top of page

Aklın gölgesi: Estetikte tahakkümün kökenleri

Murat Alat'ın unlimitedrag.com üzerinden yayınlanan Egzersizler isimli serisi akıl ve temsil kavramlarının güzellikle ilişkisini düşündüğü yazısıyla devam ediyor


Yazı: Murat Alat


ree

Temsil kavramıyla ilgili ciddi sorunlarım var. Söz konusu ister temsile dayalı politik sistemler olsun ister temsili bir erek olarak pratiğinin merkezine koyan sanat akımları, bu kavram bende bir huzursuzluk yaratıyor. Politik alandaki temsili şimdilik bir kenara bırakıp objektifimi sanata doğrultursam estetik imge üretimine uzun yıllar musallat olmuş bu kavramın dünyaya yarardan çok zarar getirdiğine kaniyim. Hatta tüm modernizmi sanatı temsilin marazlarından kurtarmak için bir gayretten ibaret görüyorum. Çok şükür ki günümüzde sanat temsilden kopup onun yerine mevcudiyetten gücünü alan “olay” kavramını geçirebilmiş halde. İzah etmem birkaç yazı alacak gibi ama başlayayım.


Sanatla ve felsefeyle uzaktan, yakından alakası olan hemen hemen herkes bilir ki Platon sanatı var olanlara aşkın hakiki formların dolayımlı olarak üretilmiş birer kopyası olarak, yani ideaların temsilinin temsili olarak ele almış, buradan yola çıkarak da sanata ancak ve ancak insanı idealara ulaştırdığı sürece göz yumulabileceğini şerh düşmüştür. Platon'un yaşam, evren ve her şey hakkındaki düşüncelerine sıkı sıkıya sadık kalan Rönesans ise bu antik filozofla çelişmeden sanatı dünyada aşkın ideaları temsilen var olan formları taklit edip iyiye, doğruya, güzele ulaşmanın aracı olarak işe koşar. Her durumda sanat, hâlihazırda mevcut olmayan, duyularla ulaşılması nâmümkün ancak saf akıl kullanılarak ulaşılabilecek bir gerçekliğin ikamesidir. Sanatçı eserini üretirken her ne kadar malzeme olarak duyu verisini kullansa da tabiatı gereği güvenilmez olan duyuların insana sunduğu kıpır kıpır, hercümerç içindeki dünyayı aklını kullanarak mutlak formlara mümkün mertebe benzetip aşkın idealara ulaşma gayretindedir. Rönesans’ın ve müteakip yüzyılların imgel alemi bu gayret üzerine bina edilir. Güzellik tam da bu operasyonun neticesinde zuhur eder ve klasik olarak nitelenen sanatın yegâne ereğidir.


İddiam şu ki, günümüzde klasik formların güzelliğine imrenenlerin, çoktan geride kalmış çağların estetiğini özleyenlerin, yani temsili sanatın kalbine koyanların bu ilk bakışta naif gözüken istekleri, büyük bir kıyımı ve vahşeti geri çağırmaktan öteye gitmez, gidemez. Güzelliğin yüceltildiği bir medeniyetin tebaası olarak, nasıl olur da “güzellik” gibi handiyse ulvi bir kavramın ardına böylesi sert tınlayan kelimeleri eklediğim elbette sorulabilir. Güzellik arzusu nasıl olur da istismarla, şiddetle, sömürüyle ve savaşla ilişkilenebilir?


Bu zor sorunun cevabı Platon’un kozmolojisinde yani var oluşa dair bildiğimiz pek çok şeyin tesis edildiği o kadim diyalog Timaos’ta gizli gibi. Platon kozmosun yaratılışını satır satır anlattığı bu etkileyici diyalogda var olanların tümüyle birlikte dünyanın da bir zanaatkar tanrı, Demiurgos tarafından akli saf idealar örnek alınarak ve akla uygun olarak, sonsuz hareket etme kabiliyetinden başka pek bir şeyi haiz olmayan hypodochē’dan dövülerek meydana geldiğini öne sürer. Velhasıl böylesi bir dünya her ne kadar akıl tarafından düzenlenmiş olsa da hemen hemen tek sıfatı “zorunluluk” olan hypodochē’nin de işin içinde olmasından ötürü var olanlar akla mükemmelen uygun değildir. Dünya ancak akli ideaların birer kopyası, temsilidir. Bütün bu kopyaların, temsillerin içinde ise canlılar akıldan pay alma, zorunluluktan uzaklaşma seviyelerine göre hiyerarşik bir biçimde sınıflandırılmıştır. Elbette insan akıldan en çok pay alan varlık olarak bu piramidin zirvesinde, ideal olana diğer bir deyişle iyiye, doğruya ve güzele en yakın mertebeye konuşlanır. İslam'daki insanın eşrefi mahlukat olduğu düşüncesi de buradan türemiş gibidir..


