top of page

Çirkin, daha çirkin, en çirkin…


Sanat tarihi, çirkinlik kavramı üzerine inşa edilmiş ve çirkinlik algısının sınırlarını araştıran yapıtlarla doludur. Kahraman Çayırlı, yazısında edebiyattan sinemaya, mimariden televizyon dizilerine dek uzanarak hem çirkinlik kavramının izini sürüyor hem de toplumun güzellik anlayışına dair soru işaretleri ortaya koyuyor

1208 kelime

Brazil, Terry Gilliam, Film, 1985

Nahid Sırrı Örik, eşsiz romanı Kıskanmak’ta (1) insan ruhunun karanlıklarında gezinmeyi ne kadar sevdiğini, bu karanlık yollarda yürürken insan psikolojisini kurcalamaktan ne denli haz aldığını ziyadesiyle okuruna duyumsatır. 1930’larda, Zonguldak’tayız. 29 Ekim gecesi yapılan Cumhuriyet Balosu’na, bu şehre henüz iki ay önce taşınmış maden mühendisi Halit, güzeller güzeli karısı Mükerrrem ile Halit’in kız kardeşi Seniha da davetlidir. Şehrin en zengin ailesinin oğlu olan Nüshet’in, Mükerrem’i dansa kaldırmasıyla olaylar gelişir… Bu çirkinlik, güzellik, kıskançlık, tutku hikayesiyle Örik, insan ruhunu muhtelif açılardan deşiyordu. Kendini çirkin olarak algılayan bir kadının kıskanma duygularını izlerken kıskançlığın insanı nerelere sürüklediğini de sorgularız romanda. İnsan ruhu öyle geniş bir coğrafya, öyle engin bir deniz. Çıkarların ve güdülerin, duygu ve düşüncelerden çok daha baskın olduğu Nahid Sırrı evreninde, ya zengin olmalısınız ya da para eden bir güzelliğiniz olmalıdır. Yakışıklı, pışpışlanmış abisini mutsuz etmek için elinden geleni sinsi bir şekilde yaparak intikam alan “çirkin” Seniha, “güzel gelin - çirkin görümce” çatışmasını beklenmedik noktalara sürükleyecektir.

Ugly Dolls, Kelly Asbury, Film, 2019

Bu baharda Amerika’da vizyona girecek sinema filmiyle (yönetmen: Kelly Asbury) daha fazla gündemde olacak UglyDolls (Çirkin Bebekler) de, bu hususta yakından incelenmeyi hak ediyor. 2001 yılında başlayan bu küresel peluş oyuncak fenomeni, garip olanın kutlandığı, tuhaf olanın özel bulunduğu ve güzelliğin de göründüğünden daha fazlasıyla benimsendiği Uglyville (Çirkinkent) kasabasında geçiyor. Bu kasabada, özgür ruhlu Moxy ve diğer çirkin bebek arkadaşları, ucube bayrakları gökte dalgalanırken, yeni bir çirkin bebeğin ortaya çıkacağı ve bu ilginç topluluk tarafından kucaklanacağı gökyüzünden ayırmazlar gözlerini. Çirkinlikten ziyade sevimlilikleriyle ön plana çıkan bu bebeklerde Susam Sokağı’nın sevimli tüylülerinin ruhu devam ediyor diyebiliriz. Kapitalizm, para kazandırdığı sürece “çirkin”i, “çirkinliği” bile sevimlilik ambalajlarıyla metaya dönüştürmeyi bilecektir. Çirkin kelimesinin, çirkinlik algısının sınırlarıyla oynayan bu tür örnekler, sınırları bulanıklaştırıyorlar. Hangi ölçülerden itibaren birine, bir şeye çirkin diyebiliriz, çirkinlik hangi noktadan itibaren ve hangi niteliklerle birlikte tahammül edilebilirdir? Zengin birinin çirkinliğiyle fakir birinin çirkinliği aynı anlama gelir mi? Yoksa çirkinlik tamamıyla bizim gözlerimizde, bakışlarımızda, bakış açılarımızda olmasın sakın? Güzel birinin kusurları kolayca görmezden gelinebilirken, neden çirkin birinin en ufak hatası her şeyi mahveder?

