Evşen Yeşert’in fotoğrafları insanlarda varolan manik bir isteğe, bir fantaziye odaklanıyor, temsil edilenle nesnenin kendisinin arasında bir fark olmadığı fantazisine. İnsanın içinde temel bir uyumu garanti eden bu fantazinin kendisini tehdit eden temsiller olarak görülebilir bu fotoğraflar. Yeşert’in çalışmaları, tıpkı çirkin bir nesne gibi, bir kir gibi kendi sınırlarını aşarak dışarı çıkmaya çalışan, her an kendi sınırını aşmakla tehdit eden derinin altındaki bir sivilce irininin yarattığı anksiyeteye dayanıyor. Evşen Yeşert, Encore Kitabevi’nde 27 Aralık’a dek görülebilecek olan sergisi Katarakt üzerine Ahmet Ergenç ile konuştu
1411 kelime
Evşen Yeşert
Serginin adıyla başlayalım. Katarakt bir görme bozukluğunun, gözde olmaması gereken bir ‘leke’nin adı. Ve bu ‘leke’ fotoğrafla birlikte düşünüldüğünde, görüşü bozan bir ‘şey’in ifadesi gibi duruyor. Sergi metninde katarakt “girişi ya da çıkışı engelleyen, nesne ve özne arasında bir perde işlevi gören bir kirdir” diye tanımlanıyor. Bu bozucu perde ya da ‘şey’ senin için ne ifade ediyor? Adorno’nun bahsettiği ‘gözdeki kıymık’ metaforuyla birlikte düşünebiliriz belki bunu.
Adorno’nun kullandığı metaforu açıkçası bilmiyordum ama çok etkileyiciymiş bu “gözdeki kıymık en önemli büyüteçtir” metaforu. Ben bu fotoğraf serisini isimlendirirken daha çok Monet’nin son dönem işlerini düşünmüştüm. Monet’nin benim için en etkileyici işleri son dönemine ait işleri fakat kataraktı da ilerlemiş durumda, kendi inşa ettiği köprü ve göletin üzerindeki çiçeklerin renkleri can alıcı. Sonuçta her insan kafatasının içerisindeki gözler ile algılıyor dünyayı, yani biricik ve taklit edilemez bir algı. Gözün üzerindeki bir leke, zar, perde algıyı etkileyebilir ama bu yanıltıcı bir algı olduğu anlamına gelmez.
Katarakt adı ve sergi metninde vurgu yapılan ‘leke’ ya da ‘kir’ aklıma Barthes’ın üçüncü anlam dediği şeyi, obtuse’u getiriyor. Barthes’a göre filmde ya da fotoğrafta kurgulanan anlamın dışına taşan, “ısrarla orada duran ama anlama direnen bir ek” olan üçüncü anlam, niyet edilmeyen, adlandırılmayan anlamını ifade eder. Senin fotoğraflarında bu üçüncü anlamın öne çıktığını, kir ya da leke olarak orada duran şeyin merkeze alındığını düşünüyorum. Ne dersin?
Fotoğrafı izlerken herkes aslında fotoğraf ve kendi algı dünyası ile başbaşa kalıyor. Bu üçüncü anlam belki yaratım süresince bana öznel bir şeydi ama sergiledikten itibaren, izleyici ile buluştuğunda bu izleyene ait bir şey.
Katarakt serisindeki fotoğraflardan bazıları daha önce Ceza Sömürgesi ve Diğer Hikayeler adıyla yayınlanan Kafka hikayelerinin kapağında ve içinde kullanılmıştı. Bu yüzden, Kafka’yla devam edelim. Kafka’nın bilhassa da Ceza Sömürgesi’nde beden üzerine kurduğu ‘ceza’ anlatısı burada iki fotoğrafta karşılık buluyor: Dürtü ve Kabuk. İki fotoğrafta da beden yüzeyinde iz bırakan ‘tırmık’ları görüyoruz. Ama ortalıkta kan yok. Şiddetsiz bir şiddet gibi. Kafka da bence şiddetsiz bir şiddet uygular. Bedeni bu şekilde, şiddetsiz bir şiddetle, bir nevi fetiş nesne olarak fotoğrafladığını söylebilir miyiz?
Ben daha çok yüzeyden (buna screen, deri vesaire gibi isimler verilebilir, izleyiciye bağlı) dışarı çıkmaya çalışan bir şey olduğunu hissettirmeye çalıştım fotoğraflarda. Ceza Sömürgesi'nde sergideki anlamından farklı olarak Dürtü değil Kabuk kullanıldı, belli belirsiz bir takım izler gibi. Kafka’nın meselleri çok vurucu, şiddet ya da ortada anksiyete durumu yaratacak bir söylem yok ya da okuyucuda bir yerlerde gizli bu. Ben de bu gizli olana odaklanmak istedim. Mesela Kafka çok düz, gündelik bir dille bir masanın üzerinde daktilo durduğunu söylerken bile bu olağan dışı gelir bize. Bedeni fetiş-nesne halinde gördüğümü söyleyemeyeceğim.
