top of page
Müge Büyüktalaş

Can Altay ve Saz Arkadaşları iftiharla sunar: MÇPS


Mekan üzerine çalışmalarıyla tanıdığımız sanatçı Can Altay’ın Amira Arzık prodüktörlüğünde açılan pop-up kayıt stüdyosu projesi Manifaturacılar Çarşısı Plakçılık Sunar (kısaca MÇPS) 6 Eylül’den 15 Kasım’a kadar açık kalacak. Başka bir deyişle İMÇ yeniden kayıt altında.

Can Altay’ın geçtiğimiz yıl Loughborough Records Presents Presence adıyla ilk kez İngiltere’de Loughborough’da gerçekleştirdiği herkese açık kayıt stüdyosu projesinin devamı İstanbul’da 5533’de iki buçuk ay boyunca devam edecek. Amira Arzık prodüktörlüğünde, Can Altay ve Saz Arkadaşları ismi altında Altay ve öğrencileri tarafından oluşturulan kolektif çalışma grubu kısa bir inşaat süreciden sonra İMÇ’de yer alan Nancy Atakan ve Volkan Aslan’ın deneysel proje mekanı 5533’ü bir kayıt stüdyosuna dönüştürdü. Stüdyonun mekan olarak bir enstrüman işlevi görmesi, stüdyo etrafında bir topluluk oluşturma ve kayıt altına alma fikirleri üzerine inşa edilen proje birçok gönüllü katılımcıya ev sahipliği yapacak.

Can Altay’ın MÇPS projesi bulunduğu mekanı dönüştürmek konusunda doğrudan bir önermesi yok ama her anlamlı tesadüf gibi bazı düşünceleri serbest çağrışımla önümüze getiriyor. Mekanla ilgili oluşturmuş eski stratejilerden bugüne neler kaldığına bakmak üzere İMÇ tarihi kısaca hatırlayalım. Türkiye’deki modern mimari yapılar içerisinde önemli ilk örneklerden sayılan 6 bloklu çarşı 1957’de açılan mimarlık yarışması sonucu Doğan Tekeli, Sami Sisa ve Metin Hepgüler tarafından projelendirilmiş ve Süleyman Demirel’in başbakanlık yaptığı dönemde 1967’de halka açılmış. Kapalıçarşı gibi bir geleneğe sahip bölge esnafının avlulu bloklar halindeki bu modern yapıya hızlı adapte olamaması sonucu dükkanların boş kalması o dönem Doğubank İş Hanı’nda yer alan plak şirketlerinin İMÇ’ye taşınmasına fırsat vermiş ve mekan manifaturacılıktan daha çok Unkapanı Plakçılar Çarşısı adıyla anılır olmuş.

İMÇ sayesinde kalkınma ve büyüme hamleleriyle darbeler arası ayakta kalmaya çalışan Türkiye alt sınıfının şarkı söyleyerek zengin olabilme fikriyle tanıştığı, ünlü olma hayallerinin kapısını araladığı dönem 70’ler ve 80’lere denk geliyor. Ana akım medyanın da yardımıyla Amerikan tipi şöhretin bu dönemlerden itibaren dalga dalga yayıldığını görebilmek mümkün. Türkiye’nin erken kapitalist dönemi için arabesk, belli kesimlerin varoluşsal isyanı olarak İMÇ dükkanlarındaki söz yazarları ve plakçılar sayesinde yaygınlaşıyor. Dönemin sembollerinden İbrahim Tatlıses’in şöhrete ilk adımı, 75 yılında peş peşe çıkardığı iki albüm; Ben İnsan Değil Miyim ve Ayağında Kundura, köyden kente göç ve meşhur olma hayallerinin A ve B yüzü olarak topluma hizmet eden, bu dönüşümün mihenk taşlarından biri. 80 darbesinden sonraki ilk yılbaşı gecesi Türkiye 81 yılına iyi dilekler ve Kibariye isimli genç şarkının yeni şarkısıyla giriyor: “Kim Bilir?”