Gösterildiği her ülkede bir reyting canavarına dönüşen Çirkin Betty dizisi (2), sıradan bir “çirkin ördek” hikayesi mi? Aynı anda hem moda, hem medya, hem de tüm bu görsel düzeni alttan alta oymaya kalkışan bu anlatıda neticenin yine “güzellik”le barışması, geleneksel anlatıların bir kez daha onaylanması anlamına gelmez mi? “Ne kadar da çirkindi ama nasıl da güzelleşti.” Çirkinleşme hikayelerine gözlerimizin, kulaklarımızın tahammülü var mı peki?

Çirkin Betty, Dizi

Anlamsızlaşmış deri yığınları

Sadece yirmi altı yıllık (1834-1860) bir yaşam sürebilen Julia Pastrana, aslında şekil bozukluğu ile dünyaya gelmiş, Kızılderili bir Meksikalıdır. O zamanlar tıbbi bir ismi olmayan bu şekil bozukluğuysa, yüzü dahil tüm vücudunda kıllanmaya neden olmuş hipertrikoz lanuginoza ile dudaklar ve dişetlerinde anormal seviyede şişmeye ve büyümeye sebep olan dişeti büyümesinden ibarettir. “Ayı Kadın”, “Maymun (Şebek) Kadın” … kalabalık salonlarda şarkı söyleyip sahne alsa da, herkesin en büyük merakı bu “yarı-insan, yarı-hayvan” canlıya biraz daha yakından bakabilmektir.

Tod Browning’in yönettiği Freaks (Ucubeler, 1932) filmi neden korku filmi kategorisinde yer alıyor? Vücutları deforme olmuş bir sirk, karnaval üyeleri mi daha korkutucu, yoksa miras peşinde yapmadıkları kötülük kalmayacak olan sirkin sözde “normal” görünümlü iki karakteri mi?

Freaks, Tod Browning, Film, 1932

Aynı korkunç ifade var lüks semtlerin sokaklarında. Kırışık yok, göz altı denen yer kaybolmuş, yüz deseniz gerginlikten kopmak üzere bir deriden müteşekkil. Orta yaşta insanlarımızın bile yüz haritaları çoktan karıştı. Anlamlı, oynanmamış bir yüze rastlamak için epey uğraşmamız gerekecek belli ki bundan böyle. Peki neden? Savaşa mı hazırlanıyor bu insanlar? Yaşlılık, savaşılması gereken korkunç bir son olarak mı kodlandı zihinlerimizde? Üstelik sonu da yok. Eninde sonunda kırışıklar yerleşmeyecek mi yüzlerimizin muhtelif yerlerine? Sahiden korkuyorum bir gün o yüz derileri kopacak, altından yepyeni insanlar çıkacak!

Ve yüzlerdeki bu ifadesizlik çoktan bir moda vaziyetine erişmiş durumda, insanlar bu uğurda evler, arabalar satıyorlar. Genç ve güzel görünmeyi öylesine soktuk ki insanların zihnine çeşitli medya araçlarıyla, insanlar yaşlanmaktan, kilolu görünmekten, çirkin görünmekten korkar oldular. Oysa sağlıklı olmak değil miydi aslolan?

İnsan kırışıklarıyla, zamanın yüzüne, vücuduna bıraktığı izlerle güzeldir. Kat edilen yolların, varılan noktaların emareleridir, yüzdeki her çizgi, germeye çalıştığımız her kırışık. İnsan bedeni, anlamlarıyla güzeldir. İstediğiniz kadar gerilsin deriniz, yüzünüzün hiç olmazsa bir yeri muhakkak haber verecek eski günleri. O zaman daha kötü görünmeyecek misiniz? O anlamlı, derin bakan gözler, 20 yaş gerginliğindeki derilerde nasıl da yabancı ve korkak görünüyorlar oysa.

Kopma gerginliğinde, robot ifadesizliğinde derilerle gezmek. İfadesizleşmiş, anlamsızlaşmış deri yığınları sardı, sarıyor her yanı…

ORLAN, 1990

“Naklen” estetik ameliyatlar

Bir çeşit gotik mimari unsuru olan gargoyller, yapıların üst taraflarındaki oluklarda birikmiş suyu binanın dışarısına çıkarmaya yararlar. Gündüzleri taşlaşıp, hava karardıktan sonra canlandığına inanılan bu grotesk unsurlar, dönemin çirkinlik anlayışının bir çeşit uzantısı gibidir. İntikam peşindeki bu taş heykeller, zihinlerimizdeki ve elbette bakışlarımızdaki gotik karanlığa seslenirken bir yandan da çirkin ve korkutucu olan arasındaki sınır çizgilerini karıştırırlar.

