top of page

Yüzün mührü

Pelin Çağlar’ın Kim Unutacak Bizi? isimli ilk kişisel sergisi, Beyoğlu’nda bir depoda izleyiciyle buluştu. Sergiyle birlikte Çağlar’ın “yüz”le kurduğu ilişkide sunduğu muğlak ifadelerin arka bahçesine baktık


Yazı: Hüseyin Gökçe


Pelin Çağlar, Eray, Tuval uzerine yağlı boya, 150x170 cm, 2021


Pelin Çağlar'ın birçoğu ilk defa görülen 13 yağlı boya tablodan oluşan Kim Unutacak Bizi? adlı kişisel sergisi ben, ten ve yüz üzerinden yola çıkarken başkasıyla olan girift ve zorunlu ilişkinin yüzlerde muğlak bir ifade ile kendini yansıtabileceğini iddia ediyor. Bu yaklaşım, portre geleneğinde yer verilen yüzlerde genellikle sabit değişmez görünüşü sorunsallaştırmasıyla dikkat çekiyor. Ayrıca yüzleri muğlak ve belirsiz bir hale getirerek yüzü unutmanın mümkün olup olmadığını irdeliyor. Rahmi Öğdül’ün Yüzün Topoğrafyası adlı konuşmasında her ne kadar yerleşik hayata geçsek de hâlâ en göçebe yerimizin yüzümüz olduğumuzu vurgulamasından hareketle; Pelin Çağlar’ın göçebe bir yüzeyin ötekiyle olan ilişkisinde kaçınılmaz bir şekilde vuku bulacak karışımlara yoğunlaştığı söylenebilir. O yüzden “yüzün sınırları yeryüzünün sınırları kadardır” der gibi bir argüman da üretiyor. Melis Bektaş küratörlüğünde yılın bu mevsiminde Beyoğlu'nda bir depoda sergilenen eserler orada yer alan asma yapraklarından düşen yapraklar gibi tutunduğu yerden koparak kendinden uzağa savruluyor.


Pelin Çağlar, Rarri, Tuval üzerine yağlı boya, 120x145 cm, 2022


Yüz, benle ve öteki arasındaki bir boşlukta kendini ifade ederek kendini açığa vurur. Zaten ne oluyorsa bu boşlukta cereyan ediyordur. Bu anlamda Giorgio Agamben, siyaseti "insan yüzünün olduğu gibi meydana çıktığı, iletişimsel boşluk olarak belirir."¹ şeklinde ifade etmesi boşuna değildir. Bu boşluk önemlidir. Fakat bu boşlukların farklı yüzler tarafından doldurulması hiç de kolay değildir. Mümkünse iktidar, sermaye ve medya odakları buraları kendine ait kıldığı yüzlerle doldurmak istemektedir. Bu durumda yüz olduğu gibi değil de, birilerinin olmasını gerektiği gibi bir iletişime yön vermesiyle o boşlukları doldurur. Boşlukları boş bırakmak ve mümkünse başka türlü bir siyaset, yüzlerin sonsuz sayıda yüzle etkileşime girebilmesiyle olanaklıdır. Pelin Çağlar'ın yakın çevresinden arkadaşlarının ve tanımadığı kişileri ele aldığı bu muğlak portrelerde böyle bir siyasetin mümkün olduğunun ipuçlarını yakalarız. Neredeyse kırışmamış hiçbir yer kalmayıncaya kadar imgesini olabildiğince buruşturabilmiş yüzler görürüz. Burada tanık olduğumuz katlarından açıldığında ya da açılır gibi olduğunda yeryüzüyle gerçek bir temas, ilişkilenme kuran yüzlerdir. Diğer türü olsaydı ki bu da mümkündür; kendi pozisyonundan, hiyerarşisinden, kapladığı alandan, ifade ettiği anlamlardan emin yüzler bir başkasının boşluğuna izin vermeyecek bir nobranlıkla o yeri gasp ederek kendilerini bakışa sunarlardı. Bu iletişimsel boşluğu sırf kendi yüzleriyle doldurmak arzusunu güdenler buruşmamış bir yüzle kalakalırlar. Onların yüzlerinde beliren katı imgeler ürkütebileceği gibi bu yüzler korkunç sonuçlara da yol açabilir.


