top of page

Şehrin cefası, hafızanın sesi

Güncelleme tarihi: 4 gün önce

Murat Alat'ın unlimitedrag.com üzerinden yayınlanan Egzersizler isimli serisi kitsch kavramını Gülsün Karamustafa'nın BüroSarıgedik tarafından kendi mekânlarında ve Merdiven Art Space'in mekanında gerçekleştirilen Bir Nevi İşgal Hali isimli kişisel sergisindeki bir yapıtı üzerinden düşündüğü yazısıyla devam ediyor


Yazı: Murat Alat



Geçen yazıda Anaksagoras’ın “Her şey her şeydedir” vecizini iki yerde geçirmiş; alelade bir sanat eserinin bile sonsuz karmaşıklıkta bir düğümden ibaret olduğunu ve bu düğümün ipliklerinin izini sürme çabamızın sonunda bize varoluşun hakikatini verme yetisine haiz olduğunu iddia etmiştim. Bu yazıda ise yakın zamanda şahit olduğum ve beni ziyadesiyle tesiri altına alan bir sanat eserini elbette serbest çağrışım metodunu kullanarak analiz edip bu iddiamı ispatlamaya gayret edeceğim. 


Mevzubahis eser, Gülsün Karamustafa’nın BüroSarıgedik tarafından açılan Bir Nevi İşgal Hali sergisinde Merdiven Art Space’in sergi salonunda izleyiciyi karşılayan Cefakâr Şehir. Hem BüroSarıgedik’in hem de Merdiven Art Space’in mekânlarına yayılmış toplam beş farklı eserden oluşan serginin hacimli bir parçası olan Cefakâr Şehir’in omurgasını Merdiven Art Space’in sokağa bakan salonunun zeminine konmuş dört adet metal leğenin üzerine dikili tepelerinden birbirlerine ferforje bir konstrüksiyonla bağlanmış dört adet cilalanmış ahşap sütun oluşturuyor. Bu konstrüksiyonun üzerine ve çeperine de küçük plastik figürler ile plastik bitkiler serpiştirilmiş. Cefakâr Şehir ilk bakışta Karamustafa’nın Venedik Bienali Türkiye Pavyonu için yaptığı yerleştirmeyi andırsa da bu ilk intiba ziyadesiyle yanıltıcı, zira biraz düşününce detaylar nüansları açık ediyor. Yine de insan kendini bu iki eser arasında bir bağlantı kurmaktan alıkoyamıyor.


Gülsün Karamustafa, Cefakâr Şehir


Yazının bundan sonrasında Cefakâr Şehir’in bende yarattığı çağrışımların bir kısmını serbestçe serimleyip bu çağrışımlar arasındaki bağlantıların yine sadece bir kısmını görünür kılmaya çalışacağım. Böylece daha önce yazmış olduğum kallavi lafları temellendirebileceğimi umuyorum. Evvela alüminyum olduğunu düşündüğüm yine de malzemesinden tam emin olamadığım leğenlerden başlayayım. Çocukluğumda köyümde geçirdiğim zamanlarda komşularımın sokakta ateş yakıp üzerinde çamaşır yıkamak için kullandığı, hatta küçük çocukları paklamak için de el attıklarına defaatle şahit olduğum, bir benzeri halen bizim evde de olan, sobadan çıkan külleri taşımak için eşsiz, henüz plastiğin evleri işgal etmediği dönemlerden kalma bu leğenler muhtemel ki günümüzde de Eminönü’ndeki veya alelade bir taşra kasabasındaki hırdavatçılarda kolaylıkla bulunur. Bir ayağımı kendi geçmişime atmamı sağlayan bu leğenleri öte yandan köy ile kent hayatı arasındaki geçişin ve sosyal sınıflar arasındaki farkların nişanesi olarak değerlendiriyorum. Leğenlerin yerleştirmenin tabanında konumlanması ve de üzerlerine şatafatlı gözüken sütunlarla ucuz plastik figürlerden bir kompozisyonun bina edilmesi Türkiye’deki sosyo ekonomik yapının zeminine dair bu coğrafyada yetişmiş hemen hemen herkesin belleğinden beslenen bir önerme ortaya koyuyor. 


