top of page

Bedenin hafızası


22. İstanbul Tiyatro Festivali’nin öne çıkan yan etkinliklerinden biri de Dislokasyon adlı çalışmaydı. “Dört dansçı ile sekiz bedenden oluşan hareket korosunun tekinsiz zaman ve mekânlara yolculuğu” olarak tanımlanan ve sahne üzerinde değişen dinamiklerin çağrışımlarıyla izleyiciyi kendi hayat ve anılarına geri götürmeyi hedefleyen Dislokasyon, 22, 23 Şubat’ta Akbank Sanat’ta, 19 Mart’ta ise ENKA Kültür Sanat Tiyatro Buluşmaları kapsamında ENKA’da sahnelenecek. Dislokasyon'un koreografı Gizem Bilgen, dans ve gelecek projeleri üzerine Ayşe Draz ile konuştu

1203 kelime

Fotograf: Betül Telli, Görsel tasarım: Begüm Sezer

Bize dansla olan geçmişinden / ilişkinden, ne zaman, nerede ve nasıl dansa başladığından bahseder misin?

Anne sütü ile beslendiğim dönemde araba sileceklerinin ritmi ile dans etmeye başladığım söylenir. Dansa başlanmaz. Ya dans ediyorsundur ya da etmiyorsundur. Teknik olarak, dört yaşında jimnastik ve bale eğitimi ile başladım. Yirmi yaşında Martin Sonderkapt ve Zeynep Tanbay vasıtası ile modern dansla tanıştım. O dönem Bilgi Üniversitesi’nde Medya ve İletişim ve Sahne Sanatları Yönetimi okuyordum. Mezun olduktan sonra Hollanda’da Codarts Rotterdam Dans Akademisi’nde dans eğitimimi koreografi alanında tamamladım. 2010’da İstanbul’a döndükten sonra ise MSGSÜ Güzel Sanatlar Fakültesi, Sahne Sanatları Bölümü, Çağdaş Dans Ana Sanat Dalı’nda yüksek lisans eğitimi aldım.

Hem dansçı/işçi, hem koreograf hem de eğitmen olarak alanda yer alıyorsun; bütün bu kimliklerin arasındaki ilişki nasıl? Seni paylaşmak zorunda kaldıkları için birbirlerini kıskanmıyorlar mı?

Koreograf ve eğitmenlik kimliğim olumlu anlamda birbirini besliyor. İşçi bedenim beni uzaktan izlemeye devam ediyor. İşçi bedenim keyfî tercihler ve ‘neden olmasın’ sorusu üzerinden, sadece deneyim kazanmak niyetiyle ilerledi. Hiçbir zaman kontratlı bir dansçı olmak istemedim. Öyle olsaydı, Hollanda’dan asla Türkiye’ye dönmezdim. Ancak bağımsız bir dansçı olarak kısa vadeli projelerde yer almaktan hep mutlu oldum. Örneğin uluslararası projelerde yer almak ve konsantre projeler yapmaya devam eden Zeynep Tanbay’la çalışmaya devam etmek isterim.

Fotoğraf: Elif Baydoğan, Dans Duvar

Alanda özellikle koreograf kimliğinle ön plana çıkıyorsun; Hiatus adlı koreografin 2014 yılında 19. İstanbul Tiyatro Festivalinde yer aldı, geçen sezon ise Dislokasyon’u sahneledin ve bu seneki festivalin paralel etkinlikleri arasında yer aldı. Peki koreograf olarak bir projeye ve hayal kurmaya nereden ve nasıl başlıyorsun? Seni tetikleyen unsurlar neler oluyor?

İlham aldığım alanları sınırlamak çok zor. Hayatın kendisi zaten kocaman bir malzeme sunuyor. Projenin kendisine göre ‘nasıl’lar değişiyor. Örneğin Hiatus projesinde Misha Gordin’in fotoğraflarından etkilenmiştim. Can Gökdoğan’la yaptığımız Kimlik düetinde materyal dünyanın, insanın eşyaya olan bağımlılığı üzerinden ilham almıştık. Bazen kavramın kendisi, bazen de bir fotoğraf tetikleyici olabiliyor ama stüdyoya girdiğinde her şey değişip dönüşüyor. Bazen de tam tersi olabiliyor. Örneğin Tabula Rasa solo projesi için stüdyoda saatlerce hiçbir şey yapamadığımı, sadece durduğumu hatırlıyorum. Zamanın ruhuna göre değişiyor.