Sergiden yerleştirme görüntüsü, Fotoğraf: Hasan Uzun


Yüzün dışarısı yoktur. O başlı başına dışardadır. Benim dışarım. Bir başkasının da dışarısı olması başlı başına bir olaydır diyebiliriz. Fakat bu aynı zamanda şöyle bir sonuç da doğuruyor: Yüz, bir başkasının tanıyıp, kimliklendirebileceği, ölçüp ve değer biçebileceği bir yumak olmaktan kendini kurtaramaz. Kişinin kendi yüzünü bir türlü görmeme ve buna bağlı olarak ele geçirilmezlik ve eksiklik hali yüzü savunmasız yapabiliyor. Ama tam da böyle bir şey olduğu için esirgenmesi gereken bir yüzey haline de getirebiliyor. Nasıl kendimiz tam olarak ele geçirecek bir kudrete sahip değilsek bir başkasını da bundan mahrum bırakacak taktik ve stratejiler geliştirebiliyoruz.


Bakışımızdan ve yüzümüzden dolayı bir temsile ki her temsilin içinde bir iktidar sorunu barındığını da düşünürsek tam olarak hapı yutmamak için olabildiğince temsillerden kaçabilecek bir kuvvete sahip olmamız gerektiğini de yine yüzlerimizde ve başkalarında bulabileceğimizi vurgulayalım. Bu anlamda Pelin Çağlar'ın yüzleri temsilden kaçmasıyla da dikkat çekiyor. O yüzlere dair herhangi bir anlam üretebilecek bir şeylerle neredeyse karşılaşmayız. Onları değerlendirebileceğimiz, yorumlayacağımız ve sıfatlara boğacağımız bir ifadeler topluluğu olarak da ele almamız zorlaşır. Yüzün göçebe ve akışkan bir yöne sahip olmasına yönelik vurgu bizi bunlardan mahrum bırakır. Sanatçının ele aldığı portrelerde ne yapılırsa yapılsın yüzün tam olarak soğrulamayacağının işaretleri vardır. Yüzlerdeki harekete dayalı jestler bunu imkânsız kılar. Hatta kimi eserlerde başı ve böylece yüzü de tamamen dışarıda tutarak, tamamen sırt ve kaburgalara yönelmesi bedenin parçalarında meydana gelecek bir dalgalanmadan yüzün de etkilenebileceği varsayımları üretir.