Şimdi bir sonraki aşamaya geçelim. Leğenlerin üzerine dikilmiş nedense abanoz ağacından olduğuna inandığım sütunlar benim yaşantımda kendilerine bir yer bulamıyor, yine de bu mimari unsurların eski Türk filmlerinde zenginlerin yalılarını, villalarını süslediğini gördüğümden de eminim. Belki bu süslü nesneleri gezdiğim az sayıda Osmanlı sarayında bile görmüşümdür. Her halükarda birer zenginlik ve güç alameti olan bu sütunlar bende bir “olmamışlık” intibası bırakıyor. Bu noktada lisans eğitimim sırasında aldığım sosyoloji ve tarih dersleri yardımıma yetişiyor ve ekliyorum: tam da Türkiye'nin modernleşmesinin “olamamış” olması gibi. Karamustafa’nın yapıtlarının yekününü göz önünde bulundurduğumda ise bu sütunlara kitsch demekten kendimi alıkoyamıyorum ve modern Türkiye'nin zenginliğinin ve gücünün birer ifadesi olan sütunları “ucuz kopyalar” olarak addediyorum. Şerh düşmem gerekir ki, sütunlardan bahsedeceksem söz konusu ister Beyaz Saray’ın sütunları olsun isterse de Marmara Ereğlisi’nin belediye binasının sütunları ve hatta Floransa’da her köşe başında görebileceğiniz etkileyici yapıların sütunları… Bu popüler mimari öğeler ben de hep bir kitsch etkisi yaratmıştır. Mimaride sütun kullanımı Antik Yunan medeniyetinden ve onun değerlerinden pay almak için kullanılır, bu kullanım da kanımca Antik Yunan dönemi eserleri dışında her daim kitsch’tir.


Evet, kitsch Karamustafa’nın eserlerinin ana unsurlarından biri ve Karamustafa kitsch’te bir canlılık, özgünlük bulmayı beceren, kitsch’i sanat yapıtına çevirebilen istisnai sanatçılardan. Karamustafa gündelik hayatımızı köşe bucak fethetmiş ve de seçkinci bir bakışla kolaylıkla alt sınıflara ait değersiz bir alamet olarak görülen kitsch’te yaşamın kudretini bulup ortaya çıkarabiliyor, bu bakışıyla yüksek kültür ve alçak kültür gibi ziyadesiyle lüzumsuz teorik tartışmalara kısa devre yaptırabiliyor. Abanoz olduğuna inanmaya devam ettiğim sütunların üzerine yerleştirilmiş, pastoral bir manzaradan koparılmış gibi duran, muhtemelen taşradan göçüp kente gelmiş bir ailenin evi için kendi anayurtlarına duydukları özlemi gidersin diye üretilmiş olan bu plastik figürler bunun en bariz kanıtı. Plastik hayvan, insan ve bitki figürleri benim geçmişimde bir kör noktaya düşüyor evet pastoral bir hayata dair bir sürü çağrışımım var ama bu nesneleri herhalde daha önce hiçbir yerde görmedim ve tam da bu sebepten bu nesneleri Türkiye’nin geçmişine değil tam da bugününe yerleştiriyorum. Hem leğenler hem de sütunlar kökleri geçmişte bulunan öğelerken bu plastik figürler tam da günümüz Türkiyesini çağrıştırıyor bana. Benim nezdimde bu figürlerle Karamustafa Türkiye tarihini kat eden köyden kente hızlı ve kontrolsüz göçün günümüzde nasıl bir manzara yarattığını ifşa ediyor.  


