top of page

Yeni bir müşterek tanımı: Sokak Bizim Derneği ile söyleşi

2007 yılında çalışmalarına başlayan ve 2010 yılından beri resmi bir dernek olarak çalışmalarını sürdüren Sokak Bizim Derneği, kentteki müştereklerin yapı taşı olan sokakların araç odaklı değil, insan odaklı kullanıma açık olacağı durumda oluşacak potansiyeller üzerine çalışan bir inisiyatif. 2015 yılından beri dernekte çalışmakta olan Tuğçe Kaplan ve Neşe Altınel ile, pandemi süreci ve sonrası için sokağın anlamını konuştuk


Röportaj: Liana Kuyumcuyan


Ayda Bir Gün Sokak Bizim, Beşiktaş İstanbul, 2019


Öncelikle Sokak Bizim Derneği’nden bahsedebilir miyiz? Ne zaman kuruldu, kuruluş amacı neydi, şimdiye kadar neler yaptı?

Tuğçe Kaplan: “Nasıl bir kentte yaşamak istiyoruz?” sorusunun getirdiği dürtü doğrultusunda çalışmalarını sürdüren bir sivil toplum kuruluşu Sokak Bizim Derneği. Motorlu taşıtlara göre düzenlenmiş çevrelerin egemen olduğu bir kentte, küçük de olsa bir değişim yaratabilmek adına sokaklardan yola çıkıyoruz. Zira sokaklar, kentin kamusal yaşamına dâhil olduğumuz, arzu ettiğimiz yaşam biçimini birliktelikler üzerinden kurgulama imkânı bulduğumuz en temel birimlerinden.


Sokak Bizim bir inisiyatif olarak yola başladı. 2007 yılında İstanbul’un ev sahipliği yaptığı 7. Towards World Carfree Cities konferansı kapsamında bir araya gelip pilot proje olarak Ayda Bir Gün Sokak Bizim etkinliğini gerçekleştiren ve ağırlıklı olarak şehir plancıları, mimarlar ve sosyologlardan oluşan bir grup, bu etkinlik sonrasında da çalışmalarını sürdürdü. 2008 ve 2009 yıllarında inisiyatif olarak etkinlikler düzenledi, 2010 yılında da tüzel kişilik olmanın avantajlarını da göz önünde bulundurarak dernekleşti.


Sokaklar insan odaklı olmaktan, böylelikle karşılaşma ve oyun mekânları, müşterekleşme zemini olmaktan giderek daha fazla uzaklaşıyor. Biz de temel olarak bu soruna karşı katılımcı yöntemlerle çözümler geliştirmeye çalışıyoruz. Bu doğrultuda pek çok sivil toplum kuruluşu, yerel yönetim ve mahalleliyle beraber Ayda Bir Gün Sokak Bizim etkinliklerini gerçekleştirdik. En basit hâliyle, bir sokağın araç trafiğine kapatılması sonucunda o sokakta yaşayan insanların sokaklarını dilediğince kullanabildikleri etkinliklerdi. Bu etkinlikler sonucunda, bir sokak araç trafiğine kapatıldığı zaman mahallelinin kendi davranış biçimini sokağa dökebildiğini fark ettik.


Kaldırımlarda güvenli ve konforlu bir şekilde yürüyememenin bu şehirde yaşayan herkesin ortak sorunu olduğunu göz önünde bulundurunca Kaldırım Nerede? isimli kampanyalar düzenledik, yürüyüşler yaptık. Kente ve kamusal yaşama dair edindiğimiz bu gibi dertleri yıllardır elimizden geldiğince kentin tüm paydaşlarıyla paylaşmayı ve birlikte düşünmeyi sürdürüyoruz.


Ayda Bir Gün Sokak Bizim etkinliklerinden bugüne kadar kaç tane gerçekleşti?

