir kavimler göçü yaşarken oluşan yeni göçmen sınıfının iyi komşusu kim olacak?– derinine indikçe mekânsal algımızı açar; hayalimizde canlanan asıl duvar ile malzemenin oluşturduğu yanılsama duvarı arasındaki gerilim ve demir örtünün şiddetle bükülmüş köşesi mekânın sınırlarına ve kapsayıcılığına göndermede bulunurken aynı zamanda Gómez-Egaña’nın sorusuna cevap verir: belli ki iyi bir komşu olamamışız, zira olup biteni hiç umursamıyoruz.

Heba Y. Amin, Kuşlar Uçarken, 2016

Yüzleşmenin şokunu atlatmaya çalışırken uzaktan hafif bir umut kokusu alırız; Heba Y. Amin’in Kuşlar Uçarken (2016) adlı video yerleştirmesi şoku hafifletmez, fakat olası bir çözüm önerir. Brian O’Doherty, Beyaz Küpün İçinde adlı kitabının en başında perspektiften bahseder. Görmek her şeydir. Dünya’yı yatay düzlemden –insanın perspektifi, laneti de denilebilir– görmek, insan ırkı hakkında çok şey söyler. Ego, yatay düzlemde barınır. Dikey düzlem benlik kabul etmez, biz kavramı üzerinden hareket eder. Aynı şekilde; yukarıdan görmek, yalnızca görmektir. Amenábar’ın Agora’sında ustaca kullanılan sinema tekniğini hatırlayalım. Adel Imam’ın Karanlığın Kuşları (1995) adlı filminden ses dosyaları ve diyalog sekansları ile bir insansız hava aracının bulunmuş görüntülerini yeni bir bütün içinde eriten Kuşlar Uçarken; yatay-dikey, birey-toplum ve bir-bütün gibi zıtlıkları temel alarak politik egonun epey kuvvetli bir eleştirisini sunar. “Aşağısı boğucu” diyerek yukarı çıkmayı yani bir perspektif değişimini önerir. Yatay düzlem: yeraltı, duvarlar ve mekânlar. Pedro Gómez-Egaña ve Olaf Metzel’in işleri ile komşusu olduğumuz bu kavramlar ile ilişkimizi Amin’in işi üzerinden sorgularız: Bütün bunlar gerçekten gerekli mi? Dikey perspektifi edinmek için gerçekten uçmamız mı gerekir? Yoksa bu saçmalığı (politika) bir kenara bırakıp yolumuza devam edebilir miyiz?

Eşyaların Etki Alanı ile başlayıp, Toplama Merkezi ile devam eden ve Kuşlar Uçarken ile noktalı virgül koyduğumuz bienal yolculuğu, en küçük politik birimden tüm küresel sorunların anası sayılabilecek bir olguya kadar giderek mekân üzerinden komşuluk kavramını inceliyor. Yol boyunca komşu ve komşuluk soruları farklı şekillere bürünüyor. Rum okulundaki bienal yolculuğu ise; Ali Taptık, Mark Dion, Bilal Yılmaz, Dan Stockholm, Andrea Joyce Heimer, Jonah Freeman & Justin Lowe, Morag Keil & Georgie Nettell, Erkan Özgen, Mahmoud Obaidi, Kasia Fudakowski ve Lungiswa Gqunta gibi sanatçıların, komşuluk kavramına benzer politik/ekonomik/sosyolojik açılardan yaklaşan, üretim sektörlerini, kültür ve alt kültürleri ve vazgeçilmez olarak mekânı inceleyen işleri ile devam ediyor.

Leander Schönweger, Ailemiz Kaybetti/Kayboldu, 2017, Fotoğraf: Şahir Uğur Eren

Leander Schönweger’in binanın en üst katındaki Ailemiz Kaybetti/Kayboldu (2017) adlı mekânsal yerleştirmesini de deneyimledikten sonra, sanki böyle olması istenmişçesine karşımıza çıkan bir İstanbul manzarası ile baş başa kalıyoruz. Aklımızda ise son bir soru: Toplumun, kişinin, kişiselin ve politiğin bu denli yozlaştığı ve yolsuzlaştırıldığı bir dünyada iyi bir komşu kime ve neye yarar?

Görece doğru bir zamanda çok doğru sorular soran 15. İstanbul Bienali, belki de bu son soruya kuvvetli bir cevap veremiyor; bunun yerine nasıl iyi bir komşu olabileceğimize dair dolaylı bir öneride bulunuyor. Bu aslında, Bienal’in sanatsal kimliği ile iç içe bir öneri; sonuçta çağdaş sanat sergileri, sanatın yayıldığı birincil mecra olarak, izleyicileri ve soruları arasında yarı organik bağlar kurmak ister.

Pedro Gómez-Egaña, Olaf Metzel ve Heba Y. Amin’in işleri de, izleyicilerini çeşitli politik söylemlere, kuramlara naif bir mütevazilikle komşu olmaya davet ediyor; genellikle benliğin dışında konumlanan söylemleri ile izleyicileri arasında samimi bir tanışıklık yaratarak “belki de iyi bir komşu olmak için tek gereken budur, hoşgörü ve samimiyet” dedirtiyor.

Comments


bottom of page