Evşen Yeşert, Katarakt sergisinden, Leke
Agamben Çıplaklıklar adlı yazısında şuna benzer bir şey diyor: İnsan bedeni asla çıplak değildir, çıplakken bile, bir giysi gibi çıplaklığı giyinmiştir Bedenin çeşitli parçalarına odaklandığını bilerek şunu sormak isterim: sence fotoğrafın bedeni ‘çıplak’ göstermesi mümkün olabilir mi?
Fotoğrafın hiçbir şeyi olduğu gibi göstermesine olanak yoktur bence. Agamben ölü beden için de aynı şeyi söylüyor mu? Çok merak ettim. Ama aklıma Blanchot'nun fotoğrafı ceset olarak tanımlaması geldi.
Fotoğraflarında affect olarak bir ikili-durum yaratıyorsun. Tam olarak adlandırılıp sabitlenemeyen görüntüler hem huzursuzluk (ya da anksiyete) yaratıyor hem de meditatif bir sakinleştiriciliğe sahip. İhlal adlı fotoğrafta görülen at, bu ikili-etkiyi çok güçlü bir şekilde hissettiriyor. Düşündüğün bir şey miydi bu?
At imgesi belki de insanlığın ilk resmettiği ve hala resmedilen hayvanlardan biri. Biz şehirlerde geçen hayatımızda gerçek bir at görmüyoruz. Fakat bir at imgesi var, bir atı tarif etmek istediğinde vereceğin cevaplar aşağı yukarı belli, o fotoğraftaki rahatsız edicilik sanırım o atın gerçekliğine dair aklına gelen ilk bir iki sorunun cevaplarını taşımasında ve Dürtü ve Kabuk'un yarattığı perdeden dışarı doğru gelen şeyin tanıdıklaşmasında yatıyor. Tabii ki kurguladığım bir şeydi, sözünü ettiğin bu huzursuzluk yaratan ve sakinleştiren etki, haz ve acı dengesi, sanırım beni fotoğraf çekmeye iten duygulardan biri.
Evşen Yeşert, Katarakt sergisinden, İhlal
Bir fotoğrafın, yakın çekim bir gözü gösteren Leke adlı fotoğraf bana Vertov’u hatırlattı ama tersten. Vertov Sine-Göz’de gözün kendisi kameraya dönüşüyor ve şimdi-burada olan şeyi yakalıyordu. Vertov’un amacı burjuva usulü hikaye-anlatıcılığından sıyrılıp ‘çıplak’ hayatı yakalamaktı. Sanki sen ‘çıplak’ hayat diye bir şeyin olmadığını ima ediyor gibisin. Ne dersin?
Vertov Kameralı Adam filminde yeni kurulmuş olan modern ve sıradan şehir hayatını bütün gerçeğiyle gözler önüne sürmeye çalışırken kamerasını tanrılaştırır. Kendini de tanrılaştırır. Ne kurgudan bağımsızlaşabilir ne de gerçeğin kendisini anlatmasına alan tanır. Kamera bir makine fakat bir ressamın tuvali ya da heykeltraşın kullandığı ekipmanlardan çok da ayrı değerlendirmemek gerekir diye düşünüyorum. Kamera bir göz değil. Göz bir organ. Derinin altından dışarı açılan yegane organ. Derimizi kaldırsak et ve kan görürüz. Derinin altını görmek, bildiğimiz ama görmekten keyif almadığımız şey. Oysa göz içeride olan biteni anlatmaktan vazgeçmeyen ihlalci organların en değerlisi. Dışarı açılan gözün dışarı çıkmak istemesi ya da bakışın dışarı çıkmak istemesi gibi başlayıp bir türlü sonuca ulaşamadığım cümleler kurabilirim Leke için.
Burada lafı Benjamin’e getirelim, şöyle diyor bir yerde: “Psikanalizin dürtüsel-bilinçdışını ortaya sermesi gibi, fotoğraf da optik bilinçdışından ilk kez haberdar olmamızı sağlamaktadır.” Katılır mısın bu lafa?
Sanırım Fotoğrafın Kısa Tarihi’nde idi bu cümle. Psikanalizin ve fotoğrafın keşfinin eşzamanlılığına da gönderme yapıyor. Dürtü bana ne kadar bildiğim bir şey gibi gelse de dürtüsel-bilinçdışı meselesini tam olarak kavrayabilmiş değilim. Gönülden katılıyorum fakat neden hiç bilmiyorum.