Neşe Altınel: Daha önce Beykoz, Kadıköy, Şişli, Zeytinburnu, Fatih, Beşiktaş, Beyoğlu, Sarıyer gibi İstanbul’un çeşitli ilçelerinde toplam 15 tane gerçekleştirdik. Hatta 2014 senesinde Sinop’ta da Ayda Bir Gün Sokak Bizim etkinlikleri gerçekleştirilmiş ve Sinopale Uluslararası Sanat Bienali kapsamında 4 etkinlik ve atölyeler düzenlenmiş, eğitimler verilmiş ve katılımcılara sertifikalar dağıtılmıştı. 2015 senesinde etkinliği Sinop’ta iki defa daha gerçekleştirdik. Bu tarihten sonra sokakta etkinlik yapmak zorlaştığı için etkinliği yeniden organize edebilmemiz 2019 senesini buldu. Sonrasında Beşiktaş’ın farklı lokasyonlarında üç kez daha etkinliği gerçekleştirdik. Tüm bu süreç değerlendirildiğinde bugüne kadar toplamda yirmiden fazla Ayda Bir Gün Sokak Bizim etkinliği düzenlediğimizi söyleyebilirim.


Tuğçe de ben de 2015 yılında derneğe üye olduk; fakat Sokak Bizim’in dernek tüzel kişiliği altında birleşmeden önce bile en çok gerçekleştirdiği etkinliklerden birinin Ayda Bir Gün Sokak Bizim olduğunu biliyoruz. Bu sebeple birçoğumuz için yeri ayrıdır. Öte yandan, kenti sokaklardan başlayarak daha yaşanabilir kılma ve kentliyle birlikte deneyimleme fikrini temel aldığı için bir anlamda Sokak Bizim’in benimsediği bakış açısını en iyi özetleyen etkinlik demek de mümkün.



Ayda Bir Gün Sokak Bizim, Beşiktaş İstanbul, 2019



Farklı mahallelerde bulunan sokaklarda yaşadığınız deneyimler nasıl farklılık gösterdi?

Neşe Altınel: Mahalle kültürünü canlandırmayı temel alan bir etkinlik düzenlemek, yerel dinamikler çerçevesinde her defasında kendini yeniden inşa eden benzersiz bir dizi etkinlik demek aslında. Etkinliğin doğası itibariyle kaçınılmaz bir sonucu bu aynı zamanda. Kurgu aynı bile kalsa mekâna bağlı olarak yerel pratikler ve davranış biçimleri değiştiği için etkinlik de şekil değiştiriyor, mahalleli tarafından yeniden yorumlanıyor. Belli bir mahalleye, semte, ilçeye ve hatta kente bağlı kalmayıp mümkün olduğunca farklı sokaklarda etkinliği deneyimleme isteğimizin arka planında bizi heyecanlandıran etmenlerden biri de bu farklılaşma.


Bir kere en başta ölçek değiştikçe etkinliğe yaklaşım da değişiyor. Küçük ölçekli yerleşimler karakteristiği itibarıyla daha sıkı içsel bağlara sahip olduğu için sosyal ilişkiler bakımından da daha canlı bir tablo çiziyorlar ve bunun sonucu olarak Ayda Bir Gün Sokak Bizim gibi iletişime dayalı etkinliklerin benimsenmesi daha kolay bir hâl alıyor. Bununla birlikte, İstanbul ve Sinop’ta gerçekleştirdiğimiz etkinlikleri kıyaslayınca küçük ölçekli yerlerde etkinliğin uzun vadeli etkilerini görmek de daha kolay denilebilir. Öte yandan, Etiler gibi gelir seviyesinin yüksek olduğu yerlerde insanları arabalarından inmeye ikna etmek bile bir çaba gerektirirken, Fatih ve Zeytinburnu’ndaki gibi, zaten sokağı yaşayan mahallelerde insanları sokağa çekmekte o kadar da zorlanmıyoruz. Hâlihazırda alışkın olunan bir sokak kültürü olduğu için mahallelinin yaklaşımı daha içten oluyor.


