Görkemli bir kasvet
- Zeynep Erekli
- 22 saat önce
- 5 dakikada okunur
Ayşe Draz’ın yönetmenliğinde, Aslı İçözü ve Şerif Erol’un oyunculuklarıyla Yarın Belki de bugünün umut ve korkularına yaslanan bir dizi gelecek tahayyülünde bulunuyor. Beykoz Kundura ve Lita House of Production yapımı, Forced Entertainment'ın klasiği oyun, 4 Mayıs'ta Kadıköy Boa Sahne'de izleyiciyle buluşuyor
Yazı: Zeynep Erekli

Beykoz Kundura’da sahnelenen Yarın Belki de, oyundan bir kare, 2025
Yarın Belki de’nin açılış diyaloğunda erkek ve kadın, bizi ulusların olmadığı bir geleceğe götürüyor. (Bkz. sayfa 80) Oyunun ilk saniyelerinde, bugün içinde yaşadığımız dünyaya bir tepe açıdan bakıyor ve muhtemelen hiçbirimize tuhaf gelmeyecek iki önerme işitiyoruz. Henüz tiyatro salonuna adım attığımızda gördüklerimiz dışında hiçbir imge yok. Bir erkek ve bir kadın, bir ahşap yükselti üzerinde yan yana durmuş fikir teatisi yapıyorlar. Arkalarında kır düğünlerini ya da yaz akşamı şenliklerini andıran renkli ampuller sıralanmış. Erkek, dünyayı tek bir gücün yöneteceğini ve bunun da “büyük beyaz modern bir bina”dan yapılacağını söylüyor. Sabırla erkeğin cümlesini bitirmesini bekleyen kadın, söz sırası kendisine gelince sanki biraz da karşıt görüş geliştirme refleksiyle, muhtemel bir feodal sistemden bahsediyor. Mevcut düzendekinden de küçük parçalara ayrılmış topluluklardan…
Oyunun yapısı sonuna kadar değişmeyecek: Bir erkek ve bir kadın var. Konuşuyorlar. Minimalist bir yapı bu; pek çok izleyicinin tiyatrodan bekleyeceği üzere narrasyon odaklı bir akış yok. Geleceğe dair büyük bir anlatı söz konusu ve bu anlatının tek karakteri tüm insanlık. Metni bir erkek ve bir kadının aktarması önemli; böylelikle cinsiyet dengesi korunuyor. Sanki her bir oyuncu, dünya nüfusunun biyolojik olarak yarısını temsil ediyor. En azından bugün olduğumuz yerden bakınca…
Metnin aktarımı ölçülü ve tarafsız ilerliyor, elbette erkek ve kadının birbirlerini düzelttiği anlar var. Bu düzeltmelerin aile içi, politik veya evrensel tartışmaları temsil ettiği düşünülebilir. Veya bu çift, cinsiyetler ya da uluslar arasındaki düşünce farklılıklarını hatırlatabilir. Fikir ayrılıkları bazı yerde hafif bir ton değişikliği ya da kalkmış bir kaş hareketiyle ima ediliyor, kimi yerde ise anlatıcı aklındakileri dile getirirken, söz sırasını bekleyen diğer anlatıcı hafiften dalga geçer bir ifadeyle havalara bakıyor. Tüm bu saygılı ama kendinden de ödün vermeyen jestler dünyasının izleyicileri düşünmeye davet ettiği tek bir nokta var: bu, henüz var olmayan gelecekler üzerine bir anlatı.
İki anlatıcı, geleceği düşünürken masumiyetin tanımını da yeniden yapıyorlar, seksin ileride nasıl yaşanacağını da araştırıyorlar. Olası devrimlerden sigorta şirketlerinin işleyişine, mutant mikropların kontrolü ele geçirmesinden kitlesel yamyamlığa, belirli bir kategori olmaksızın serbest çağırışımla pek çok konuya değiniyorlar.
Eser, iç içe geçmiş anlatı ipliklerini örerek bir bütün oluştururken bir nokta geliyor, kendini sahnedeki metinden ve o minimalist temsil anından koparıyor. İzleyicilerin kolektif ve bireysel hayal gücüne geçiyor. Çağdaş tiyatro kuramcılarından Eugenio Barba’nın “eylem içinde düşüncenin dansı” olarak tanımladığı dramaturjik bir katılım hayata geçiyor. Oyun, takip etmenin heyecan yarattığı yeni bir hale bürünüyor. İzleyiciler, bilinmeyene tepki veriyor. Sözgelimi kadının bir anda “ … ya da gelecekte erkekler olmayacak, sadece kadınlar olacak” önermesine bütün bir salon aynı anda gülebiliyor. Oysa metnin temelde komik olma gibi bir hedefi yok. Ama düşüncenin dansı başladı bir kere. Ve biz bir aradayız. Bir kitap sayfasından okumuyoruz bu metni. Tıpkı oyunda dehşete düşeceğimiz ve huzursuz bir kıpırdanışla oturuşumuzu değiştireceğimiz yerlerde olduğu gibi. Birbirimizden haberdarız. İzleyiciler olarak.