Gülsün Karamustafa, Cefakâr Şehir


Cefakâr Şehir’i oluşturan öğeleri aşağıdan yukarı katman katman ele aldığımda her bir katman bir altındakinden daha da kitsch bir intiba bırakıyor. Karamustafa adeta katman katman Türkiye’nin arkeolojisini yapıyor. Yüzyıl gibi kısa bir zaman dilimi içinde kırsal hayatı terk edip tası tarağı toplayarak taşı toprağı altın şehre gelen, geleneklere göre biçimlenmiş bir yaşamdan modern bir yaşama geçmeye itilen, kimisi devletin “kendi burjuvamızı yaratmalıyız” düsturu sonunda zenginleşen kimisi varoşlara yerleşen ama her durumda şehre ayak uyduramayan, uyduramadığı gibi de hem geldiği yerle bağını koparan hem de vardığı yerde yabancı olan kısacası iki cami arası beynamaz bir toplum Cefakâr Şehir’de gözler önüne serilen. Fakat Karamustafa bir yaşama, var olma iradesini de katıyor Cefakâr Şehir’e. İtibarı, gücü, şanı, şerefi imleyen sütunların üzerinde plastikten de olsa köklerine, yaşamın kaynağına dönmeye çalışan, var oldukları bu titrek zeminde yaşamı plastikten de olsa yeşertmeye çalışan insanların çabasını görüyorum. Her durumda her koşula uymaya çalışan, en zorlu ortamlarda bile yeşeren yaşamın kudreti zuhur ediyor Cefakâr Şehir'de. Karamustafa’nın eserlerinin geneline baktığımda sanatçının öyle ya da böyle hep bunu yaptığını düşünüyorum. Seri üretimin ürünü olan kitsch onun eserleri aracılığıyla, kaynağından uzaklaşmış nesnelerden örülü bir dünyada yaşamın direngen gücünü sergiliyor.


Bu noktada Gülsün Karamustafa’nın zihnimde yarattığı çağrışım kasırgasında ufak bir hamleyle yönümü değiştiriyorum. Elbette bu çağrışımlar özellikle sanatçının Venedik Bienali için yaptığı işle bir arada düşünüldüklerinde çok çok daha öteye götürülebilir ya da Karamustafa’nın malzeme tercihi olan metal, ağaç ve plastik arasındaki ilişkileri irdeleyen bambaşka bir felsefi düzleme genişletilebilir ama ben sadece serginin başlığına dönüp bu çabayı noktalamak istiyorum. Hatırlatayım serginin başlığı Bir Nevi İşgal Hali’ydi. Burada yer darlığından bahsedemediğim sergideki diğer eserlerle bir arada düşündüğümde Cefakâr Şehir köyden kente gerçekleşen bir işgali somutlaştırıyor somutlaştırmasına ama bir toplumsal hareketi işgal gibi sert bir askeri tabirle tanımlamaya iten ne Karamustafa’yı? Bunun üzerinde biraz durmam gerek. 


Kitsch” için bugüne kadar okuduğum, duyduğum en iyi tanımlardan biri kitsch’in bir nesnenin/imgenin ait olduğu konumun dışında belirmesiyle ortaya çıkan şey, bir anomali olduğu. Tıpkı plastik bir lalenin toprakta can bulan bir laleden uzağa düşmesi gibi ya da La Giaconda’yı Louvre’un salonundansa bir kebapçının duvarında görmek gibi. Nerede okuduğumu hatırlamadığım bu tanımı ben kendi üslubumca şöyle yorumlayabilirim: Bir nesnenin veya imgenin kendini meydana getiren süreçlerden koparılıp sadece sıfatlarına indirgenerek yeniden üretilmesidir kitsch. Öte yandan, toplumsal hareketliliğin hızlı olduğu modern Türkiye gibi örneklerde, insanlar bir konumdan bir diğerine ya da bir sınıftan bir diğerine handiyse ışık hızında geçerken, onları varoluşsal olarak mümkün kılan referans noktalarını kolay kolay geride bırakamaz, beraberlerinde taşırlar; tıpkı Cefakâr Şehir’deki plastik pastoral figürler gibi. Ama bu nesneler/imgeler göç sırasında varoluşsal güçlerinden soyunurlar sadece sıfatlarına indirgenirler, kitsch olurlar. Kitsch içinden yaşam gücü alınmış, varoluşsal olarak boşluğa düşmüş nesneler/imgelerdir.


