Jacqueline Roditi’nin fotoğrafları üzerinden travmatik dönemlerdeki üretkenlik ve zorluklar üzerine tekrar düşünüyoruz
Yazı: Ezgi Fırat
Bazen dış gerçeklik o kadar yıkıcıdır ki ruhsallığın yaratıcı bir uğraş içinde olabilmesi mümkün olmayabilir. Doğal afetler, savaşlar, terör saldırıları ve ekonomik krizler gibi ortak dış gerçeklikler bu yıkıcılığa örnektir. Bu nedenle, fotoğraf sanatçısı Jacqueline Roditi’nin 2022 ve 2023 senelerinde gerçekleşen her iki sergisinin de zamanlaması dikkatimi çekmişti. Sanatçının Covid 19 döneminde çektiği, evinin duvarlarının fotoğraflarını içeren Inside isimli fotoğraf sergisi 2022 senesinde Covid 19 kısıtlamalarının neredeyse sonlandırılmasının ve hastalığın önemli ölçüde kontrol altına alınabilmesinin ardından gerçekleşmişti. Günün En Güzel Saati isimli her fotoğrafta bakanı kendi geçmişinde bir anıya sürükleyen sergisi ise 11 ili yıkan, pek çok can kaybına yol açan Kahramanmaraş merkezli depremlerin birkaç ay sonrasında ve merak içerisinde tekrar güncele saplanıp kaldığımız 13. Cumhurbaşkanı seçimlerinin de hemen öncesinde gerçekleşti. Kolektif olarak maruz kaldığımız, düşünebilmenin oldukça zor olduğu bu travmatik dönemlerdeki üretkenlik beni sanatçının eserleri aracılığıyla yaşanılan zorluklar üzerine tekrar düşünmeye yönlendirdi.
Bir psikanalist olan Winnicott (1967), travmayı bir daha dünyanın asla eskisi gibi olmayacağı algısı yaratan, adeta zamanda bir yarılma olarak tasvir etmektedir. Öyle ki, yıkıcı etkisi nedeniyle yaşanılanın üzerine düşünülemez. Covid 19 ve 6 Şubat depremleri dış gerçekliğin oldukça ağır olduğu travmatik dönemlerdi. Covid ile evlere kapanmış, dışarıdan gelen her şeye, herkese karşı ölümcül bir tehlike anlamı atfetmiştik. Depremler ise hem yaşanan doğal afetin şiddeti hem de devlet eliyle yapılan hatalar silsilesi nedeniyle bizleri çaresizliğe boğmuştu. Bu nedenle, bilinçdışı, düşlemler ve dürtü gibi öznel oluşumlardan oluşan iç dünyalarımız adeta gerçeğin ağırlığıyla donakalmıştı. Bu gibi travmatik dönemlerin içerisinde veya ardından ortaya çıkan sanat gibi yaratıcı uğraşlar dışarının gerçekliği dayatarak içeriyi kurutmasına izin verilmediğini ve düşünebilmenin devam edebildiğini bizlere göstererek bir bakıma umut vermektedir.
Inside sergisi ve fotoğrafların anlatısı üzerine yazmadan önce kısaca covid dönemini hatırlatmak isterim. 11 Mart 2020’de Türkiye’de de Covid karantinaları başlamış ve sokağa çıkma yasağıyla beraber ev hariç dış dünya herkesin kabusu olmuştu. Bulaşın nasıl olduğu bilinmiyor, dışarının, dışarıdaki ötekilerin güvenilirliği sorgulanıyordu. Böyle bir dönemde evler bir nevi sığınak görevi de görüyordu. Dışarıda, görülmeyen bir düşmana karşı savaş vardı. Evlere mecbur kalınmıştı. Her yer hastalıkla dolu iken derimiz işlevini yitirmiş ve bedeni korumak için işlev gösteremez olmuştu. Sergideki fotoğraflar duvarları bir beden gibi resmetmekte ve derinin sıcaklığını yansıtmaktaydı. Sanki Roditi bize ev ile bedenin özdeşleştiğini ve evin bir süreliğine deri gibi bizleri koruduğunu anlatmaktaydı.
Jacqueline Roditi, Inside us there is a house, 2022, 80 x 120 cm
Vulvayı çağrıştıran fotoğrafıyla Roditi eve bir kadın bedeni gibi yaklaşmış ve sanki eve hapsolma deneyimini anne karnı düşlemiyle ilişkilendirmişti. Bu fotoğrafta ev sanki fetüs gibi dışarıda var olunamayacağı için içeride kalınması gereken, muhtaç olunan ama bir yanıyla koruyan bir yerdi. Tıpkı pandeminin ilk döneminde evlerle olan ilişkimiz gibi…
Solda: Jacqueline Roditi, Inside there is us, 2022, 90 x 60 cm
Sağda: Jacqueline Roditi, The house is inside us, 2022, 120 x 80 cm
Covid’deki tek yaşadığımız eksiklik bedenlerimizin yetersizliği değildi. Temas, yakınlık gibi yaşamın en temelinden itibaren ihtiyaç duyduğumuz önemli ilişkisel unsurlar yasaktı. Yani bir nevi ilişkisizdik. Aynı evin içinde dahi birbirimiz için bir tehlike unsuru olabilirdik. Cinselliği çağrıştıran fotoğraflar sanki özlenen, kaybı yaşanan yakınlığa yönelikti.