Böylesi bir sınıflandırmanın çağımızda pek çok kırmızı bayrağı birden havaya kaldırmasına şaşmamak gerek. Zira akıldan alınan aslan payının insanlara ayrılması zaman içinde heteroseksüel erkeklerin, Avrupa ahalisinin, burjuva sınıfının ayrıcalıklı gruplar olarak kabul edilmesinin önünü açar, ama yine de Platon’un asıl yaptığı tüm bu ayrımlara imkan sağlamanın ötesinde daha esaslı bir hamledir. Platon’un aklı hakiki var oluşun genetiğine koyması akıl ve hypodochē arasında eşit olmayan bir ilişkiyi, tahakküm temelinde tesis etmesi demektir ve çağlar boyu devam edecek sırtını eşitsizliklere yaslayan tüm şiddet, tüm tahakküm biçimleri buradan neşet eder.


Hypodochē Türkçeye çevirmesi zor bir kavram ama cahil cesaretiyle elimden geldiğince açıklamaya çalışayım. Bu kavramın İngilizcesi receptacle olarak geçse de çerçevelediği anlamlar zemin, kap, mekân ve en önemlisi rahim olarak uzayıp gider. Kendi başına şekli olmayan, olamayan ama var oluşa hareketini veren, duyularla ulaşılan dünyanın hem zemininin hem de güvenilmezliğinin müsebbibi olan sıfatsız bir “şey”, aklın mutlak zıddı, tek yasası zorunluluk olan, ez cümle akılsız olandır hypodochē. Ona şeklini, anlamını, değerini veren ise elbette akıldır. Platon’a göre fanilerin yegâne ereği de zorunluluktan yani hypodochē’den aldıklarının etkisinden kurtulup mutlak olana, iyiye, doğruya, güzele ulaşmaktan ibarettir. İşte sanat tam da bu noktada devreye girer ve aklı rehber bilip akılsız olana şekil veren, onu hizaya sokan, hak yoluna getiren, hakikate açan bir araç olarak temsili sanatlar değer kazanır. Akıldan uzak olan, aciz olarak, akla muhtaç olarak ele alındığı sürece de iyiye, doğruya, güzele giden yol bir tahakküm ilişkisinden öteye geçemez ve klasik güzellik anlayışı işte temelinde böylesi bir dengesiz ilişki barındırır.


Temsil üzerine kurulu bir estetik düzen, akıl ve hypodochē arasındaki münasebet yani soyut olanın, zaman ve mekân dışı olanın şimdi ve burada olan, somut olan üzerindeki kökensel hakkından gücünü alır. Sessiz ve sözsüz olan hypodochē ancak akıl tarafından şekil verildiğinde anlam kazanır, mevcuda gelir ve bu diyalektik ilişki medeniyet tarihi içinde evrile evrile hemen hemen bütün tahakküm biçimlerine imkân hazırlar, cephane yaratır. 


Kuşkusuz ki Platon, kozmolojisini geliştirirken bir şiddet aygıtı icat etmeye çalışmıyordu ama gün geldi devran değişti ve tek amacı insanı iyi yaşama yöneltmek olan bu faninin çabaları pek de tahayyül ettiği sonuçları doğurmadı. Şimdi 21. yüzyıldan geri bakınca insan sormadan edemiyor: Bizler Platon’u yanlış anlamış, bizi iyiye, güzele, doğruya götürecek aklın yolunu seçmemiş, seçememiş, nefsine hakim olamamış insanlar mıyız yoksa Platon telafisi zor bir hata yaptı da onun kavramsallaştırdığı akıl ve aklın tezahürü olan “güzel” yaklaşık 2500 yıldır bunca kıyımın, bunca vahşetin mi müsebbibi?


Yorumlar


Bu gönderiye yorum yapmak artık mümkün değil. Daha fazla bilgi için site sahibiyle iletişime geçin.

All rights reserved. Unlimited Publications.

Meşrutiyet Caddesi No: 67 Kat: 1 Beyoğlu İstanbul Turkey

Follow us

  • Black Instagram Icon
bottom of page