Pek çok örnekle uzayıp gidecek İMÇ tarihinde bugün, blokların caddeye bakan cephesinde tek tük kalmış enstrüman dükkanları ve camlarında asılı sazların umuttan çok hüzün verdiği, gittikçe tenhalaşan koridorlardaki esnafın birbirini tekrar eden günlerin sıkkınlığını yansıtan yüz ifadeleri, tek tük cd ve kaset satan seyyar tezgahların bir köşede durduğu, pilavıcısı çaycısıyla İMÇ kendi köşesine çekilmiş gözüküyor. Füreya Koral’ın seramik panosu üzerine asılmış pilavcı tabelası mekandaki yan yana gelişler hakkında hissi bir vaka.

Can Altay ve Saz Arkadaşları kimler? Nasıl bir araya geldiler, neler yapıyorlar?

"Saz Arkadaşları" aslında İstanbul Bilgi Üniversitesi'nde verdiğim Güncel Sanatta Nesne ve Mekan isimli dersin bu dönemki öğrencilerinden bazıları. Dönem boyunca ağırlıklı olarak tasarım ve mimarlık öğrencileriyle, nesne ve mekanı sanatçılar nasıl üretiyor tartışıyoruz. Ve bu onlara öğretilen yapma biçimlerinden nasıl ve neden farklılaşıyor? Tabii beraberinde gelen toplumsal gerçeklikler ve onlara müdahale imkanlarını araştırarak. Bazı dönemler, yüksek enerjili bir grupla beraber olduğumu hissedersem onları o sırada yaptığım bir projeye dahil ediyorum. Bir nevi açıkta öğrenme hali, hayli riskli olduğunu da söylemeliyim. Geçmiş yıllarda Suriye Pasajındaki Kanalkayıt ve PARK: bir ihtimal projelerinde de o dönemki öğrencilerimle çalışmıştım.

Saz Arkadaşları ismini ise kendileri koydular, hem bağlama hem içeriğe tam oturdu. Bol bol tartıştık başta, sonra da bolca çalıştık ve ürettik. Önce ben ve saz arkadaşlarım, prodüktörümüz Amira Arzık ve projenin destekçileri, sonra tasarlayıp ürettiğimiz öğeler bir araya gelince bir mekan örüldü, şimdi kayıt yapmak için gelenler, ses teknisyenimiz Doruk Keskin ve sonra da dinleyenlerle bu kolektif üretim ve kullanım yayılacak.

Proje fikri nasıl ortaya çıktı?

Kapısı açık bir kayıt stüdyosu, isteyen herkesin seslerine ve sözleri kayda geçiyor burada. Biraz derme çatma, ama hem bulunduğu yerle konuşan hem de yeni olasılıklara imkan açmak isteyen bir mekan. Kayıtlı müzik, pek çoğumuzun gündelik hayatında baya merkezi bir rol oynuyor, herkesin kolayca ilişebileceği bir hikaye aslında. Oysa kayıt stüdyoları mevcut durumda çok da erişilebilir yerler değiller. Benim için önemli olan, söylenebilecek sözler için bir ifade alanını mekansal olarak kurmak, ve yapılan üretimi paylaşabilmek. Bu ortaklığın en net kurulduğu ve neredeyse mutlak surette kollektif üretim içeren dev bir alan kayıtlı müzik. Bu hazır formatı ya da modeli alıp, kendi versiyonumuzu yapsak neler olur?

Bu projenin bir öncülünü geçtiğimiz yıl İngiltere'de yapmıştım, orada kent merkezini tüketim odaklı olmaktan çıkarıp, üretim üzerinden yeni karşılaşmalar kurgulamak için öneriler geliştirebilir miyiz kaygısıyla başlamıştım. İngiltere'de de gündelik hayatta müzik büyük önem taşıyor ve Loughborough gibi bir kasabada istisnasız herkese ulaşabilecek bir senaryo bu. Yaptığım işlerde bir ortak rota arayacak olsak, içine doğdumuz yer ve sistemlerde nasıl barındığımıza bakan; bir yandan da kamusal mekanda karşılaşmalara davet eden ortamlar öneren bir dizi deneme görebiliriz.

Bu ne demek? Hem verili ortamları nasıl yaşadığımızı merak ediyorum, hem de yeni mekanlar ve anlatılar kuruyorum. Denemeler ve modeller üretiyorum. Bazen mevcut bazı model veya formatları, müzik kayıt stüdyosu gibi, alıp yeniden kuruyorum. Başka türlü olabilir miydi sorusuyla tabii.