Tuğçe Kaplan: Aynı mahallenin paralel veya birbirini kesen sokaklarında dahi gözlemlenebiliyor bu gibi farklılaşmalar. Beşiktaş’ta 2019 senesinde birbirine çok yakın sokaklarda gerçekleştirdiğimiz üç etkinlikteki deneyimler, her bir sokaktaki bilhassa çocuk, esnaf ve yaşlı yoğunluğuna göre farklılık göstermişti. Bu gruplar üzerinden okuyabileceğimiz sokak kültürüne alışkanlık ve meyillilik etkinlik sırasındaki paylaşımları da güçlendiriyor.

Kentsel dönüşüme uğramış mahallelerde bu etkinlik gerçekleşti mi?

Tuğçe Kaplan: Kentsel dönüşüm odaklı bir çalışma yürütmedik şu ana kadar. Lakin kamusal alanlarda diyaloğa davet eden etkinlikleri önemsiyoruz. 2019 yılında PASAJ’ın davetiyle Tarlabaşı Sururi Park’ta, Kolombiyalı ekip El puente_lab yürütücülüğünde (d) structure oyununu oynadık. Tarlabaşı’nın kısmi dönüşümüne şahit olmuş semt sakinleri de katıldı oyuna. İnsan gruplarını yaşamın temel değerleri hakkında düşünmeye davet eden katılımcı, işbirlikçi ve süreçsel bir yaratma projesi olarak sunuluyordu oyun. Farklı yerlerde de oynamak suretiyle coğrafi, sosyal, politik, ekonomik bağlamlara göre değişen insan ihtiyaçlarını hesaba katmak temel amaçlarındandı. Şüphesiz kentsel dönüşüm olgusu da bu bağlamlardan bağımsız düşünülemez. Oyunda katılımcılara yöneltilen “On yıl içinde hayatınızı nasıl hayal ediyorsunuz ve başarmak için neye ihtiyacınız var?” sorusu yerin ve dönüşümün bu bağlamlarda sorgulanmasına aracı olmuştu. Sokak Bizim olarak amaçlarımızdan biri de zaten yaşam alanlarına yönelik sorgulamalara alan açabilmek.



(D) Structure, Tarlabaşı Sururi Park İstanbul, 2019



Özellikle pandemi sürecinde evde geçirdiğimiz zamanın uzamasıyla, sokak yönüne bakan pencere ve balkonlar da önem kazandı. Bu anlamda ev girişleri, kapı önleri ve kaldırımların da sosyalleşme amaçlı kullanımlarında nasıl potansiyeller görüyorsunuz?

Neşe Altınel: Pandemi ilan edilmesi ile birlikte gelişen süreç, hepimiz için yeni ve farklı dinamiklere sahipti şüphesiz. Daha önce kişisel olarak hiçbirimiz tarafından deneyimlenmemiş bu dinamikler, gündelik hayat pratiklerimizi doğrudan etkileyerek yaşayış tarzlarımızda da birçok değişikliği beraberinde getirdi. Şu an küresel ölçekte yeni bir normal arayışı hakim ve belki de süreç içerisinde edindiğimiz tecrübe ve farkındalık sayesinde bu normalleşme çabasını kendi aleyhimizde çıktıları olacak şekilde sonuçlandırmak mümkün olacak. Çünkü pandemi, afet gibi olağandışı hâllerle başa çıkabilen, dayanıklı şehirler inşa etmemiz gerektiği gerçeği ile ilk defa bu kadar çarpıcı bir şekilde yüzleştik ve bunu nasıl gerçekleştirebileceğimize yönelik kolektif bir algı yerleşmeye başladı. Yönetimler için 15 dakikada erişilebilir şehir tasarımları daha cazip hâle geldi mesela, sürdürülebilir ulaşım modlarının önemi bir kez daha gün yüzüne çıktı ya da çeşitli mikro-hareketlilik çözümleri görünürlük kazandı.


