top of page

Yazma cüreti

Sanat yazarı ve eleştirmeni Murat Alat’ın unlimitedrag.com üzerinden her hafta cuma günleri okurlarımızla buluşan yazı dizisinin ikinci yazısı Yazma cüreti üzerine. Alat sanata ve yazıya dair düşüncelerini, deneyimlerini ve yaklaşımlarını bu seride aktarıyor


Yazı: Murat Alat

Yazdıklarım her okuduğumda bana yanlış gelir. Yazıya geçirdiğim kelimelerin, cümlelerin durmadan orasını burasını çekerim ama fikirler, hisler asla tam olarak yerlerine oturmaz. Yazmak ucu açık bir eylemdir, sonsuza kadar devam edebilir. Yazının potansiyeli tüketilemez, bir yazı asla bitmez. Biten yazarın sabrı ya da ömrüdür. Öte yandan okumak da yazmak gibi sonu olmayan bir süreç değil mi? Metinler dipsiz kuyu gibidir, her okuyuşta bir kat aşağı inersiniz ama asla işte sonuna geldim diyemezsiniz. O halde, yazdığım yazının hem müellifi hem de ilk okuyucusu olarak, aslında sonsuzluğun iki farklı görünümü olan yazma ve okuma eylemleri arasında bir tel cambazı durumundayım. İster yazar maskemi takayım, ister okur, derin bir kaygı içimde belirir. Mutlak bir anlamın yokluğunda ayağımı sağlam basacağım zeminin olmaması beni dehşete düşürür.


Yazı sonsuz sayıda düzeltmeye açıksa, “doğru yazı” diye bir şey de yoktur ve her yazı asla düzelmeyecek derecede yanlıştır. Peki bir şeyi yanlış olduğunu bile bile yapmak nasıl etik olabilir? Bu noktada yazmamak, yazmanın yanında bir erdem gibi gözükebilir. Konuşan bilmez, bilen konuşmaz derler. Konuşmak ve yazmak arasında bir anlığına denklik kurmama izin varsa yazı yazmak bir nevi cahil cesareti midir? Cahil bir insanın söyleyecek ne sözü olabilir? Kral Midas bir gün uzun zamandır peşinde olduğu bir satir olan bilge Silenius’u köşeye sıkıştırmış ve O’na, bu dünyada bir insan için en iyi, en arzulanır şey nedir, diye sormuş. Silenius önce “Ey zavallı fani yaratık, bilmenin senin için hayırlı olmayacağı şeyi niye soruyorsun?” dese de Midas’ın ısrarı üzerine cevap vermek zorunda kalmış: “İnsan için en hayırlı olan şey hiç doğmamış olmaktır. İkinciyi soracaksan o da bir an önce ölmektir”. Yazı da bir var olma biçimidir ve Silenius’un sözlerine istinaden denebilir ki, en iyi yazı hiç yazılmamış olandır, ikincisi ise ilk yok edilen. Ancak bunlar mutlak bilgiye haiz olan birinin, tanrılara denk olan bir bilge satirin sözleri. Mutlak olana kıyasla fâniliğinden mütevellit insan cahil, kötü ve çirkindir. Ömrü boyunca da mutlağın gölgesinde azap çekmeye mahkumdur. Bir ölümlü olarak ben cehaletimi baştan kabul etmişken acaba hiç yazmamalı, çektiğim acıyı katlamamak için yazdıklarımı da bir an önce silmeli miyim?


Elbette mutlak doğru, mutlak güzel, mutlak iyilik varsa benim kusurlu varoluşum bir an önce düzeltilmesi gereken bir hatadan ibarettir. Ömrümü bir kader mahkumu gibi fıtratımda olan, sorumlusu olmadığım bu hatayı düzeltmeye adayabilirim ya da dünyaya daha fazla kötülük bulaştırmadan bu diyarları terk edebilirim. Thomas Bernhard, Bitik Adam romanında Glenn Gould’un virtüözlüğü karşısında piyano çalmaktan ve hatta var olmaktan vazgeçen, çözümü intiharda bulan arkadaşı Wertheimer’in hikâyesini anlatır. Wertheimer haset çukuruna düşüp Gould’u öldürmektense romantik bir jestle kendini öldürür. Gould’un mevcudiyeti, dehası, Goldberg Varyasyonları’nı kusursuz çalması Wertheimer için mutlak olanın yeryüzündeki tecellisidir ve onun yaşamını anlamsız kılar.