Dolayısıyla, müzik beni çok heyecanlandırsa da, daha da heyecanlandıran bu proje etrafında nasıl bir araya geldiğimiz, neler ürettiğimiz, nasıl bir topluluğa dönüşebileceğimiz. Bir yandan hiç duymadığımız, ya kendilerine alan tanınmadığından, ya bizim meraksızlığımızdan asla karşılaşmayacağımız sesleri duyacak olmamız.

Loughborough Records Presents Presence, nasıl geçti, neler oldu?

Loughborough'da 3 hafta gibi kısa bir sürede 72 şarkı kaydettik, 50 civarı müzisyen ve grup katıldı sürece. Kayıtların yanısıra, şarkı-yazım atölyesi, jam session gibi buluşmalar yaptık. Tüm kayıtları çevrimiçi paylaştık ve bir de seçki yaparak sınırlı edisyon plak bastık. Beklediğimden hayli farklı bir tablo çıktı, itiraf etmeliyim, hoş böyle projelerde ne bekleyeceğini de tam bilemiyorsun. En güzel yanlarından biri bu, bir önerme ortaya atıp onu test ediyorsun aslında ve insanlarla buluştuğunda tamamlanıyor iş. Bir de şehir merkezinde açık havada küçük bir konser düzenledik, o da aslında stüdyoyu kullanmış müzisyenlerin yollarını kesiştiren bir araya getiren, projenin ahalisini bir araya toparlayan, önemsediğim bir gün olmuştu.

IMÇ sanırım bu proje için Türkiye’deki en doğru yer olsa gerek, 5533 ile nasıl yanyana geldiniz?

Bu doğrudan prodüktörümüz Amira üzerinden oldu. Loughborough Records Presents Presence'tan bahsettim ona ve bir saniye bile geçmeden 5533'te yapsana dedi, ben de sen yürütürsen yapalım dedim. Senin de dediğin gibi daha uygun bir yer olamazdı herhalde.

Öte yandan sadece oraya ait bir proje olmadığının da bilincindeyim, Loughborough'ya da değil, daha doğrusu her yere ait olabilir demek istiyorum aslında. Belki biricik olmasına da gerek yok böyle bir stüdyonun. Tabii mekanı, biçimsel ve kurgusal kararları, hikayesini yazmayı önemsiyorum, ama çoğalmasında veya başka şekillerde devam etmesinde de bir mani yok.

Ama yine de İMÇ yani, sadece İstanbul değil, Türkiye'de kayıtlı müziğin endüstrileşmesinin mahali. Gerçekten mükemmel başlangıç noktası. Mimari olarak da öyle.

İMÇ’nin kişisel tarihi oldukça ilginç. Mimar gözünden mekana karşı hislerin ve yorumların neler?

Herşeyden önce çok ilginç bir bina, 50'lerde tasarlanıp 60'larda inşa edilmiş, yüksek modernist varsayımlarla işleyen, ama acayip zenginlikler barındıran bir yer. Bir yandan da tam da tutturulamamış bir ütopya, bunu bir mağlubiyet olarak söylemiyorum, ama kente o ölçekte bir müdahale yaparken bu kadar açık, o kadar geçirgen bir yapıyı bugün hayal bile edemeyiz.

Şu da var, bugün o dönemin önemli mimari eserleriyle, bir nevi modernist mirasla nasıl müzakere edeceğini bilemiyor ülke. Bence bu yine de yaşantı üzerinden, gündelik hayat ve kullanım üzerinden olmalı. Ancak o zaman bu yapılarla şehrin sakinleri anlamlı ilişkiler kurabilir.