Fotoğraflarında bir kurgu hissediliyor. Açık alanda fotoğraf ‘çekme’ değil, kapalı alanda fotoğraf ‘yapma’ durumu. Hatırladığım kadarıyla Şahin Kaygun’un da benimsediği bir yöntemdi bu. Ne düşünüyorsun fotoğraf, hayat ve kurgu hakkında?
Beni Şahin Kaygun ile beraber andığın için sana ne kadar teşekkür etsem azdır. Gurur duydum. Ne yazık ki işlerimiz fotoğraf yapma eylemi dışında birbirine yaklaşmıyor. Ya da şöyle söyleyeyim; fotoğrafın yapılabilen bir nesne olduğunu savunarak, fotoğrafa bir sanat dalı olarak yaklaşarak pek çok Türkiyeli fotoğrafçıya ilham kaynağı olmuş, yol açmış bir insan. Tabii belgesel fotoğrafa karşıydı ve sanatçının çağı belgelemek yerine bir çağ yaratması gerektiğini savunuyordu. Sanırım 70’lerde yeni bir çağ yaratma isteği bütün gençlerin kalbinde bir tutkuydu. Onun döneminde Kaygun gibi düşünen bir çok sanatçı olsa Türkiye’de sanat algısı bambaşka olurdu. Benim böyle bir iddiam yok tabii ki. Onun kadar iddialı ve sanatsal olarak güçlü değilim elbette.
Evşen Yeşert, Katarakt sergisinden, Kabuk
Fotoğrafların siyah-beyaz. Özel bir tercih mi bu?
Evet fotoğraflarım monokrom. Fotoğraflarda az renk ve az nesne kullanmayı tercih ediyorum.
Biraz zor ve sinir bozucu bir soru sorayım. Fotoğraflarının işaret ettiği ‘şey’ nedir birkaç cümleyle. Eğer böyle bir ‘şey’ varsa. Ya da şöyle de sorabilirim, bakanları davet ettiğin bir territory var mı?
Fotoğraf basıldığı andan itibaren bir nesne haline dönüşüyor. Resmettiği nesneden bağımsızlaşıyor ve kendisi bir nesne oluyor. Temsil edilenle nesnenin kendisinin arasında bir fark olmadığı düşüncesi bence insanı rahatlatan bir fantaziden ibaret. Bir fotoğraf, bir resim gördüğümüzde onun sadece bir temsil olduğuna eminizdir. Ama aynı zamanda biliyoruz ki bu gördüğümüz şeyin ötesinde de bir şey var. İşte bu şey senin bahsettiğin bir ‘şey’se eğer işte o ‘şey’ bizi yine senin territory dediğin şeye çekiyor. Ferman onda. Yapacak pek bir şey yok. İşte bakış orada saklı, gördüğümüz şeylerle alakası yok. Bir ressam ya da heykeltraş gibi atölyede kaldığı sürece geri dönüp değiştirebileceğin bir nesne değil ya da hareketli görüntülerde olduğu gibi anlatmak istediğini uzun uzun açıklayabileceğin bir forma sahip değil fotoğraf. Gördüklerimizden başka, resmin dışında, dışarıda olan bir bakış var. Bakanların biraz bakışı üzerinde tutmasını istiyorum fotoğraflarımın. Bakmayı bıraktıktan sonra da kısa bir süre de olsa akılda kalıcı olmasını arzuluyorum. Sanırım territory ile sorduğun böyle bir şey.
Fotoğraf üzerine yoğun düşünüp okuduğunu biliyorum. Kimleri sayarsın fotoğraf teorisyenlerinden?
Olivier Richon’un Natürmort kitabı pek çok kitapçının rafında kalan ama beklenilen değeri görememiş iyi kitaplardan biri. İlham verici olabilir hem teorisyenler hem sanatçılar için. Richon fotoğraf makinesini ağza benzetir. Nesneleri ısırır içine alır o, bir sindirim sistemi gibidir kamera. Yine fotoğraf teorisinin psikanalitik ve politik boyutlarını asla unutmayan eskilerden bir Victor Burgin var. Türkçe’de Fotoğrafı Düşünmek diye bir kitabı basıldı.
Klasik soru: seni etkileyen fotoğrafçılar kimler?
Klasikler olacak ama Cindy Sherman, Mapplethorpe, Man Ray, Robert Frank ve tabii ki Olivier Richon.
Ve son soru: bundan sonra nasıl devam edecek bu fotoğraflar? Bir plan var mı?
Önümde birçok fotoğraf projem var, bu fotoğraflarda gördüğün damar devam edecek gibi görünüyor. Ben değil, onlar beni idare ediyor, oraya buraya sürüklüyor. Bilinmez bir şey yani, plan yapmak zor.
Comments