top of page

Öteki ile etik olan arasında: Beden ve Onur

Ateş Alpar’ın, Boğaziçi Üniversitesi Fotoğrafçılık Kulübü (BÜFOK) tarafından düzenlenen son altı yıldır Türkiye'nin farklı kentlerindeki LGBTİ+ Onur Yürüyüşleri’nde çektiği fotoğraflardan oluşan sergisi Onur, üniversitenin atanmış rektörü tarafından iptal edilerek, farklı sunum ve olanaklarla hayata geçti. Sergiyle birlikte, LGBTİ+’ın tarih sahnesine çıkışını ve hak arama mücadelesini, “öteki” ile “etik olan”ın çatışması üzerinden değerlendirdik


Yazı: Mahsum Çiçek




Ateş Alpar, Queer Performance Night, 2019



Dissensus, Bir Beden Uyumsuzluğu Pratiği


İyinin tutarlılığına tutsak olabilecek bir dünya yoktur.

Alain Badiou


Onur Ayı dolayısıyla, Boğaziçi Üniversitesi Fotoğrafçılık Kulübü (BÜFOK) tarafından düzenlenen, Ateş Alpar’ın son altı yıldır Türkiye'nin farklı kentlerinde çektiği LGBTİ+ Onur Yürüyüşleri’nin fotoğraflarından oluşan sergisi Onur’un, Boğaziçi Üniversitesi’nde açılması planlanıyordu. Güney Meydan’da gerçekleşmesi öngörülen sergi, üniversitenin atanmış rektörü tarafından iptal edildi. İptal kararıyla birlikte fotoğraflar, kulüp ve Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri tarafından Onur Yürüyüşü’nde sergilendi ve Alpar’ın, Onur Haftası’na yönelik bir günlük planlanan Onur sergisi, farklı sunum ve olanaklarla gerçekleşmiş oldu. Sanatın kendi olanağını ve olanaklarını oluşturması, Nietzsche’nin decadence olarak ifade ettiği, gelmesi zorunlu yenilik, Platon’dan bu yana hakları elinden alınan kesimlerin, öteki olanın hakkını alması, tarih sahnesine çıkması ve bunu engelleyen kanaatlerin çürümesidir.


Alpar’ın Onur sergisinin, Boğaziçi Üniversitesi Güney Meydan'da farklı bir şekilde gerçekleşmesi, LGBTİ+’ların, oluşturulan bir konsensüsün dışında bırakılmasının ve hâlâ kabul görmediğinin kurumsal bir karşılığıdır. Akademinin, yaşam biçimlerini etik bir düzlemde düzenleme ve kontrol etme vasfı, yazılı olarak Platon’dan beri süregelen bir iktidar biçimidir. Brecht’in, “Nasyonal sosyalizm, biçimde sosyalizmdir, siyasi biçimciliğe bir örnek daha. Burada aşırı bir biçim kaygısı söz konusu değil.”(1) sözleri sanki iktidarın bir özü varmış gibi de okunabilir. Bana göre biçim ve öz ya da günümüz dünyasında teori ve pratik, bir türlü gerçekleşmeyen Platoncu idea ve yaşananların uyuşmazlığı sorunsalıdır. Platon’un, Devlet kitabı ideal bir devlet biçimi olarak sadece biçimseldir ve hiçbir zaman yaşanılan dünyanın bir göstergesi olmamıştır. Akademinin siyasal, etik, Platoncu ideayı beraberinde taşıyor olması, öteki olanı dışarıda bırakan enformasyonun devamıdır. Bu noktada çok da anlatılmayan, görünmezlikten gelinen ya da hâlâ muallakta bırakılan “öteki” kavramı, doğrudan Platon’un ayrıştırıcı dilinin doğurduğu sonuçların arızalarıdır.


Jean Genet, Hırsızın Günlüğü kitabında, bir vazelin tüpü üzerine şunları yazar: “Bu tüp, ağırbaşlı bayağılığına yaraşır yerlerde, nice gizli sevinçlerin hazırlanmasında bana yardım etmişti; lekeli mendilimin kanıtladığı gibi mutluluğun koşulu olmuştu. Bu masanın üstünde, benim polislere karşı zaferimi görünmeyen kalabalıklarına anlatan bir bayrak gibiydi.” (2) Buradaki dolaylı anlatım, ötekinin estetiğini şekillendirirken, mevcut estetiğin de sözel ve davranışsal şiddet barındıran baskıcı etik enformasyonuna işaret eder. Alpar’ın, bir sanat medyumu olarak ele aldığı LGBTİ+ ve Onur Yürüyüşleri’ne dair fotoğraf ve videoları, Genet’in imge üretimine yakın, karanlık sokaklardan gün yüzüne çıkmayı bekleyen bir süreci gösterirken, aynı dışlayıcı enformasyonun varlığını da ifşa eder. Alpar’ın, bedenleri bir bilgi biçimi olarak sunması, onun sanat pratiğini bir argümantasyona dönüştürür. LGBTİ+ ve Onur Yürüyüşleri’nin tüm dünyada bir hak arayışı olarak yayılması; anti-Platoncu, öznesiz bir beden eşitliğine dair farklı bir estetik rejim de üretir.



