top of page

Zamana ve gökyüzüne yayılan bir bakış

Selim Birsel'in Öktem Aykut'taki ilk sergisi olma özelliğini taşıyan Yalıtılmış Bir Bakış 14 Mart'a devam ediyor. Birsel'in çoğunlukla 2019 ve 2017 yıllarında ürettiği eserlerle birlikte 1995 yılında düzenlenen 4. İstanbul Bienali'nde sanatçının gösterdiği bir yerleştirmenin yeniden yorumlanışıyla 2006 yılından bir resim serisini de sunan sergiyi değerlendirdik


YAZI: ELÂ ATAKAN BURHANOĞLU



Öktem Aykut giriş kapısı, Yalıtılmış Bir Bakış sergi görüntüsü


Biz nerede duruyoruz? İçeride mi, dışarıda mı? Kendi içimizde yerimiz belli mi? Düşüncelerimizde, hayallerde, korkularda, geleceğe dair kaygının tam üzerinde mi duruyoruz? İnsan kendine bir yuva, ekebileceği bereketli bir arka bahçe bulabilir mi? İnsanın kendini yalıtması inziva mıdır, yoksa bir korunma mı? Özgürlük yalnızlıkla mı başlar, kendine benzeyen bir kalabalığın ortasında durduğunda mı?


Selim Birsel’in Öktem Aykut Galeri’de açılan Yalıtılmış Bir Bakış sergisini gördükten sonra zihnime meteor taşları gibi yağan sorular ile baş başa kaldım. Kendime bu soruları sorarken, bu yazı için buluştuğumuz gün aklımda canlanıyor. Selim Birsel, Galeri’nin önündeki dar sokaktan, tam karşıdan bana doğru gelmeye başlıyor. Üç yıl sonra ilk çarpışma. Uzaktan aynı gibi, belki bu geçen yıllarda biraz yıpranmış siyah deri ceketi üzerinde. Yaklaşıyor, bekliyorum. Tam karşımda duruyor. Yüzüne baktığımda ilk anda o değişimi fark ediyorum. Aydınlanmış, gözlerinde bir ışık. Uzun süredir gördüğüm en mutlu yüze bakıyorum, şaşırıyorum. Sergiye dair konuşup, Norgunk yayınlarından 2018’in Haziran ayında çıkan, onun 2009-2017 yılları arasında yaptığı tüm işlerin ve onlara dair yazıların olduğu Ziyaret kitabını okuduktan sonra taşlar yerlerine oturuyor. Ve bu kitaptan bir cümle bu yazıyı yazmaya başladığımdan beri kulaklarımda yankılanıyor: ‘‘Dünyamız tozpembe değil ama içimde hep bir umut, olumluluk barındırıyorum.’’ Tam da bu bakış ve olumluluk, onun yeni yarattığı dünyasının renklerini, bu sergiyi önceki tüm sergilerden ayrıştırıyor.



Selim Birsel, Yalıtılmış Bir Bakış sergi görüntüsü



Serginin dış cephesi, galerinin cam kapısı, üzerine giydiği siyah ceket gibi tanıdık, uzun yıllardır farklı yüzeyleri kapladığı mavi kap kağıdı ile kaplı. İlk olarak 1991’de Atatürk Kültür Merkezi’nde gösterilen Alanını Aç sergisinde kullandığı bu malzemenin temeli, 1974 yazına, Kıbrıs’a, adaya çıkartma yapılması ve ardından Ankara ve tüm Türkiye’de yaşanan karartma gecelerine dayanıyor: ‘‘Babamla mahallenin kırtasiyesinden o güne kadar hep okul defterimi kapladığım mavi kap kağıdı aldık ve arabamızın farlarını kapladık. Evimizin çeşitli pencerelerini de bu kağıtla kapladık.’’ Selim Birsel için, bu mavi kap kağıdının; kaplamak, örtmek, bir şeyleri açığa çıkarmak, işaret etmek gibi işlevi var. Sergiye de, serginin ismi Yalıtılmış Bir Bakış’a gönderme yapılarak, bu mavi kap kağıdı ile dışarıdan soyutlanmış bir şekilde içeriye giriliyor. Bununla beraber, tüm sergi boyunca bizi izleyecek olan, çerçeveleme, sığınma, soyutlanma, görme, görülmeme oyunu başlıyor.


Selim Birsel, Yalıtılmış Bir Bakış sergi görüntüsü



Önümüzde ayaklarımıza kadar uzanan gerili bir kumaş, üzerinde Selim Birsel’in 1990’lardan beri başka simge imgelerinden biri olan tank baskıları ve bu işin yapımında kullanılan ıstampalar bir köşede yığılı duruyor. Selim Birsel, bu ıstampaları kullanmayı, bir ressamın fırça kullanımına benzetiyor. Ne Pahasına? işi ilk girişte ayağımıza yığılan taşlarmışçasına alanı kaplıyor, bölüyor. Çadır bezinin üzerinde siyah, gri iri tank baskılar yani tank ve başak kelimelerinden türettiği tanşaklar, duvara asılı Gezegen Halleri 1-2 ve Tank Lilyum’da küçülerek bambaşka bir iklime geçiyor, ağırlığını yitiriyor. Safran sarısı içinde açan zeytin yeşiline bürünmüş, kırmızılarla boyanmış içeriden dışarıya taşan, umudu taşıyan dev çiçeklere dönüşüyorlar. Tüm geçmiş griliğiyle geride kalıyor. Selim Birsel’in ‘‘arka bahçesinde yıllardır yetiştirdiği güller, çelik çiçekler’’ ona ait, yalıtılmış, saflaştırılmış gezegenini sarıyor.