Pandemi sürecinde getirilen geçici çözümler, uzun vadede kalıcı önlemlere ön ayak olabilme potansiyelleri sebebiyle bence oldukça kıymetli. Örnek verecek olursak; Bogota kenti pandeminin patlak vermesiyle birlikte haftanın bir günü motorlu taşıt trafiğine kapatılan yolları, sağlık çalışanlarının işe gidiş gelişlerini güvenli hâle getirmek için bisiklet yolu olarak kullanıma açtı ve pandemi sonrasında da bu kullanıma hizmet verecek şekilde bir düzenlemeye gitti. Benzer şekilde İBB, Bağdat Caddesi’nde bir pop-up bisiklet yolu inşa etti. Bu güzergâhın da kalıcı hâle getirilmesine yönelik çalışmalar devam ettiriliyor.


Şu an bizler de hareket alanlarımızın kısıtlanması ve yakınımızda olanın önem kazanması ile kapımızın önünde sosyalleşiyoruz belki, bu durumun uzun vadede sokak kültürünü canlandırmaya yönelik bir davranış biçimini beraberinde getirme ihtimalini akıllarda tutmak gerek.


Sokakları araç kullanımına kapattığınız etkinliklerden deneyimledikleriniz ve öğrendiklerinizle, bu mekânların meydanlara oranla daha fazla iletişim/sosyalleşme olanakları taşıdığını söyleyebilir miyiz?

Tuğçe Kaplan: Sokaklar da meydanlar da kesintisiz bir kent süreci içerisinde şekilleniyor, tasarım ya da kullanım yoluyla sürekli değişim geçiriyor. Her ikisi de kavram olarak önemsiz ve anlık müdahalelerden, detaylı, gelişmiş mühendislik, mimarlık, bayındırlık işleri içeriyor. Otorite de bu süreçlerde hep baki. İletişim/sosyalleşme olanaklarının çokluğu açısından bir kıyaslama yapamam, fakat sokaklarda bu olanakların belki daha kolay erişilebilir olduğunu söyleyebilirim. Çünkü aktörler sokaklarda, meydanlara nazaran daha kolay bir müzakere alanı açabiliyor. Bu durum sokaklardaki aktör sayısının çokluğundan kaynaklanmıyor tabii, sokak bazında aktörlerin o sokağın yaşayanları olduğunu varsayarsak, önce kendi kapının önünü süpürme güdüsünden kaynaklanıyor olabilir. Sokağı araç kullanımına kapatınca da aslında gerek yaşam alanına dair müzakere süreçlerini açmak, gerekse bu güdüyü teşvik etmek istiyoruz. Bugün Taksim Meydanı'na küsüp, “Bir daha ayağımı basmam.” diyen insanlarla karşılaşabiliyoruz, aynısını yaşanılan sokak için söylemek o kadar kolay olmasa gerek. Yine sokakların, insan ölçeğine daha yakın olduğu için iletişim ve sosyalleşme açısından daha rahat bir zemin sunduğunu da söyleyebilirim.


Mahallelerin barındırdığı ekonomik ve sosyal sınıfların genelde aynı çizgide olduğu kanaatindeyiz. Bu anlamda, daha yüksek gelirli grupların yaşadığı mahallelerde sokak kullanımında farklılıklar gözlemlediniz mi?

Neşe Altınel: Genel bir yorumla insan ölçeğinden uzaklaşan tasarımların, kent ve kentli arasındaki ilişkiyi zayıflattığını ve bu doğrultuda kamusal alan kullanımlarının da değişkenlik gösterdiğini söylemek mümkün. Bu bağlamda sosyo-ekonomik farklılaşmaların da bir takım mekânsal yansımaları oluyor. Özellikle İstanbul gibi bölgeler arası gelir seviyelernde gözle görülür farkların olduğu büyük şehirlerde bu durumun okumasını yapmak daha da kolay. Gelir seviyesinin yükselmesine paralel olarak araç sahipliğinin artması, kişilerin yaşadıkları sokak ile bağ kurmasını zorlaştıran etmenlerden biri. Sonuç olarak da sokak, kişiyi yalnızca A noktasından B noktasına ulaştıran kimliği ile ön plana çıkıyor ve tüm bu ulaşım süreci içerisindeki kullanıcı deneyimi bir bakıma anlam yitimine uğruyor. Buna paralel olarak kaldırımların da kimi yerlerde öncelikli olarak yol kullanıcılarına hizmet etmediğini gözlemleyebiliyoruz. Lüks semtlerde karşılaştığımız vale ve araçlar tarafından işgal edilmiş kaldırımlar, sürekliliği sağlamayarak yaya hakkının ihlaline neden oluyor. Dernek olarak hâlen yürütmekte olduğumuz Kaldırım Nerede? projesi ile de bu gibi sorunlara değiniyoruz.