Mimari ve kentsel boyutu kadar, toplumsal ve siyasi katmanları da ilginç. Zaten bunların ayrıştırılamayacağı kanısındayım. En bilinen, pek çok insanın zihninde yer eden işlevi plakçılar merkezi olarak bilinen 6.Blok'ta yaşananlar. Şöhret basamakları, kayıtlı müzik endüstrisiyle beraber gelen bilumum dram ve travmalar, Arabeskin doğuşu ve daha pek çok olay. Bu yüzden de işin adı Manifaturacılar Çarşısı Plakçılık Sunar. Ama bu sefer başka türlü ilerleyebilir belki olaylar, o yüzden imece usülü gidiyoruz, tüm kayıtlarımız ücretsiz ve gönüllü bir destekçiler ağı sayesinde bu kadarını yapabildik. Hem mekanı kurgulayanlar (yani biz); hem kullananlar (yani kayıt alanlar); hem de destekleyenler bir araya geldiğinde proje etrafında geçirgen ve geçişken bir topluluk örmüş oluyor. Hepimiz bir parçası oluyoruz bu topluluğun. Daha da büyümeye açık bu topluluk, yani okuyanlar çekinmeden mcps5533@gmail.com dan bize ulaşsın derim.

Kayıtlar konusunda yoğun bir talep olduğunu biliyorum, kimler kayıt yapacak şu ana kadar belli olan isimleri paylaşman mümkün mü?

Evet geçen hafta itibariyle başladık, ilk hedefimiz 7 Ekim'de kapamaktı ama seanslar hızla doldu ve 5533'ün desteğiyle 15 Kasım'a kadar uzattık süreyi. İlk hafta müthiş geçti, yüksek duygular, iyi bir paylaşım atmosferi doğdu. Gerçekten mekan değişiyor, baya büyülü bir şeyler oluyor kayıt sırasında. Bu haftanın müzisyenleri arasında ALTR_WAN, Seretan ve Robogeisha vardı; daha deneysel kanallarla başladık denebilir. Ama önümüzdeki haftalarda Halk Müziği, şiir, rap, punk, ska ve umuyorum daha niceleri olacak. İsmi tanınan deneyimli gruplar da var, projeye heyecanlanıp parçası olmak için gelenlerde. Ama kayda geçmeden isim vermeyeyim, mcps5533'ten takip edilebilir, sosyal medyada elimizden geldiğince paylaşıyoruz.

Stüdyonun iç tasarımı, teknik alt yapısı gibi kararları nasıl verdin? Tasarım sürecinde ekip olarak mı çalıştınız?

Şöyle söyleyebilirim, bu ortama dair ana kararları ve kurguyu ben öneriyorum, ama bir hayli tartışıyoruz, her konuda anlaşmıyoruz, ama işlerin yürümesi için birimiz sorumlu. Eh, nihayetinde ben bunu işim olarak görüyorum, hem sanat bağlamında, hem eğitim bağlamında sorumluluk bende, kente katkı ya da müdahale olarak bakarsak da aynı şey söz konusu. Yataylık iddia edemeyeceğim ama dahil olanlar için kesinlikle kolektif bir süreçti. Enerjisi yüksek, benim de çok şey öğrendiğim bir deneyim oldu. Ayrıca uygulamalarda ve üretimlerde saz arkadaşlarımın manevra alanı genişti, yani uygulayıcılar gibi de davranmadı ekip katiyen, daha ziyade dağınıkça bir bando gibiydik. Bazen herkes ayrı telden çaldı, bazen iyi bir dalga tutturduk.

Müzik tarihindeki meşhur kayıt süreçlerinden seni en etkileyen örnekler neler?

Genel olarak stüdyo gibi küçük ve kapalı bir mekandan bu kadar kitlesel etki potansiyelinin çıkması inanılmaz bir şey. Kazalara ve buluşlara gebe bir yer. Benim müzikle ilişkim popüler olandan daha derine ya da yükseğe gitmiyor açıkçası. Ama anomaliler, varsayımları kıran anlar beni heyecanlandırıyor. Özellikle mekanın sadece insanlarla da değil nesnelerle beraber kurulduğunu düşünürsek, stüdyoda her enstrüman, her araç ya da alet aslında en az müzisyenler kadar önemli aktörler. Hep beraber kurulan bu şebekeden çıkan ve işlenen sesler de çoğalıp dolaşıma giriyor, bazen geri gelip bir aktöre dönüyorlar. Mesela mevcut kayıt kullanımı böyle bir şey "sampling" diye tabir edilen şey. Bu Beatles'da da, Hip hop'un doğuşunda da, Terry Riley gibi daha deneysel müzisyenlerde de rol alan, ama bambaşka sesler çıkarabilen bir aktör.

Comentarios


bottom of page