Ateş Alpar, Untitled, 2019



Etik, bedenlerin çıkar hiyerarşisi


Beden tek ve biricik olandır ve diğer hiçbir şey ile uyuşmaz. Ne dışsal ne de içsel olanın değiştiremediği bu biriciklik çoğu zaman etik tanımlamalarla karşı karşıya kalır. Tanımlama ya da yabancılık hiçbir zaman bilgi yokluğundan kaynaklanmaz, aksine bilginin sınıflanması, siyasallaşması ve tahrif edilmesinden kaynaklı. Siyasal olanın etik bir çerçevede genelleştirdiği bedenler, dış dünyada olumlu ya da olumsuz bir yargıda bulunmayı sağlayan enformasyonun devamıdır. Bu açıdan enformasyonu kişisel ve farklı yaşantıları görmezden gelerek değerler hiyerarşisinde bir konsensüse dahil eder. Konsensüsün, bedenlerin formel bir durum olarak diğer bedenler arasında genelleştirilmesi, düşünsel ve davranışsal bir uyuşmayı dayatması genellikle “etik” olarak tarif edilir. Badiou, “Bu noktada o has etik insanı, ‘Yanlış! Baştan sona yanlış. Etik hiçbir şekilde Özne’nin kimliği üzerine, hatta kurban kimliği üzerinde kurulmaz. Etik en baştan beri, ötekinin etiğidir, ötekine açıldığımız başlıca kanaldır, kimliği/özdeşliği farklılığa tabi kılar’ diye mırıldanarak itiraz edecektir.” (3) der ve etiğin beraberinde getirdiği yanılgıyı, öteki olanı doğuran bir yanlış olarak tarif eder.



Ateş Alpar, Pride, 2019



Öteki, devlet organizasyonunda işlevsiz bırakılan bedendir


Etiğin, Platoncu bir ölçü ve kontrol alanı içinde bir pratiğe dönüşmesi, davranışı şekillendirmesi, her ne kadar devlet için toplumsal bir uyuşma olarak görülse de daha çok siyasal ya da belirli bir kesimin ayrıcalıklarının korunmasından başka bir şey değildir. Platoncu ideanın, sadece devletin pratiği olması, yöneticiler için hiçbir kıstas ortaya koymazken, bu düzeni koruyan ideal insan tipini de “bekçi”de somutlaştırır. Platon, bir Fenike anlatısı olan Metaller Mitosu’nda “Ama sizi yaratan tanrı, aranızdan önder olarak yarattıklarının mayasına altın katmıştır. Onlar bunun için baş tacı olurlar.” Fakat aynı tanrı (Zeus) “Yardımcı olarak yarattıklarının mayasına gümüş, çiftçiler ve öbür işçilerin mayasına da demir ve tunç katmıştır.” (4) der. Bu kaderci, metal alaşımlı yaklaşımın dışında bir de mayalarına hiçbir maden karıştırılmaya değer görülmeyen ve “hiçbir paya sahip olmayan” insanlar da susması gereken bir kitle olarak görmezden gelinmiştir. Platon, devlet organizasyonunda; işsizler, deliler, çocuklar, kadınlar, şairler ve eşcinsellere yer vermemiş, dışarıda bırakmış ve öteki olanı oluşturmuştur. Böylelikle devletin etik bir konsensüs dahilinde işlemesi ve belirli bir anlayış çerçevesinde siyasallaşıp üretim araçlarını bölüştürmesi, doğrudan birilerini dışarıda bırakmıştır.