Selim Birsel, Gezegen Halleri II, 2019, Kağıt üzerine mürekkep, 149x151 cm


Selim Birsel, Antik Çağ’da yaşamış İyonyalı şair Homeros’un doğduğu Sakız Adası’na ilk defa 2004 yılında gidiyor. Adanın rüzgarlı, dağlık kuzey kısmında yer alan Volissos Köyü’nde kalıyor. Bu adayla yeniden buluşması iki yıl önce bir karar ile gerçekleşiyor. Bu sergide yer alan birçok eser, adada yaşadığı duyguları, izlenimleri yansıtıyor. Az insanın olduğu, dağlık bir adada, zaman uzar, gökyüzü çoğalır, yıldızlar belirginleşir. 2010 yılında Selim Birsel, Mardin’de gördüğü manzara için şöyle yazıyor: ‘‘Bir terasta oturdum, güneye doğru önümde bir boşluk açılıyor. Saman sarısı, alabildiğine düz bir manzara, puslu tozlu bir ufka doğru kayboluyor… Sergide geceyi anlatan Hüsran 1, 2, 3’e, uzaklarda bacası tüten evleri andıran Ruh Kaçtı 1, 2’ye, gökyüzünün her halini, tonlarını anlatan Kırmızı, Yıldızlı, Safran, Şarap, Altın Gökyüzü serilerine baktıkça, onu manzarayı izlerken düşlüyorum. Saatler geçiyor ve o hiç yerinden kalkmadan, Volissos Köyü’nün Çadır Dağı’nın eteklerinden başlayan ışık kırılmalarından, akşam üstü kızıllığına, gecenin koyu maviliğine kadar sadece izliyor. Bu manzarada geceleyin, yıldızlar ve gezegenler beliriyor. Yalnızlığın içerisinde insan, kendi dileklerini ve yaşadığı gezegenin varlığını daha derinden hissediyor. Adada yaptıkları bir araba yolculuğunda yolda giderken, önlerine nasıl da bir meteorittin düştüğünü anlatıyor ya da Kanlı Ay’ın kuvvetine çekilmelerini. Belki de tüm bu deneyimler, zamanın yavaş akışı, ona Meteor Halleri 1-8’i düşletiyor ve resmettiriyor. Ziyaret kitabının sonuna tüm bunları düşündüğünü açıklar bir şekilde, ‘‘gezegenin yüzeyine çarpan kayaların yeniden bir araya gelen parçacıkları da içlerinde bir çeşit yaşam taşıyorlar belki de’’, diye not düşüyor. Ama sanatçı tüm bunlara bir çerçeveden, kabinesi’nden bakıyor. Hep içeriden, dışarıya.


Selim Birsel, Yalıtılmış Bir Bakış sergi görüntüsü



Selim Birsel, Safran Gökyüzü, 2020, Kağıt üzerine mürekkep


Selim Birsel, Meteor Halleri V, 2019, Kağıt üzerine mürekkep


‘‘Kabine çalıştığım yere verdiğim isim.[...]Burası bir atölyeden, deney yapabileceğim bir alandan daha küçük ve çoğunlukla masamda ve koltukta düşünsel düzlemden yazıya, çizime dair zaman geçirdiğim mahrem bir yer. Kabine’me genellikle gece geliyorum, başka bir deyişle gölgeye çekiliyorum. [...]Bir anlamda, bu resimler kabine’min penceresinden dış dünyaya baktığım, iç dünyamla harmanladığım, kendi içinde kaydırdığım, süzdüğüm, hazmettiğim, çeşitli işaretlerle gün yüzü görmüş hisler sarmalı.” Bir Şeyler Geldiğini Görmüyor Musun? 1, 2 eserleri bana 2011’de Kıbrıs'taki askeri sığınağın içerisinden fotoğrafladığı Eski Ufuk adlı işini çağrıştırıyor. Yine bir adadan manzaraya doğru bakış, hala sığınaktan, iç kabuktan dışarıya çıkılmamış ama belki de gelmesi beklenilenin anlamı değişmiş yerini yepyeni renkler ve umut almış…


Selim Birsel, Eski Ufuk, 2011


İnsan bir hayatta kaç kez doğar, kaç kez ölür diye düşünüyorum, sanatçının gömülü bir şeyi meydana çıkarma anlamına gelen Nebş işine bakarken. İnsan kemiklerini andıran, bulunmuş ağaç parçaları, bulunmuş bir sedyenin üzerinde itina ile yerleştirilmiş. Yıllardır Selim Birsel’in deposunda bekleyen ağaç parçalarının bu sergide yerini bulmasına ve gün ışığına çıkmasına nedense hiç şaşırmıyorum. Son bir soruyla bitiriyorum: İnsan, derine gömdüğü umudunu nasıl yeniden yeşertir?



Selim Birsel, Nebş, 2019, Bulunmuş ahşap sedye ve bulunmuş ahşap parçaları



bottom of page