Pelin Çağlar, Can II, Tuval üzerine yağlı boya, 140x170 cm, 2022


M. S. 1. ve 3. yüzyıllarda Mısır'da ortaya çıkan Fayyum Portrelerine baktığımızda, bu işlerin mumyalanmış cesetle bir ilişkisi vardır. Ölen kişinin hayattayken ağaçtan bir levha veya daha başka materyaller üzerine yapılmış portresi mumyalanmış cesedin baş kısmına konur. Buradaki amaç ölen kişiye ait imge üretmenin yanında, cesedin belleğinin olmadığı² ama bir yüze ve mezara sahip olanın bir belleğinin olmasını fark etmiş olmalarından kaynaklandığı söylenebilir. Burada imgenin ölümü delip geçmesinin³ yanında ölen kişiyi hem bu dünya hem de öte dünya veya ruhlar arasında bir münasebete sokma isteği vardır. Her ne kadar bir portreyle temsil edilmeye çalışılsa da bir yüze sahip olanın farklı âlemlerle iletişim kurabileceğine dair bir inançtan da kaynaklandığı da söylenebilir. Modern anlamda ilk portrelerin Rönesans’la yani bireyin ortaya çıkmasıyla başlaması yaşamın yavaş yavaş dünyevileştirilmeye başlamasıyla mümkün olduğunu görüyoruz. Buna karşılık bir yere sahip olanın ve kendini bir birey olarak ortaya koyanın ancak bir yüze ve kendi portresine sahip olacağı anlayışının kendini bu dönemde üretebildiğini iddia edebiliriz. Nitekim tekniğin yeniden üretilebildiği çağda fotoğraf makinesiyle varlıklıların resim yoluyla bir portreye sahip olması kırılarak geniş kitleler bir aygıt aracılığıyla kendi imgelerinin oluşturduğu bir atmosfere sahip oldular. Bu anlamda politik, ekonomik, sınıfsal ve teknik açıdan bir yüze sahip olmak ve bu yüzün bir aygıt aracılığıyla temsil edilmesi arasında bir paralellik var. Ayrıca bir yüzün temsili olan portre, kendini başka bir zamanda sunması arzusuyla hatırlattığı ve hatırlanmasını istediği şekilde kendini açığa vurur. Bunun da yolunun zamanın dondurulmasından geçtiğini bilir. Yüzde ve bakışta bir aura yaratarak kendini sabitler. Yarattığı atmosferin hükmünün zamanla dağılacağını bilir fakat buna tutunmak ister. Ama bu temsille oluşturulmuş imgede ölümden uzak olma ve yaşama karşı da bir yakınlık kurma isteği vardır. Tanıdık ve ölmüş olan birisinin bir fotoğrafıyla karşılaştığımızda sanki buradaymışçasına bize doğru sokulur. Ama kısa sürede irkilir bir şekilde şimdi ve buradaya döneriz. Pelin Çağlar işlerinde çehre ve atmosferi bakışa sunmayıp onları muğlak bir şekilde bırakarak, izleyiciyi fotoğrafın banyo edilmesindeki sürece benzer bir yüzle başbaşa bırakmaktadır.


Sergi ismi yarattığı çağrışımlarla içten içe hüzünlü ve lirik bir havada kendini sunuyor. Unutmasını istemediklerimizin bizi unutması veya unutacak olmasının yarattığı endişe hafif bir yara açabiliyor. Onların böyle bir düşüncesi olmasa da, bu yönde bir çaba göstermeseler de hatta onlarla unutulmayacak karşılaşmalar ve buluşmalar gerçekleştirsek de işte bir yerde unutulacak olma hissi boğazın düğümlenmesine neden olabilir. Zaman birlikte yaşanmış anları mühürler. Bu anların mührü başka bir zamanda kendini açabilir. Yani mührün kırılması işten bile değildir. Mührün bir yerde nasıl kırılacağını kim bilebilir. Bir uyanış anı bazen derin uykulardan uyanmayı gerektirebilir. Bu anlamda portre geleneğinin yüzü ifade etme biçiminden farklı bir şekilde ele alan Pelin Çağlar, zamanın araya girmesiyle belleğin katmanlarda biriken tortularla bir yüzü hatırlamanın o kadar da kolay olmayabileceğini gösteriyor. Göçebe ve hareketli bir yüzey olan yüzde hatırlanan ve unutulmayan sadece bir izdir. İşte bu iz bir yerde filizlenebilir ve yeşerebilir.


 

¹:Giorgio Agamben ,“Yüz”, çev: Murat Erşen, https://gazetekarinca.com/yuz-giorgio-agamben/ (Erişim Tarihi: 11.11.2022)

²: Sanat Tarihçisi ve İmge Bilimci Zeynep Sayın ceset ve imge arasındaki farkı irdelerken cesedin imgeye dönüşmesi için cesedin gömülmesi gerektiğini belirtir. Ayrıca Sayın cesedin belleğinin olmadığını kendi kendisinin imgesi olduğunu ifade eder. “Ölüm Terbiyesi”, Metis Yayınları, İstanbul 2. Baskı: sy, 10

³: Zeynep Sayın, ölüm ve imge arasında ise şu muazzam tespitte bulunur: İmge’nin ölümü delerek ölümün içinde ölüm olmayan uzaklığı bugüne taşıyan yakınlık olduğu belirtir. “Ölüm Terbiyesi”, Metis Yayınları, İstanbul 2. Baskı: sy, 14-15


bottom of page