Ateş Alpar, Queer Ballet, 2019



Akademi, kapitalizme ulaşmanın en kısa yolu


Platon ile beraber felsefenin, sıradan insanlardan ve sokaktan koparılarak akademi ve seçkin olarak adlandırılan bir sınıfa teslim edilmesi, bir özneler organizasyonunu ve akademinin ayrıcalıklı dilinin iktidarını doğurdu. Nietzsche, akademiyi kapitalizme ulaşmanın en kısa yolu olarak tarif ederken, felsefenin de enformatif bir tutum olarak işlev kazandığından bahseder. Kapitalizme ulaşan bu yolun her zaman cemaatlerle kesişmesi ve tıkanması, üretilen bu dilin etik çıkmazlarından kaynaklı. Platon’un, “Sonra söz, doğruluğun eğrilikten daha karlı olduğu düşüncesine dönünce, önceki düşünceyi bir yana bırakmaktan kendimi alamadım” (5) sözleri düşünceyi karlı bir etkinliğe dönüştürürken “demek, bir şeyin en iyi koruyucusu, en iyi bekçisi, o şeyin en usta hırsızıdır da” (6) sözleri de hırsızlığı bir devlet pratiğine dönüştürdü. Sözün, belirli bir sınıfın çıkarlarını koruyan, dışsal bir kontrol ve ölçü mekanizması sağlaması ve devletin ideolojik aygıtlarına dönüşmesi, onu belirli bir kullanım nesnesine de dönüştürür.


Yunan demokrasisinde devlet, etik bir çerçevede organize olurken, ortaçağ Avrupa’sında devlet din temelinde organize oldu. Platonun “bekçi” için belirlediği ölçütler (öfke kontrolü, sarhoş olmak, beslenme, kadınlarla düşüp kalkmak, doğruyu söylememek gibi kriterler) Aziz John Cassian (360-435) tarafından yedi ölümcül günah olarak sistematize edildi. Öteki olanı doğrudan değil de dolaylı olarak da artık belirlenmesi, daha doğrusu bu belirlenimin ölümcül bir suç olması, tüm ortaçağı, bir insan avına dönüştürdü. Ranciere, Demokrasi Nefreti’nde, Marx’ın işçileriyle, kadınların da Olympe de Gouges’un Kadın ve Yurttaş Hakları Bildirgesi’nin 10. maddesini oluşturan; “Kadınların darağacına çıkma hakkı vardır; aynı şekilde kürsüye çıkma hakkı da olmalıdır” sözleriyle tarih sahnesine çıktığını söyler. Aynı şekilde, LGBT+ için dönüm noktası olan, 1969 Stonewall ayaklanması da LGBT+’ı tarih sahnesine çıkaran bir kırılma noktası olur. Ranciere, politikayı, “gerçekte sınıflar olmayan sınıflar arasında bir çekişmenin kuruluşudur.”(7) diye tarif eder.


Modernite, etiğin ortaya çıkardığı eşitsizlikten hak koparmaya, pay almaya ya da devrimlerle el değiştirmesine dayalı yeni eşitsizlikler doğurdu. Modern dünya, bu korkunç bedenler etiğini, bir sömürgecilik barbarlığına dönüştürdü. Hitler Almanya’sı aynı idealist etik enformasyonu ayyuka çıkardı ve farklı yaşam biçimlerini etik belirlemelerin bir ölüm fermanına dönüştüğü kanıtını Auschwitz’te gösterdi. Bu eşitsizlik, üretim araçlarının elde tutulması kadar söz hakkının da elde tutulmasına yöneliktir. Bu açıdan söz hakkını elinde tutanın genellikle haklı olması gerekmez, üretim araçlarını elinde tutması yeterlidir.



Ateş Alpar, Queer Performance Night, 2019



Etik, evrensel değil yerel bir düzenlemedir


Onur Yürüyüşleri’nin önceden planlanması, tarihsel bir rol modele dayanması; sıra dışı, etkileyici, sarsıcı ve yıkıcı gibi tüm pratikleri bir arada barındırmasına da vesile oldu. Bu yürüyüşlerin panayır ve festival havasındaymış gibi eğlence içinde geçirilmeye çalışılması, görsel bir göstergeye dönüşmesi ve sokağa taşınması bir tür kazanılmış hak olarak görülür. Bu durum öte yandan muhafazakarlığı siyasal bir etik olarak kullanan iktidarların baskılarını da beraberinde getirir. Etiğin, kurumsal bir iktidara dönüşmeyen kültürler, özellikle Uzakdoğu ülkeleri kendi geleneklerini korumak için uzun bir zaman boyunca Batı kültürüne kapılarını kapatmışlardı. Tek tanrılı dinlerin ortaya çıkardığı totalite (katolik) kavramının arızalarıyla ancak modern dünyada karşılaştılar. Japonya bu gün Batı toplumunda cinsel devrim olarak adlandırılan yaşam koşullarını yüzyıllardır özgür biçimde yaşamakta. Seks işçiliği, homoseksüel ve heteroseksüel olarak çekinmeden yapılabilecek bir meslek olarak görülmüştür. Uzakdoğu’da etik asla ötekiye dayatılan bir yaşam biçimi olmamıştır. Aksine üretim araçlarından pay almayanlar ve hiçbir hakka sahip olmayanlar, etik düzenlemelere -aile kurumu Ortaçağ Avrupa’sında kiliseyle birlikte kurumsallaşarak bir yönetim şekline de dönüştü- tabi değillerdi.