Geçmişe dönüp karantina dönemi üzerine düşününce evde kalmaya yönelik mecburiyet bizlere yoğun bir çaresizlik yaşatmıştı. Sanki pek çoğumuz böyle bir gerçeği sindirememiş ve yaşadığımız kayıpları sosyal medyada evde yaşamanın avantajlarını vurgulayarak kitlesel düzeyde neredeyse reddetmiştik. Böyle belirsiz bir dönemde sanki Jacqueline Roditi nesnel dış dünyanın dayattığı gerçekliği aklında tutmuş, yaşanılan zorluğu fotoğraflarına konu etmiş ve dış gerçekliğin yaratıcılığını evinin duvarlarıyla sınırlandırmasına izin vererek, kendi içinden yeni bir inşaya fırsat vermişti. Sanatçı bir bakıma pandeminin yaşattığı kayıp ve eksiklikle fotoğrafları aracılığıyla yaratıcı bir şekilde temas kurmuştu.
Roditi’nin Günün En Güzel Saati isimli sergisi ise zamanlama olarak Türkiye’nin en karanlık dönemlerinden birine denk geldi. Depremlerle yaşamın kırılganlığı ve acımasızlığı yüzümüze bir tokat gibi tekrar çarpmıştı. Birer birer biten hikâyelere tanıklık ediyor, bulunamayan naaşları umudumuz tükenerek bekliyorduk. Tüm bu yıkımı yaşarken sırtımızı yaslayabileceğimiz adaletli bir düzenin olmadığını tekrar çok acı bir şekilde anlamıştık. Tekrar kelimesini sık kullanıyorum çünkü ne yazık ki son yıllarda toplum olarak maruz kaldığımız pek çok başka felaket ve adaletsizlik de olmuştu. Mevcut düzen sanki bize yaşananlar aracılığıyla tekrar tekrar anıların, hikâyelerin, yaşamanın alelade bir şey olduğunu söylüyordu. Türkiye’de can kavramının, özgürlüğün, tutku ve arzunun her geçen gün ne kadar değerini yitirdiğini görüyorduk. Sergi çalışmalarının deprem sürecinden çok daha önce başlamış olabileceğini tahmin ediyorum ancak uzun yıllardır toplum olarak üst üste hayal kırıklıkları yaşarken yürütülen bir çalışma olduğunu da unutmamak gerektiğini düşünmekteyim. Sanki bizler somut düzeyde olan biteni anlamaya çalışırken neredeyse kendimizden, geçmişimizden, belki de kim olduğumuzdan uzaklaşıyorduk. Acaba Roditi bizleri hayatımızda yaşanmış, tadı damağımızda kalmış olabilecek anlara götürerek bir zamanlar kim olduğumuzu hatırlatacak bir yolculuğa mı çıkarmak istemişti?
Jacqueline Roditi, Untitled #1, 2023 , Fine Art Print, 3+1 AP , 120 x 200 cm
Işıldayan deniz, gecenin karanlığında birbirine tutkuyla yapışmış bedenler, sanki balkondan görüp de tek tek zihnimizde yaşayanlarını canlandırdığımız, içerideki yaşayanlara kendi hayallerimizi yansıttığımız sarmaşıklarla çevrili apartman… Fotoğraflar sanki bizleri geçmişin ve geleceğin olmadığı asılı kaldığımız noktadan koparıp zaman zaman andığımız, gerçek miydi yaşananlar diye tebessüm ettiğimiz anılara götürüyor. Hatırlayarak, sanki iç kurutan dış gerçeklikten uzaklaşarak geçmişten gelen karelerle kendimize yakınlaşıyoruz. Ölümün kol gezdiği, enkazdan çıkan fotoğrafların, notların herkesi gözyaşlarına boğduğu günlerin ardından içimizde bir zamanlar çok taze olan yaşama sevincini tekrar hatırlıyoruz.
Jacqueline Roditi, Untitled #3, 2023, Fine Art Print, 3+1 AP
Winnicott (1951), dış gerçekliğin kabulünün sanıldığı kadar kolay veya mümkün olamadığını söyler çünkü kişi dışarıda bir gerçeklikle karşılaştığında bunu neredeyse her zaman kendi iç dünyasıyla da ilişkilendirme çabasına girişir. “Geçiş alanı” olarak adlandırılan bu çaba, aynı zamanda, kişiye kendine özel, dış dünyanın tamamen hakim olmadığı, hayal ve gerçekliğin bir arada olabileceği bir “ara alan” bahşeder. Fotoğraflar ile de geçmişe dönerek bir bakıma dış gerçekliğin hüküm sürmediği ancak inkar da edilmediği kendi ara alanlarımıza dönüyoruz. Bir yandan geçmişe dönebilmek, bir zamanlar kim olduğumuzu ve nasıl bir gerçeklikte yaşadığımızı anımsamak kendimizle yakınlaşmayı sağlıyor.
Jacqueline Roditi, Untitled #13, 2023, Fine Art Print, 3+1 AP, 22 X 30 cm
Son yıllarda, sanki toplum olarak zorlu dönemlerden geçerken yaşananların ağırlığı nedeniyle zaman zaman hızlı bir iyi olma telaşına kapılıp, olan bitene yeterince yer açmadan sanki kendimizi oradan oraya sürüklüyor gibiyiz. Ancak, benzer toplumsal olaylar veya kişisel hikâyeler de yine yakamızı bırakmıyor. Tıpkı psikanalizin kurucusu Sigmund Freud’un (1920) ifade ettiği gibi kaybı yaşanmayan birtakım meseleler tekrar tekrar karşımıza çıkıyor ve çaresizliğimiz artıyor. Roditi de sanki Günün En Güzel Saati sergisinde bizleri kendi anılarımıza götürerek bir yandan neler kaybettiğimizi sakince anlatıyor ve fotoğrafları aracılığıyla üretimin kaybı taşımadan mümkün olamayacağının belki de altını çiziyor.
Comments