Daha önce gerçekleştirdiğin koreografilerden biraz bahseder misin? Aralarında bağlantı, süreklilik aradığın bir şey mi oluyor yoksa her seferinde yeni bir deneyimin mi peşinden gidiyorsun?

Bil(m)iyorum. Son dönemde Kerem Özel’in Dislokasyon projesi üzerine yazdığı yazısından sonra fark ettiğim bir şey, duvar teması ile ilgili bir derdim olduğu. Kerem’in Dislokasyon hakkında yazarken Hiatus’la kurduğu bağlantı dikkat çekici. Ancak Dislokasyon, bir önceki dönem yaptığım solo projemden Tabula Rasa’dan ilham alınarak tasarlandı. Özetle, önceki projeleri düşündüğümde hep iki ileri bir geri, hepsi birbirini bir şekilde tetikledi diyebilirim.

İşin ne kadarı süreç içinde şekilleniyor veya ne kadarını sen önceden kafanda veya masa başında şekillendiriyorsun? Koreografide bu mümkün mü?

Konseptin derdine bağlı olarak değişiyor. Masa başında aslen çok şey şekilleniyor ama stüdyoya girdiğinde her şey değişiyor hatta tuhaflaşıyor. Dislokasyon sürecinde aramızda esprisi bile olmuştu. Mert Öztekin sürekli ‘bu başka proje’ diye çalıştığımız malzemeden sapmamak için bizi uyarıyordu.

Fotoğraf: Caner Şavlı

Biraz önce sözünü ettiğin ve Dislokasyon’a ilham veren solo projen neydi? Aldığın ilham nasıl Dislokasyon’a dönüştü?

Tabula Rasa, sanatsal olarak tek başıma olmayı tercih ettiğim ve aynı zamanda yalnızlaşmaktan korktuğum bir döneme denk gelir. Bu iş, durmak fiili ve sadece kendimle kalma deneyimine dürüstçe bir alan açtı. Tabula Rasa’yı kendimi ve merakımı gözlemlediğim bir otobiyografik özet olarak değerlendirebilirim. Etrafımdaki uyaranlarla nasıl ilişkileneceğim ve tehdit olarak algıladığım risklere nasıl bir çözüm üretebileceğim konusunda deneysel bir solo proje olarak da tanımlayabilirim. Biricik ve bireysel olarak yorumladığım bu tehdit ve riskler konusunda yalnız olmadığımı fark ettim ve koral bir üslup ile nasıl ifade edilebilebileceğine dair araştırmalar yapmaya başladım. Jestsel ifade yönteminin, kafası fena halde karışık olan Tabula Rasa’dan Dislokasyon’a geçiş süreci, gündelik hayata yaklaştı ve daha anlaşılır bir üslup geliştirdi. Toplumsal olanla aslen biricik ben arasında hiçbir fark olmadığını yeniden hatırlattı.

Etrafındaki uyaranlar ve tehdit olarak algıladığın risklerle neyi kastettiğini biraz daha açar mısın? Dislokasyon’un anlattığı bir hikaye var mı yoksa daha soyut bir yerde mi duruyor?

Hikayeler sadece bir ilham aracı olarak elbette yaratıcı süreci etkiliyor ancak bu zamana kadar gerçekleştirdiğim tüm koreografilerde sadece fiiller üzerinden düşünerek ilerlemeyi tercih ettim. Anlam değil bağlam, ‘ne’ değil ‘nasıl’ sorularını rehber edindim. Etrafımdaki uyaranların tanımını ‘insan iletişiminin akış hızı’ olarak basitleştirebilirim, tehdit olarak algıladıklarımı ise insan iletişimindeki mühendislik hatalarının sayıca fazla olması olarak özetleyebilirim. Ademoğlunun kendisi ile muhatap olma fikrinin bile yeterince risk taşıdığını düşünüyorum.