Ateş Alpar, Untitled, 2020



Ötekinin kamusal alana çıkması bir suç unsurudur


Alpar’ın altı yıllık üretim sürecini takip eden video ve fotoğraflar, öteki olanın iktidarla ortaya çıkardığı uyumsuzluğa dikkat çekiyor. Sanatçının bu uyumsuzluğu doğrudan bedenler üzerinden değil de Genet’ın kişiselleştirdiği nesnel göstergeler üzerinden anlatmaya devam etmesi, bunun siyasi bir kimlik kazandığını ve bir anlatım biçimine dönüştüğünü de gösterir. İspanyol filozof José Ortega y Gasset’in “Cinselliğe bağlanan şeylerin onda dokuzu, imgelemimizin görkemli yetisinin işidir, bu da artık içgüdü olmaktan çıkmış, bunun tam tersine, yaratmaya dönüşmüştür.”(8) sözleri cinselliğe bir sanat pratiği olarak yaklaşmamıza olanak tanıyor. Sanatçının, gerçekleşen Onur Yürüyüşleri’nden kayıt altına aldığı anlar, her ne kadar şiddet ya da pornografik unsurlar barındırmasa da dış dünyanın etik kurulumunda hâlâ nasıl görünmesi, ya da görünmemesi gerektiğini de ifade eden enformasyonun varlığını da ifşa eder. Josef Camphell “En iyi şeyler anlatılamaz, ikinci dereceden olanlar yanlış anlaşılır. Bundan sonra uygar konuşma gelir; bundan sonra kitlelerin beyninin yıkama; bundan sonra kültürler arası alışveriş. Ve böyle ilerlediğinde iletişim sorununa geliyoruz: Yani birinin gerçek ve derinliğinin, bir başkasının gerçek ve derinliğine otantik varoluş cemaati kuracak biçimde açılışı.”(9) İletişimin bu vasat organizasyonu, bedenleri ve düşünceleri bir araya getirerek bir güce dönüştürür.


LGBTİ+’ların, dış dünyadaki eğitsel etik enformasyonla (ki bana göre dezenformasyon da sadece bir tür enformasyondur ve ikisini aynı anlamda kullanıyorum) bir tür fenomene dönüşmeleri, etik bir yapılanmanın dışında öteki olana dair pratikleri görünmez kılarken, siyasal etik arızalarını da insanlar üzerinde bir tür negatif evrim olarak dayatır. Heidegger, fenomeni iki şekilde tanımlar: “Demek ki fenomen (yani kendini-kendinde-gösteren), bir şeyin müstesna bir rast gelme minvali demektir. Öte yandan görünüm ise, var olanın kendisinde bulunan ve var olan bir imleme rabıtasıdır.” ve “bir şeyi, görünür kılma minvali içinde başka bir şeyin önüne koymak ve böylece onu, olmadığı bir şeymiş gibi göstermek.” (10) Bu çift değerlilik, gerçeği gerçek olmayanla yorumlama zorunluluğu insanı hakikatler etiğinden çıkararak tekil sonsuzluklar içine yerleştirir. Dış dünyada insanların görünüşlerinin etik bir durum olması ve hakim bir Platoncu söylem ile şekillenmesi, ötekiye dair pratikleri bir suç unsuruna dönüştürür. Alpar’ın fotoğraflarında yüzlerin genellikle örtük oluşu, kadraja alınmaması, ya da sırtlarının dönük oluşu hâlâ bedenlerin bir suç unsuru olarak ele alınmasından kaynaklanır. Bu durum, bir yürüyüşü genellikle bir eyleme dönüştürür ve bu da iktidarın saldırılarına uğraması için yeterlidir. Eylemlerin genellikle bir arızayı dile getirmesi ve iktidarla çatışması aslında “konsensüs”ün dışında bir “dissensus”un varlığına işaret eder. Bu noktada dissensus, kurulacak daha farklı bir konsensüsün oluşumuna ve çokça tartışılan “öteki olan”ın tarih sahnesine çıkmasına denilebilir.



