Michael Elmgreen ve Ingar Dragset 15. İstanbul Bienali’nin basın toplantısında “Sanatçıları seçerken kadın-erkek eşitliğini gözettiniz mi?” sorusuna yanıt olarak sanatçılardaki cinsiyet dengesine dikkat ettiklerini ancak daha da önemlisi bienali feminist bir yaklaşımla kurgulamaya özen gösterdiklerini söylemişlerdi
Günümüzde gerek karma gerekse solo sergilerdeki kadın sanatçıların erkek sanatçılara sayıca oranına baktığımızda, kadınlara yeteri kadar alan verilmediği gerçeği tüm sertliğiyle yüzümüze çarpıyor. (1) (2) Böylesi eşitsiz bir durumda arzu edilebilecek ilk değişiklik şüphesiz kadınlara daha fazla mecra tanınması.
Liliana Maresca, Pera Müzesi, Fotoğraf: Şahir Uğur Eren
Bu seneki İstanbul Bienali, 55 sanatçısından 23’ünün kadın olduğu düşünüldüğünde, bu sınavdan geçiyor ancak meseleyi rakamlar ve ikili cinsiyet sistemi üzerinden tartıştığımızda bir kaç önemli soruyu istatistiklere feda etmiş oluyoruz: Rakam olarak kadınların çokluğu bir sergiyi feminist yapmaya yeter mi? Kadın sanatçılar eril bir dil kullanmaktan tamamen azade midir? Kendini kadın olarak tanımlayan ancak cis-gender (natrans) olmayan sanatçılar bu istatistikler içinde nereye denk düşmektedir?
Andra Ursuta, Pera Müzesi, Fotoğraf: Şahir Uğur Eren
Tüm bu soruları akılda tutarak Pera Müzesi’nin dördüncü katına çıktığımızda mekânın Vajiko Chackhiani dışında tamamen kadın sanatçılara ayrıldığını görüyoruz. Louise Bourgeois’dan Aude Pariset’e, Andra Ursuta’dan Liliana Maresca’ya kadın enerjisiyle dolup taşan bu kat, küratörlerin bahsettiği feminist yaklaşımın kristalleştiği bir alan. Kattaki çoğu iş kadın sanatçıların kişisel deneyimlerinden yola çıkıyor ve özel alan (private space) kavramı üzerine odaklanıyor. Bu seçim, bir kavramsal sıkışmışlıktan ziyade, ikinci dalga feminizmin düsturu hâline gelmiş özel olanın politik olduğu gerçeğinden hareket ederek patriarkanın menşeini mahremimizden başlayarak tartışmamız gerektiğine işaret ediyor.
Monica Bonvicini, Sallanan Ev Kadını, Pera Müzesi, Fotoğraf: Şahir Uğur Eren
Louise Bourgeois’nın Femme Maison (Ev Kadını) adlı eseri (3), bu seçiminin en belirgin örneklerinden bir tanesi. Resimde, gövdesinin üzerinde başı yerine bir ev taşıyan çıplak bir kadın figürü görüyoruz. İç mekân-dış mekân, özel ve toplumsal alanların arasındaki gerilimin resmedildiği bu ikonik iş, hem kadın emeğinin ev içinde görünmez hâle gelmesine hem de buradan çıkacak potansiyel bir örgütlenme ihtimaline vurgu yapıyor. Bourgeois’nın hemen karşısında, Monica Bonvicini’nin Hausfrau Swinging (Sallanan Ev Kadını) isimli eseriyle karşılaşıyoruz. Bourgeois’nın resmine doğrudan referans veren 1997 yapımı bu video enstalasyonda; başına beyaz bir ev maketi geçirmiş bir kadını, kafasını beyaz duvarlara vururken izliyoruz. Videonun döndüğü televizyonun hemen arkasındaysa görüntüdeki kadının başını vurduğu yüzeye benzer köşeli bir perde bulunuyor. Zapturapt altına alınmış kadın bedeni ve öfkenin tasvir edildiği Sallanan Ev Kadını, huzurlu ve sevimli bir ev fikrinden ziyade kısıtlayıcı ve kurtulunası bir mahreme işaret ediyor.
Berlinde de Bruyckere, Konuşmak, Pera Müzesi, Fotoğraf: Şahir Uğur Eren
Berlinde de Bruyckere ise Spreken (Konuşmak) adlı heykelinde ev kavramının sınırlarını iyice daraltarak iki kişinin üzerlerine aldığı bir battaniyeyi özel ve kamusal arasındaki çizgi olarak yeniden yorumluyor. Üzerlerini kaplayan kumaşın altından birbirleriyle konuşmakta olan iki insan figürü, daralmakta olan bir mahremde, iletişim, gizlenme ve yakınlık gibi kavramları düşünmemize vesile oluyor.
Gözde İlkin, Pera Müzesi, Fotoğraf: Şahir Uğur Eren
Ana mekânın hemen sağındaki oda tamamen Gözde İlkin’e ayrılmış. Sanatçı, çoğumuza tanıdık gelen desenleri tuval olarak kullanıp onların üzerine kendi aile fotoğraflarından esinlendiği kompozisyonları işlemiş. İlkin’in Devrik Ev, Bitişik Nizam ve Gönül Bağları, Yetersiz Derz Boşluğu gibi isimler verdiği eserler; çocukken sıkılarak hayallere daldığımız perde ve nevresim desenlerini kolektif hafızanın taşıyıcısı hâline getirmenin yanında özel alanın düşsel gerçekliğini de vurguluyor.
Feminist sanat ya da feminist yaklaşımla kurgulanmış bir bienalin nelerden meydana geldiği sorusunu yeniden düşündüğümüzde; bu konuda oluşturulacak yeni bir dilin imkânlarından bahsedebilir hâle geliyoruz. Tam da bu nedenle Elmgreen ve Dragset’in bienali feminist bir yaklaşımla kurguladıklarını iddia etmeleri –başarılı olup olmamalarından bağımsız– açtığı bu tartışma zemini bakımından oldukça kıymetli.
Pera Müzesi’ndeki eserler 12 Kasım’a kadar ziyaret edilebilir.
1 Arzu Yayıntaş 19 Ekim’de Aksanat’ta gerçekleştiridiği “Feminist Bir Bienal Mümkün mü?” başlıklı konuşmasında bu konuda yaptığı etraflı araştırmayı izleyicilerle paylaşmıştı.
2 Geçtiğimiz yaz Gaia Galeri’de ziyarete açılan Avrupa’da Durum Daha mı Vahim? adlı sergide Guerilla Girls, Avrupa’daki istatistiklerin de hiç iç açıcı olmadığını göstermişti.
3 15. İstanbul Bienali’nde sergilenen eser, Bourgeois’nın Femme Maison adlı serisinin parçasıdır.
Comments