Sokak Bizim & Mode İstanbul, Hayal Et



Sandalye, tabure gibi elemanların sokağa yerleştirilmesi, bölgenin sahiplenilmesi anlamına da geliyor. Güvenlik anlamında da sokağın gözetimi vatandaşın elinde oluyor. Bununla ilgili yıllar içerisinde nasıl değişimler gözlemlediniz?

Tuğçe Kaplan: Sokak Bizim'in epey etkilendiği Jane Jacobs'a göre şehirlerin sokakta gözü olmalıdır: Dükkân sahiplerinin, sokak satıcılarının, pencereden bakan sakinlerin gözleri sokaklarda kamusal bir güven ağının oluşması, organik kent canlılığı için ön şarttır. Bunun da ülkemizde hâlen oldukça geçerli bir pratik olduğunu düşünüyorum. Tabii Neşe’nin değindiği gibi mahalle, semt profillerine göre değişkenlik gösteriyor.


Fakat bilhassa sandalye, tabure gibi elemanların hâlihazırda motorlu taşıtların egemen olduğu çevrelerde sokağa, kaldırımlara yerleştirilmesinin yaya hakları ihlali boyutunu da göz önünde bulundurmak gerekir. Kaldırım Nerede? projesinde vatandaşların belirttiği sorunların arasında bu ihlal/işgal durumu da yer alıyordu. O nedenle bu gibi durumlara etkileşimli bakmaya çalışıyoruz.


Hala kentsel dönüşümde olan bölgelerde sokak kullanımı yoka yakınken, dönüşümden çıkmış sokaklarda yeniden sokağın sahiplenilmesini olası görüyor musunuz?

Neşe Altınel: Kentte, tüm yaşayanları kapsayacak şekilde her sokak yaşanabilir olsun arzusu ile hareket ediyoruz ve bugün bizim belki bir sokaktan başlayarak yaratabileceğimiz minör bir değişimin domino etkisi ile büyüyerek daha geniş ölçeklerde de çıktıları olacağına inanıyoruz. İşin tabii ki birçok boyutu var ve kentsel dönüşüm bunlardan yalnızca biri. Yönetimler tarafından uygulamaya konulacak yerleşik bir sokak kültürü oluşturulmasına yönelik politikalar neticesinde kamu algısının da değişmesi gerekiyor, buna hizmet edecek altyapı iyileştirmelerinin de… Tüm bunlar zincir halinde ilerleyen ve birbirini etkileyen durumlar. Dolayısıyla sokağın sahiplenilmesi de bir süreç dâhilinde gerçekleşecek.


Hala sürmekte olan pandemi süreci ve “yeni normal” kavramı pratiğinizi nasıl etkileyecek? Gelecek etkinliklerinizde nasıl farklılıklar veya düzenlemeler yapmayı düşünüyorsunuz?