Yarın Belki de, izleyicinin, bilinmeyenle -diğer bir deyişle ne olacağımızla- kurduğu ilişkiyi gözlemleyebileceği bir oyun. Bir nevi self reflection fırsatı. Sarsıcı kısmı ise şu: Gelecek tahayyüllerinin bir kısmı yakında gerçekleşmesi olağan ya da olağan olmasa bile kabullenmesi pek de zor olmayan fikirler içeriyor. Örneğin: “Yediğimiz her şey 7 veya 8 hapa indirgenmiş olacak, her biri farklı renklerde olacak.” Fakat hemen arkasından gelen başka bir önerme, bugün izleyiciye kabul edilemez ya da hazmedilemez geliyor. Örneğin “gelecekte herkesin bir de hayvan partneri olacak, mesela bir maymun ya da yunus” veya “gelecekte insanlar bir İnternet sitesinden çocuk kiralayıp 1 günlüğüne, 1 haftalığına geçici yuva olabilecekler.”
Performansta anlatılan tahminlerin şimdi ve burada perspektifinden bakıldığında uzak da olsa bir noktada görülebilir olması gerekiyor. Yani şimdi ve burada yaşamakta olan iki insan için hayal edilebilir olması. İşte can acıtan kısmı bu. Daha basit ifade etmek gerekirse; metinde art arda gelen gelecek tasavvurlarının her biri, bugün yaşadığımız hayatın zorlukları, yozlukları ve yalnızlığı üzerine inşa ediliyor. Neticede görkemli bir kasvet içinde buluyor izleyici kendini.
Tüm tasavvurlar olumsuz ya da katastrofik değil, arada daha umut dolu tahminler de var. Yine de üst üste konulduğunda ortaya çıkan bütün, geleceğin, bizden kaynaklı ve bizi etkileyecek bir yıkımla eş anlamlı olduğuna varıyor.
Yarın Belki de, çağdaş tiyatro sahnesinin önemli topluluklarından biri olan ve ortaklaşa üretim (devising) yönteminin öncülerinden sayılan Forced Entertainment’ın 2011 yılında yarattığı bir oyun. Özgün adı Tomorrow’s Parties. Metnin bugüne ve bugünün Türkiyesi’ne uyarlaması ise yönetmen Ayşe Draz’ın girişimi. Ayşe Draz, Forced Entertainment’la 2003 yılında Londra’da tanışmış. Hayranı olduğu pek çok eser arasından, uyarlanmaya en uygun olan Tomorrow’s Parties için görüşmüş ekiple. İki yıla yakın uzanan hazırlık sürecinden sonra Lita House of Production ve Beykoz Kundura iş birliğiyle sahneye taşıyabilmiş oyunu. Yarın Belki de’nin başrollerini tiyatro sahnesinin deneyimli isimleri Aslı İçözü ve Şerif Erol paylaşıyor. Metnin çevirisi Semih Fırıncıoğlu’na, oyunun dramaturjisi ise Özlem Hemiş’e ait.
Eser hem bir arınma, bir tür şeytan çıkarma egzersizi hem de bir yüzleşme. “Ne kadar kötü olacak?” sorusuyla sınırlı kalmayıp, çocuklarımızın ve torunlarımızın göreceği dünya için önceliklerimizin ne olduğunu hatırlatıyor. Tüm bu korkularla (robotlar, klonlar, simülasyon, bilincin kopyalanması, virüsler, nükleer imha, iklim felaketi ve benzeri) bir saatten biraz uzun süre baş başa kalmak, arada gezinen mizaha rağmen kolay değil. Üstelik siz salonda bu oyunu izlerken Trump ve kıdemli danışmanı Musk’tan distopik bir kararname çıkabilir. Ya da yaşadığınız yere 25 dakika mesafedeki bir hayvan barınağında korku filmini andıran olaylar kopabilir.
İki konuşmacının da hemfikir olduğu şu: Gelecekte insanlar yaşadığımız günlere dönüp bakacaklar ve büyük bir tiksinti ve ahlaki öfke duyacaklar. Tam burada panayır ışıkları yavaş yavaş solmaya başlıyor. Geleceğin ya da “sonun” onuruna düzenlenen parti bittiğinde, oyundan ve anlatılan tüm senaryolardan zihnimizde kalan absürt, karanlık, kasvetli, müstehcen olasılıklar. Salondan çıkarken iki ihtimal var: Bugünden de soğumuş, bezmiş vaziyette sonsuz bir uykuya dalmak isteyeceksiniz. Ya da sahip çıktığınız etik değerler ve bugüne kadar vicdanlı olarak kodladığınız niyet ve davranışlara sarılıp duyarlı kalmak için çaba sarf etmeye devam edeceksiniz. Günlerimizi anlamlı, bizi “insan” kılan seçimlerimizin zaman içinde değişip dönüşebileceğini unutmadan.
Comments