Koreograf ve çağdaş dans sanatçısı Tuğçe Tuna, bu sene 15. si düzenlenen İstanbul Bienali’ne, Küçük Mustafa Paşa Hamamı’na özel olarak tasarladığı Beden Damlaları adlı eseri ile katılıyor. Sanatçının kendisinin de dahil olduğu dokuz dans sanatçısı ile gerçekleştireceği gösteri; kinestetik empati, bedenin biriktirdikleri ve görünmeyen kayıpları üzerine odaklanıyor. Öteki bedeni, komşu beden olarak ele alan Tuna, İstanbul Bienali’ne davet edilen ilk koreograf ve çağdaş dans sanatçısı. Tuğçe Tuna’yla dansa bakışını, Beden Damlaları’nı ve sanat pratiğini konuştuk.
Fotoğraf: Nora Tataryan
15. İstanbul Bienali’ne nasıl dahil oldunuz? Bu proje nasıl gelişti biraz anlatabilir misiniz?
Küratörlerimiz bildiğiniz gibi performans sanatlarıyla ilişkisi olan küratörler. Tanışmamızda mekan spesifik işlerimi, bedene ve mekana nasıl yaklaştığımı gördüler ve bienale davet ettiler. İlerleyen zamanda Küçük Mustafa Paşa Hamamı içinde bir eser üretimi üzerine konuştuk, fikir geliştirdik. Daha önce bu mekanı görmüştüm ve burada iş üretmeyi de istiyordum, bu anlamda birbirini doğuran bir süreç oldu diyebilirim. Beden Damlaları mekanda üretilen bir is. Yaklaşık 30 sunumu da burada gerçekleştirmeyi planladık. Uzun bir sürecin içerisindeyiz. Monica Bonvicini’nin de işleri bulunuyor hamamda. Eserlerimiz hem birbirinin alanını belirliyor, hem de birbirine komşuluk yapıyor.
Performanslarınızda belirli bir ekiple mi çalışıyorsunuz, ekibinize katacağınız sanatçıları nasıl seçiyorsunuz?
Düşünce ve dürtülerimin, açığa çıkabileceği, risk alabileceği, dönüşebileceği mekanlar ve bedenler ile üretmeyi tercih ediyorum. Dolayısıyla, eser üretimi deneyimine açık olabilecek, fiziksel, ruhsal ve düşünsel olarak kendini yaratım sürecine dahil edebilecek her türlü beden, eserlerimde yer alabilir. Belirlenmiş, etiketlenmiş, alışıla gelmiş ‘olması gerekenler’ listem yok, sanat anlayışımda da öyle standart bir kalıp yok. Bu nedenle, her eser yolculuğunda, o eserin açığa çıkması için ihtiyaç duyulan aracı bedenleri, dinamiklerini, sanatçılarını davet etmeyi tercih ediyorum. Ama bazen aynı sanatçı birden fazla eserimde de yer alabiliyor. Bu biraz da karşımdaki bedenin bireysel zenginliğine, deneyim çeşitliliğine, enerji uyumuna bağlı olarak gelişiyor. Birlikte sahip olduğumuz bu zamanın verimliliğini hissedebileceğimiz, üretebileceğimiz ve birbirimizi pozitif anlamda sınayabileceğimiz kişilerle yan yana olmayı tercih ediyorum.
Melih Kıraç, Aybike İpekçi, Ekin Ançel, Pınar Akyüz, Hilal Sibel Pekel, Sinan Özer, Gülçin Erdiş, Erdem Kaynarca-Koray Çivit ve benimle birlikte dokuz dans sanatçısı olarak Beden Damlaları eserinde yer alıyoruz. Vahit Tuna ses tasarımı, Utku Kara da ışık tasarımı alanında bize destek oluyor.
Röportajdan önce, bu işin koreografisini tasarlarken sanatçıların yıldız haritalarına baktığınızı söylemiştiniz. İşiniz, dansçıların astrolojik geçmişi ve mekanın mimarı yapısı arasında ne gibi bir ilişki var biraz bahsedebilir misiniz?