Tuğçe Kaplan: Şüphesiz, mekânda adalet mefhumunun önemini iyice gün yüzüne çıkaran pandemi sürecinin altını çizdiği noktalardan biri de yaşanabilir kentler. Sürecin etkilerini hepimiz imtiyazlarımız doğrultusunda, farklı boyutlarda yaşadık, yaşıyoruz. Sokağa çıkma yasakları, sosyal mesafe önlemleriyle şehirle kurduğumuz bağ zayıflamaya başladı. “Evde kal!”, “Mesafeni koru!” gibi sloganların yüklediği bireysel sorumluluklar, mekâna dair yapısal ve altyapısal sorunları daha görünür kıldı ve beraberinde de pek çok muamma getirdi. Standartlara uygun olmayan kaldırımlarda yürürken önerilen mesafeyi koruyamayacağımızı, erişilebilir bir şekilde yürüyüş, egzersiz yapabileceğimiz yeşil alanların eksikliğini bir kez daha fark ettik. “Yeni” dünya düzeninde kentlere nasıl yaklaşmak gerektiği hususunun pek çok paydaşın uğraşı hâline gelmesi sonucu, heyecan verici uygulamalar da gündeme geldi. Karantina sürecinde azalan araç trafiğinin avantajlarından faydalanarak, bisikletlilere alan açmak üzere geçici bisiklet yolları yapımına başlandı. Sosyal mesafeyi korumaya yönelik yayalaştırma uygulamaları gerçekleştirildi. Bilhassa eşitlik ve erişim imkânı sağlayan toplu taşımayı kullanmanın tedirgin edici hâle gelmesiyle pek çok insan otomobillerine yönelse de, bu geçici uygulamaların kalıcılaşması yönünde talepler var. Sokak Bizim olarak bu talepleri görünür kılmaya ve sürdürmeye uğraşacağız, pandemi sürecinde oluşan dayanışma ağlarına dahil olarak, sokaktaki komşularımızla bir araya gelerek, muhtarla, mahalledeki derneklerdeki iletişime geçerek ve birlikte hareket ederek.



Ayda Bir Gün Sokak Bizim, Beşiktaş İstanbul, 2019



Hem tasarımcılar hem de vatandaşlar olarak; sokakları pandemi sürecinde evimizin bir uzantısı olarak kullanabilmek için nasıl inisiyatifler alabiliriz? Önerileriniz var mıdır?

Tuğçe Kaplan: 2015 yılında yaşanabilir mekânlara olan ihtiyaçtan yola çıkarak Mode İstanbul ekibi ile birlikte Hayal Et başlıklı bir çalışma hazırlamıştık, mottosu da "Sokaklar Kentlerin Oturma Odalarıdır" idi. Placemaking kavramı çerçevesinde yaşadığımız, bir araya geldiğimiz alanları müdahalelerimizle kendimizin kılmaya davet ediyorduk. Pandemi sürecinde daha cazip hale geldiği aşikâr olan bu davet hâlen geçerli. Ayrıca internet sitemizden PDF formatında indirilebilen, daha yaşanabilir sokaklar için “ben ne yapabilirim?” sorusunu soran, sorumluluk almak isteyen vatandaşlara yönelik hazırladığımız Yedi Adımda Sokağını Yaşa isimli bir rehberimiz de mevcut.


Neşe Altınel: Aslında bir bakıma sürecin doğal akışı içerisinde çözüm önerileri de kendiliğinden gelişiyor. Çünkü fiziksel teması mümkün olduğunca azaltmak, kitlesel hareketliliği sınırlandırmak zorundayız ve bu da bize yaşadığımız sokağı, mahalleyi daha çok deneyimleme fırsatı veriyor. Bu konuda kendimden ve yakın çevremden birkaç kişisel deneyim aktarabilirim: Evde geçirdiğimiz süre uzadıkça ev arkadaşım bazı günler akşam yemeklerini mahalle parkında yemeye başladı örneğin. Bir başka arkadaşım sürecin daha başlarında, hafta sonları biraz hava alabilmek için evinin bitişiğindeki otoparka kamp sandalyesini atıp içeceğini de alıp bir şeyler okumaya çıkıyordu. Ben de hâlâ evden çalışan biri olarak evin içinde bulunmaktan sıkıldığım anlarda, biraz da farklı bir yüz görebilmek adına apartman önüne mahalle bakkalımıza sohbet etmeye iniyorum mesela. Bu bahsettiklerim aslında pandemi öncesinde de bize yasaklanmış şeyler değillerdi ama bazılarımızın bir sebeple yapmaktan imtina ettiği şeylerdi. Pandemi süreciyle birlikte özellikle de alternatifimiz kalmayınca yapmak daha kolay hâle geldi.

bottom of page