Fotoğraf: İlker Mantar

Dislokasyon’da beni en çok etkileyen unsurlardan biri, kullandığın hareket korosu ve bu unsuru nasıl kullandığın oldu. Hareket korosunu oluşturanların çoğu da dansçı değil. Böyle bir ‘risk’ almaya nasıl karar verdin?

Risk almak, sadeleşme kavramına yaklaşmanın sonucudur. Sadece hareket korosu değil; müzik, kostüm ve set tasarımı konusunda önceki deneyimlerimden farklı yalın bir dil oluşturmayı tercih ettim. Daha önce sahne sanatları alanında hiç çalışmamış, aslen DJ’lik yapan müzik tasarımcısı Mehmet Irdel, ilk defa aylarca üzerine çalıştığı ve tasarladığı 50 dakikalık parçasını prömiyerde izledi, dinledi. Hareket korosu olarak tanımlanan bedenler, tiyatro eğitimini tamamlamış, fiziksel düşünebilme becerileri olan profesyonel oyuncu ve oyuncu adaylarından oluşuyor. Künyedeki isimlerin çoğu Şahika Tekand’ın Studio Oyuncuları’nın eğitim sisteminden yetişen öğrencilerimdir. Fiziksel tiyatro alanında çalışan iki kişi de projeye sonradan dahil oldu. Dansçılar ve hareket korosu olarak çizdiğim sınır çalışma sürecinde ortadan kalktı. Koreografi dilinde eklektik bir yapı kurgulamışken, süreç bizi akış dinamiğinde organikleştirdi. Bunun asıl nedeni ‘3 i’ üçgenidir: inanç, inat ve itaat. Bu kutsal üçgen sayesinde her şey yeniden şekillendi ve gelişti.

Sırada yeni projelerin var mı?

Durmak istiyorum Dislokasyon’un kısa film projesi dışında Akbank Sanat’taki uluslararası misafir koreograf ve eğitmen projelerinin organizasyonuna odaklandım. Dans alanına dair sade icracı olup, dinlemek ve izlemek istiyorum. Dislokasyon’un kısa film projesi için yönetmenimiz Deniz Tarsus ile prömiyerden beri hayal kurmaya devam ediyoruz. Şimdilerde ise teknik süreçteyiz. Haberi eli kulağında, heyecanla geliyoruz... Onun dışında, yakın zamanda prömiyerlerini gerçekleştiren iki projenin, Murat Mahmutyazıcıoğlu’nun tek kişilik oyunu Kadercan’ın ve Hemhâl Tiyatro’nun iki kişilik oyunu Tırnak İçinde Hizmetçiler’in hareket düzenini yaptım.

Gizem Bilgen, Fotoğraf: Betül Telli

İstanbul’da dansa dair nelerin eksikliğini hissediyorsun veya nelerin daha fazla olmalarını isterdin?

Eksikliğini hissettiklerimin fazlalaşmasını diliyorum. Fazla bir şey istemiyorum. Kurumları ve özel isimleri mercek altına aldığım detayları ile kapsamlı bir cevap vermem gerekiyor. Özetle, ticari ve ekonomik olanın dengesini sanatsal ihtiyaçlara cevap veren bir düzende olması gerekiyor. Temel olarak prova ve sahne mekanlarının çoğalmasını dilerim. Dansa dair dertler başlık haline geldiğinde ne yazık ki İstanbul bir yana uluslararası ortak bir mesele olarak ‘zamanlama yönetimi’ gibi bir başlık asal sorun olarak değerlendirilebilir. Bedenin hafızası ne yazık ki zihin kadar hızlı değil ve süreçteki deneyime ihtiyaç duyuyor. Bu deneyim ancak kendini süreli ve sürekli tekrar ettiği sürece gerçekleştirebiliyor... Bunu da zaman ve mekan çarpanında hesaplayınca mekan yokluğu yaratıcı potansiyelleri fikir aşamasında intihara sürüklüyor. Tam da bu noktada Akbank Sanat’ın Zeynep Tanbay’la kurguladığı düzen, çok uzun zamandır hayat kurtarıyor. Eğitim programlarından, uluslararası projelere kadar, gösterim programları dahilinde İstanbul çağdaş dans alanına oksijen ihtiyacında derin bir nefes aldırıyor. Akbank Sanat’a dansa dair itinalı desteğinden dolayı çok teşekkür ederim.

bottom of page