Koreografilerin bir akış paterni oluyor. Gösterinin gerçekleştirileceği mekanı eserin iskeleti olarak ele alıyorum. Bu koreografik akışı mekanın mimarı yapısına göre şekilleniyorum işlerimde. Burası bir hamam. Kubbesi oldukça yüksek. Bedenin yalınlığını, kırılganlığını ve sadeliğin gücünü çırılçıplak yansıtan bir yer. -mış, -miş gibi bir fiziksel yapaylığı itiyor bir yandan. Hamamda bedenden buharlaşan yapının -görünmeyen kayıpların- tekrar yere düşüşü, damlaması da söz konusu. Alt-üst, zemin-yukarısı, yer-gök arasında bir dolaşım söz konusu. Ben de böyle bir dolaşım ve dönüşüm etrafında şekillendirmek istedim kavramsal yapıyı ve koreografiyi. Bireysel bir çıkış noktasına gitmeye karar verdim. Gökyüzündeki yıldız şablonlarını yere, zemine indirmek istedim. Üstümüzde bir nevi gök kubbe var. Sanatçıların yıldız haritalarını da zeminde koreografinin aktığı patern olarak kullanmayı bu nedenle tercih ettim.
İşiniz beden politikalarıyla bire bire ilişkili. Hamam da kültürel olarak kendi içinde belli bir beden politikası üreten bir mekan. Tüm bunlar düşünüldüğünde sizin dans anlayışınız bedene nasıl yaklaşıyor ve İstanbul Bienali’nde sergileyeceğiniz iş genel sanat pratiğinizde nereye oturuyor?
Hamam kültürü, güçlü beden politikaları ile başlı başına ağır ve nemli bir konu. Bir yandan da yaşadığım toplumun bedenle olan ilişkisi çok sert ve şiddetli, öfke dolu çoğu zaman. Sevgi bile öfkeli. Hareket alanını yok ediyor, yaşamı bitiriyor bu topraklarda. Çabuk üretip çok çabuk tüketiliyor beden.
Dans anlayışım bedene nasıl yaklaşıyor sorusuna gelince...Genel olarak dans anlayışım bedeni açmayı, dönüştürmeyi tercih eder sanıyorum. Açıklık, şeffaflık ve bağımsızlık inşa etmek niyetindedir. Bu farklı bir güç, farklı bir dayanıklılık getirir bedene. Etiketleri, standartları, ayrımcılığı, sınıflandırmayı, korkutmayı, özensizliği, aynılaştırmayı, taraf haline getirmeyi üretimin dışında tutuyorum diyebilirim.
Bireysel olarak; 1984’te başladım dans etmeye, Ankara Devlet Opera ve Balesi, çocuk balesinde, dans disiplinlerim değişti, bedensel ifadelerim dönüştü, her deneyim birbirine eklemlendi. ‘Dansçı’ olmadım ben onunla büyüdüm ve büyümekteyim.
Yaşam, bütün bedenle ilişkilidir benim için. İçinde yaşadığım, kendi tercihlerimi uyguladığım, aracılığıyla öteki ile iletişimde bulunduğum, varoluş politikasını yansıtabilen bir mekan, beden. Dansla kendini kaybet, daha iyisini bulursun diyorum son birkaç yıldır. İstanbul Bienali’nde sergileyeceğim iş genel sanat pratiğimde nereye oturuyor, bunu zaman gösterecek. Ancak bienale davet edilmiş bir koreograf olarak, bienal yönetiminin yeni bir tavırla kalıpları ve anlatım dilini bildiğimiz Türkiyeli ‘çağdaş sanat’ anlayışı içine, koreografi ve beden odaklı sanat üretimini dahil etmesi çok değerli benim için.
Beden Damlaları, bienal boyunca her cumartesi 17.30 ve 20.30’da Küçük Mustafa
Paşa Hamamı’nda görülebilir. Performans, açılış haftasına özel olarak 17 Eylül Pazar günü de aynı saatlerde gerçekleşecektir.
Comments