Evrenin diğer yüzü: Yolculuk ve dönüşüm
- Ceylan Önalp
- 46 dakika önce
- 3 dakikada okunur
Merve Atılgan’ın Other Side of the Universe isimli kişisel sergisi 17 Mayıs'a dek x-ist'te devam ediyor. Sanatçının resimlerinde yarattığı ütopya üzerine düşünüyoruz
Yazı: Ceylân Önalp

Merve Atılgan, Ocean Tribe, 2025, Dijital baskı üzerine ekolin, pastel ve akrilik boya, 86x110 cm
Merve Atılgan’ın ilk kişisel sergisi Other Side of the Universe, geçtiğimiz günlerde x-ist’te açıldı. Sanatçının özgün bakış açısını yansıtan eserlerinin yer aldığı sergi, 17 Mayıs 2025’e kadar izleyiciyle buluşacak. Atılgan, bu sergide sanatını “eşit, adil ve özgür bir ütopyanın mümkün olduğu” fikrini görselleştirmek için bir araç olarak kullanıyor.
Other Side of the Universe, izleyiciyi sadece görsel bir yolculuğa değil, aynı zamanda derin bir içsel keşfe de davet ediyor. Renkler ve biçimler arasında ilerleyen bu sergi, bir yanda organik formların çevresinde dönen bir armoni, diğer yanda ise bir dinginlik sunuyor. Çiçeklerden denizlere, kadın figürlerinden doğaya kadar uzanan bu uçsuz bucaksız evren, yaşadığımız distopyanın içinde gizlenmiş bir ütopyayı arama çabası gibi. Atılgan, doğa ve kadın arasındaki ilişkiyi saf ve sezgisel bir düzlemde kurarken, tarihin derinliklerinden gelen bir arayış ve içsel bir isyanı da eserlerine işliyor.
Aslında her bir çalışma, kadınlık, güç, özgürlük ve eşitlik temalarını açıkça söylemeden, ama her satır aralığına işleyerek sunuyor. Özellikle kadın figürleri, yüzyıllardır dayatılan biçimlerin çok dışında; etli, kıvrımlı ve hayatla dolu. Atılgan onları yalnızca bir beden olarak değil, birer arketip olarak resmediyor. Bu figürlerde, Hindistan ve Pers dünyalarının mitolojik derinliklerinden sızan simgeler aracılığıyla, kadının içindeki vahşi ve özgür güç beliriyor. Her biri, eski zamanların güçlü kadınlarını bugünün tahayyülüne taşıyor ve hatırlatıyor.
Solda: Merve Atılgan, Stoneflower, 2025, Dijital baskı üzerine ekolin, pastel ve akrilik boya, 112x80 cm Sağda: Merve Atılgan, Center Practice, 2025, Dijital baskı üzerine ekolin, pastel ve akrilik boya, 114x90 cm
İlk paragrafta söylediğim gibi sergi yalnızca görsel bir yolculuk değil; aynı zamanda sanatçının kişisel keşiflerinin ve yolculuklarının izlerini de taşıyor. Her figür, her renk, bir anıyı, bir dönüşümü ya da bir keşfi yansıtıyor. Adeta, Atılgan’ın içsel yolculuğunun ve dış dünyaya açılan pencerelerinin bir birleşimi. Ocean Tribe ve Center Practice gibi işler, doğanın ritmiyle insan bedeninin dansını birleştiriyor. Özellikle Center Practice, sanatçının bale geçmişinin izlerini taşıyor. Bale, tıpkı doğa gibi, sezgi ve disiplin arasında bir denge kurar; akışa teslim olan ama her hareketi düşünülmüş bir ritimle. Atılgan’ın yumuşak ama net hatlarla çizdiği figürler, bu ritmi sezdiriyor.
Solda: Merve Atılgan, Journey to the Lunar World, 2025, Dijital baskı üzerine ekolin, pastel ve akrilik boya, 109x79 cm Sağda: Merve Atılgan, Flower Rituals serisinden Awakening of the Flora, 2025, Kurutulmuş çiçek kolajı, Diasec baskı, 70x60 cm
Journey to the Lunar World, sanatçının dijital baskı üzerine ekolin, pastel ve akrilik ile çalıştığı bir iş. Katman katman renkler, hem gezegen yüzeylerini andıran dokular yaratıyor hem de figürün çevresinde beliren aurayla birlikte bir tür ruhsal manzara kuruyor. Her bir eser, sadece görsel değil, aynı zamanda duyusal bir deneyim sunuyor.
Yumurta formundaki baskısıyla izleyiciyi karşılayan Flower Rituals serisi ise doğanın varoluş kudretiyle birlikte içindeki yaşam döngüsünü hissedebileceğiniz bir alan sunuyor. Bu üçlü serinin bir parçası olan Awakening of the Flora, doğanın döngüselliğini ritüel diliyle görünür kılıyor. Çiçekler, yaşamla ölüm arasındaki o incecik sınırı imgelerken, kullanılan renkler, formlar ve yüzey dokuları çiçeğin hem narinliğini hem de doğaya kök salan gücünü anımsatıyor. Her şey birlikte ilerlerken, izleyiciyi yalnızca gözle değil, sezgilerle de etkiliyor.
Joy and Rhythms of Life ise yaşamın kendisini bir ritim, bir dans olarak kurguluyor. Bu, doğanın bir parçası olmak, onunla birlikte var olmak demek. Amaç yalnızca estetik bir deneyim sunmak değil; sezgileri harekete geçiren, bilinçaltını uyandıran bir eşik yaratmak.
Sergi boyunca her figür, her renk bir yaşam öyküsünü barındırıyor. Atılgan, resmettiği öyküler aracılığıyla kadınlık ve doğa arasında bir köprü kuruyor; özgürlüğün, eşitliğin ve doğal bir yaşamın mümkün olup olmadığını sorguluyor. Ve izleyiciyi bu sorgulamaya dâhil ederek, kolektif bilinçaltımıza işaret ediyor. Aynı zamanda içimizdeki kadim bilgeliği, kadının içsel özgürlüğünü hatırlatıyor. Clarissa Pinkola Estés’in Kurtlarla Koşan Kadınlar kitabında geçen şu sözle birleşiyor bu arayış: “Kendimiz olmak başkaları tarafından sürgün edilmemize neden oluyor ama başkalarının isteklerine uymak kendimizden sürgün edilmemize yol açıyor...”
Bugün hâlâ “doğurmaya elverişlilik” düzeyi üzerinden değerlendirilen kadın bedenleri, belki de bu sözü duvarlarına asmış olmalı. Zira doğum şekliniz, kaç çocuk taşıyacağınız, bedeninizin ne zaman hazır olacağı gibi sorular artık size değil; bir üst kurulun sezgilerine emanet.
Other Side of the Universe, işte tam da bu minik ama kararları evrenden büyük olan gezegen komitesine ince bir gülümsemeyle el sallıyor. Ve yolun karşısından soruyor: Alternatif bir dünya mümkün mü?
Belki de bu kez biz seçeriz nasıl doğacağımızı — evrenin öbür ucundan, kimsenin doğum planına karışmadığı bir yerden, yalnızca kendi iç sesimizi dinleyerek.