Nietzsche, Deleuze gibi filozoflar gözüme yarı mitik tanrısal figürler gibi geldiklerinden kendimi onların dehaları karşısında kolaylıkla koruyabilsem de, benimle aynı dönemde aynı topraklarda yaşamış bir fâninin, Ulus Baker’in mevcudiyeti  bana okumaya ve düşünmeye ne cüretle devam edebildiğimi çokça sorgulatmıştır. Bir süredir ise böyle bir bilgelik mertebesini takip ettiğim düşünürlere bahşederek onlara yapabileceğim en büyük kötülüğü yapıyor olduğuma inanıyorum. Mutlak olan ancak belirli bir mesafeden mümkün olabilir. Davulun sesi uzaktan hoş gelir. Mesafeler kapanıp kusursuz olduğunu sandığım kişilere ya da şeylere onlara temas edebilecek kadar yaklaştığımda onların da ne derece kir, pas, kırıklık, döküklük ve acı barındırdığını görürüm. Onlar da benim gibi fanidir. Nihayetinde Nietzsche akıl hastanesinde ölmüştür, Deleuze intihar etmiştir ve Ulus Baker’in mutlu bir hayatı olmamıştır. Güzellik, doğruluk, iyilik maskesinin ardında insan için yaşayacak yer yoktur.  Aksine mutlak değerlerin kabulü peygamberler, efendiler, filozoflar, hocalar, üstadlar ve eleştirmenler gibi pek çok iktidar pozisyonu kurup yaşamı bir savaş alanına çevirir. Ben bu çatışmanın yerini dostlukla, yarenlikle ikame ederek okumaya, çalışmaya, var olmaya devam etme gayretindeyim. Nietzsche, Deleuze, Ulus Baker ve daha nicesi benim dostum.


Mutlak olanı cahilce bir cesaretle, sırf bir şeyler yapabilmek için, yaşayabilmek için hayatımdan çıkarmaya çalışıyorum. Her yerde her zaman geçerli değerlerin yokluğunda ise göreceliliğin anlamsızlığına düşmekten ya da popülizmden kurtulmak için muhabbete sığınıyorum. Okurken, bakarken, dinlerken, konuşurken ve yazarken muhattaplarımla dostça muhabbet etmeye gayret ediyorum. Bu muhabbetin mahiyeti ise bana söz konusu ilişkinin anlamını sunuyor.  Bir sanat eserini ya da bir yazıyı güzel/çirkin, doğru/yanlış diye yargılamamıza izin verecek mutlak değerlerin yokluğunda onu dünyayla kurduğu sayısız küçük bağlarla değerlendirebiliriz. Bu bağların hayra mı vesile oldukları, şer mi doğurdukları; aşktan mı kuruldukları yoksa güçlerini hasetten mi aldıkları bize eserin anlamını verir. Ben de okurken, yazarken bu mikro ilişkilerin izini sürüyorum.


Evet bir yazı asla bitmez. Her yazı önceden yazılmış pek çok yazıya bağlıdır ve daha sonra yazılacak olan yazılarda kendini bulur. Üstüne üstlük yazılar her okumada değişir ve sonsuz yoruma açıktır. Fakat bir an gelmeli ve yazı yazarının elinden çıkmalı okuyucusuna ulaşmalıdır; yoksa yazar mutlağa ulaşmaya çalışan çileci bir dervişin suskunluğuna, yalnızlığına mahkum olur. Bir yazının ne zaman bittiğini söyleyemeyebilirim ama ne zaman okunmaya hazır olduğunu biliyorum. Bir nokta bir noktaya, bir kelime bir kelimeye zarifçe bağlandığında, yazar okuyucuya ilk cilvesini yaptığında, muhabbetin araçları ortaya serildiğinde yazı okunmaya hazırdır. Anlam, asla ulaşılamayacak bir ufuk olarak mutlak olanda değil; iki nokta, iki adım, iki tekil varoluş arasındaki ilişkide bulunur.


bottom of page