Ateş Alpar, Queer Performance Night, 2019



Göstergelerin epistemesi


Sanatın etik, estetik bir tutum olmaktan çıkarılıp bir hakikati görünür kılan bir pratiğe dönüşmesi, sanatı temsil rejiminden çıkarıp bir epistemolojiye dönüştürür. Sanatın töz, yansıma, taklit, mimesis, aura gibi farklı pek çok sıfat altında tanımlanması ve sanat nesnesini “miş gibi” göstermesi ötekinin estetiği ile gerçeklik algısını değiştirerek bir hakikati oluşturmaktadır. Alpar, bedeni bir gösterge olarak ele alması ve cinsel kimliği; flama, aksesuar, makyaj, ayakkabılar, renkli ve sıradışı elbiseler, fileli çoraplar, lateks maskeler, peruklar gibi göstergeler üzerinden görünür kılmasıyla, görünüşün dil üzerinden bir geçiş kazanarak (karşıt ya da olumlayıcı) bir ağa dönüşmesinde politik rol de oynar. LGBTİ+’ların görünüşlerini, davranış biçimlerini toplumsal bir eşitlik ölçütü olarak sunması, onu siyasal bir oluşum olarak dış dünyada konumlandırır. Modern dünya bu çatışmaları sürekli uyarlama ve dönüştürme eğilimindedir. Alpar, bir beden gerçekliğini kovalarken tam da böylesi bir çözümlemeden geçiyor. Neyin gerçek olup olmadığını, görüntü ve bu görüntünün bir gerçeklik olarak algılandığı durumların peşine düşüyor. Bir tarafta heteronormatif bir etik iktidar ki muhafazakarlık etiketini hemen üstüne giyiyor, öte yandan etik düzenlemeler dışında kalan, uyuşmayan bedenlerin dissensus bir durum olarak varlık arayışı ve mücadele pratikleri yer alıyor.

Sanatçı Ateş Alpar’ın son beş yılda iki sergisi yasaklandı. Bunlardan ilki, İzmir Valiliği’nin 2019 yılında 7.’sini düzenlediği İzmir LGBTİ+ Onur Haftası kapsamındaki sergiydi. Valilik tüm etkinlikleri yasakladığını duyurmuştu. Özellikle de Alpar’ın açılış sergisi olan Queer Balesi (Queer Ballet) isimli fotoğraf sergisi yasaklanmıştı. Alpar, yasak kararı üzerine Queer Balesi sergisini İzmir sokaklarında Korsan Sokak Sergisi olarak meydanlarda, parklarda, kafe ve barlarda şehrin en işlek yerlerinde sergilemişti. Yasaklanan ikinci sergisi ise geçtiğimiz haftalarda Boğaziçi Üniversitesi Fotoğrafçılık Kulübü (BÜFOK)’nün Onur Ayı dolayısıyla düzenlediği Onur adlı sergisiydi.

Ateş Alpar, 1992 Mardin, Nusaybin doğumlu, fotoğraf, görsel sosyoloji, sinema ve müzik üzerine üretimler yapıyor. Çağdaş belgesel fotoğraf alanında göç, sınır, kimlik, toplumsal hareketler, toplumsal bellek, politika, underground müzik, LGBTİ+/queer gibi konuları merkeze alarak video ve fotoğraf hikâyeleri üretiyor. Alpar, sanat pratiklerini ağırlıklı olarak, Adana, Diyarbakır, İstanbul ve Mardin’de gerçekleştirmekte.



Kaynakça

  1. Brecht, B. (2016), Estetik ve Politika, Ü. Oskay, (çev), Alkım Yay. S. 145

  2. Genet, J. (2004), Hırsızın Günlüğü, Y. Avunç (çev), Ayrıntı Yay.

  3. Badiou, A. (2004), Etik, T. Birkan (çev), Metis Yay, S. 32

  4. Platon, (2020), Devlet, S. Eyüboğlu, M. Ali Cimgöz (çev), Türkiye İş Bankası Kültür Yay, S. 111

  5. Platon, (2020), Devlet, S. Eyüboğlu, M. Ali Cimgöz (çev), Türkiye İş Bankası Kültür Yay, S.60

  6. Platon, (1999), Devlet, S. Eyüboğlu, M. Ali Cimgöz (çev), Türkiye İş Bankası Kültür Yay, S.10

  7. Rancière, J. (2005), Uyuşmazlık Politika ve Felsefe, H. Hünler (çev), Ara-lık Yay. S. 39

  8. Gasset, J. O, (1996), Sevgi Üstüne, Y. Salman (çev), Yapı Kredi Yay, S. 67

  9. Campbell, J. (2018), Yaratıcı Mitoloji, K. Emiroğlu (çev), İmge Kitapevi, S. 93

  10. Haidegger,M. (2011), Varlık ve Zaman, K. Ökten (çev), Agora Kitaplığı, S. 31



bottom of page