Gargoyller, Notre Dame de Paris Güney-Batı Cephesi

Genellikle çoğu insanın çirkin ev hayvanı istemediğini fark etmişsinizdir. Evinde birlikte yaşayacağımız ev hayvanları için de en sert güzellik, sevimlilik kriterleri aniden devreye girer. Güzel bir elbise, güzel bir hediyelik eşya gibi değerlendirilir aslında ev hayvanları ve elbette insanlar da. Fiziksel özelliklerimizle karakter özelliklerimizi yakınlaştıran hatta eşitleyen bu bakışların ne kadar sorunlu olduğunu (bir insan güzelse iyi biridir de çirkinse kötüdür, zeki değildir...) farkında olmamız çok önemli.

ORLAN, 1990

Scott Westerfeld’ın kaleme aldığı Uglies (Çirkinler, 2005) romanı, herkesin “çirkin” olarak kabul edildiği, ancak daha sonra 16 yaşına geldiklerinde oldukça sert estetik ameliyatlarla “güzel”leştiği, distopik bir dünyada geçer. Yeni arkadaşları Shay ve David “güzel” olmanın dezavantajlarını gösterince, toplumun zorlayıcı konformizmine isyan bayrağı açan genç Tally Youngblood’un yaşadıklarını anlatan romanda fiziki ve psikolojik değişim, güzellik-çirkinlik, kimlik kavramları hallaç pamuğu gibi içi dışına çıkarılarak anlatılır.

Nihayet Fransız sanatçı ORLAN (gerçek ismi Mireille Suzanne Francette Porte’tur) ile 1990 yılına dönmemizde fayda var. Sanatçının kendisini ünlü tablolar ve kadın heykellerinden öğelere dönüştürdüğü bir dizi plastik cerrahi ameliyatı geçirmesiyle başlayan projesi, çağdaş sanat tarihinde çok ayrıksı bir yerde durur. Paris ve New York’ta çeşitli kurum ve galerilerde “naklen” canlı yayınlanan estetik ameliyatlarıyla ORLAN (inadına büyük harflerle), esasında erkek sanatçılar tarafından tasvir edilen “kadın güzelliği ideali”ni baştan ayağa mahveder. Mona Lisa’nın alnı, Diana’nın gözleri (3), Europa’nın (François Boucher) dudakları, Jean-Léon Gérôme’un Psyche’sinin burnu ve Venüs’ün çenesiyle ORLAN, kendi yüzünde bir tür sanat tarihi lunaparkı inşa ettirir. Tüm düaliteleri, bütün sınırları birbirine kırdıran işleriyle toplumun bakışını yine toplumun kendi üzerine bir ters ayna misali geri çevirmeye çalışan ORLAN’ın işlerini düşününce muhtelif sorulara boğuluyor insan. Sahiden de çirkin olan kim? Çirkin olan toplum olarak bizim etrafa bakışımız olabilir mi?

Julia Pastrana, Wellcome Library

Kaynakça

Histoire de la laideur féminine / Claudine Sagaert / IMAGO / 2015

Fascination de la laideur. L'en-deçà psychanalythique du laid / Murielle Gagnebin / Champ Vallon / 1994

Beaute ou laideur? Vers une esthetique industrielle / Georges Patrix / Hachette / 1967

La laideur dans l'art à travers les âges / Lydie Krestovsky / Seuil / 1947

Les Laideurs du beau Paris - Histoire morale, critique et philosophique des industries, des habitants et des monuments de la capitale / Gabriel Pélin / Collection XIX / 2016

ARCHIPEL DE LA LAIDEUR. : Essai sur l'art et la laideur / Michel Ribon / Editions Kimé / 1998

Esthétique du laid / Karl Rosenkranz / Circé / 2004

Kıskanmak, Zeki Demirkubuz, Film, 2009

(1) İlk kez 1946 yılında yayımlanan roman, Zeki Demirkubuz tarafından (2009) aynı isimle sinemaya uyarlanmıştır.

(2) 85 bölüm olan dizi, 2006-2010 yıllarında çekilmiştir.

(3) Tıpkı 16. yüzyıldan kalma bir Fontainebleau resminde tasvir edildiği gibi.

bottom of page