Şimdi düşününce günümüz Türkiye’sinde Cefakâr Şehir’i taçlandıran plastik figürleri hali vakti ziyadesiyle yerinde pek çok evde görmek mümkün olsa gerek. Karamustafa’nın bahsettiği işgal hali tam da bu kırsalın kenti kitsch olarak işgal etmesi, evet ama bu tespit bütün olan biteni açıklamaya yetmiyor zira sergi başlığında kullanılan “bir nevi” tabiri bir muğlak alan bırakıyor. Söz konusu olan tam işgal değil, “bir nevi” işgal hali zira kitsch en kitsch olduğunda bile her daim bir yaşama dirayetinin göstergesi olabilir. Önceki tanımlama gayretlerimi genişletirsem kitsch olan her nesne/imge her ne kadar kopyası olduğu orijinali meydana getiren süreçlerden koparılmış olsa da kendi başına bambaşka bir varoluşsal süreç izler ve şayet biz kitsch nesneyi/imgeyi onu meydana getiren koşullar özelinde ele alırsak ortaya nev-i şahsına münhasır, orjinal ile hemen hemen hiç bağı olmayan yepyeni bir nesne/imge çıkar. Mekânlar zamanlar arası göç eden nesneler/imgeler her ne kadar kitsch olarak ilk bakışta değersiz addedilseler de hemen hemen her daim bir dirayetin eseridir, bambaşka bir yaşama kudreti ihtiva eder. Bu minvalde ele alındığında Cefakâr Şehir sadece bir işgalin değil aynı zamanda bir yaşama çabasının ürünüdür ve Karamustafa’nın ortaya koyduğu haliyle kendi dinamiğini, kendi estetiğini, kendi hakikatini yaratmıştır.


Hakikati harekete direngen aşkın formlarda aramaktansa akışın, hareketin kendi içinde bulmak, mütemadiyen değişip duran “şey”e yoldaş olmak açıkçası uzun süredir bana iyi yaşama giden en güvenilir yol gibi geliyor. Karamustafa’nın eserinden yola çıkarak Cefakâr Şehir’in bende uyandırdığı çağrışımların bir kısmının izini sürdüğüm bu yazı istemsizce beni hakikat kavramına getirdi. Kitsch benim nezdimde mütemadiyen akış halinde olan hakikati dondurup sabit bir nesnede somutlaştırarak dolaşıma sokma teknolojisine verilen ad. Karamustafa’nın bana gösterdiği ise sınai üretimin çarkları her ne kadar akıp giden hayattan hammade çıkarıp onu dondurup metaya çevirmeye çalışsa da yaşam kendi kudretini gösterecek bir fırsatı en dandik plastik çiçekte bile eninde sonunda buluyor, hakiki olan kendini en yapay olan da bile gösteriyor. Bize kalan tüm bu olan bitenin nasıl olup bittiğini düşünmek ve bu çatlaklardan sızan yaşama karışmanın bir yolunu bulmak. Benim bütün iddiam bu yolu bulmada en etkili araçlardan birinin sanat olduğu ve sanata yaklaşırken onunla muhabbet sırasında serbestçe çağrışan zihinlerimizin sesini takip etmemiz gerektiği.


Cefakâr Şehir’i serbest çağrışımın peşine takılarak ele almaya çalıştığım bu yazının sonunda diyebilirim ki Gülsün Karamustafa hem bu eseriyle hem de serginin geneliyle ortaya Türkiye sınırlarında yaşamaya dair bir önerme koyuyor lakin bu önerme bir sosyal bilimcinin yapacağı gibi soğuk kelimelerle değil tamamen duyguların örgütlenmesi ile kurulu. Önermenin ispatı muhatabında yarattığı tesirle, muhatabının belleğinden geri çağırdığı anı parçacıklarıyla mümkün ancak. Şayet sizin de zihninizde yerleştirmenin unsurlarıyla şöyle ya da böyle kendi geçmişinizden ya da izlediğiniz filmlerden gelme bir anı kırıntısı varsa eserle bağınız güçleniyor. Eserin tam da izleyiciyle karşılaştığı anda faaliyete geçen bu yönü onun hakikatle olan bağını da güçlendiriyor ve izleyici bir leğen, dört sütun ve beş on plastik figürden yola çıkıp 21. yüzyılda bu coğrafyada olmanın hakikatine dair bir duyguya kavuşuyor.


Comments


Commenting on this post isn't available anymore. Contact the site owner for more info.

All rights reserved. Unlimited Publications.

Meşrutiyet Caddesi No: 67 Kat: 1 Beyoğlu İstanbul Turkey

Follow us

  • Black Instagram Icon
bottom of page