top of page

Yaşamın görünmez bağları

Deniz Üster’in Tutuşma ve Kavuşma: Biz’in Nehri isimli kişisel sergisi 17 Ekim 2025 tarihine dek .artSümer’de devam ediyor. Yaşamın kıvılcımlarını kolektif bir bütünlük içinde yeniden düşünmeye çağıran sergiyi ele alıyoruz


Yazı: Ceylân Önalp


ree

Deniz Üster, Homokiralite, 2025, Kâğıt üzerine kalem, 80x160cm


Her şey bir kıvılcımla başlar. Belki göze görünmeyen bir molekül, belki de kurumuş bir yaprakla, sürtünen rüzgârın yardımıyla kolektif bir ritimde yaşam bulur. Tutuşma, yaşamın en küçük ihtimali bile olsa, kendine yol açar. Kavuşma ise, o ihtimalin çoğalarak başka varlıklarla birleşmesidir. Tıpkı iki nehrin birbirine kavuşması gibi tekil akışların ortak bir güce dönüşmesini temsil eder. Deniz Üster’in Tutuşma ve Kavuşma: Biz’in Nehri isimli yeni sergisi, bu kıvılcımlar ile kavuşmalar arasındaki gerilimi açığa çıkarıyor; bireysel olanın ötesine geçip kolektif olanın nefesini duyuruyor.


Sanatçı geçen yıl TERRA NULLIUS: Yerçekiminin Hasadı isimli kişisel sergisinde, bir laboratuvarın sessizliğinde, mikro yaşamın ritmini ve görünmez etkileşimlerini izlememizi sağlamıştı. Bu yıl ise evrimin en erken kıvılcımlarına bakıyoruz, aynı merakla ama biraz daha derin, biraz daha köklerine inerek.


Solda: Deniz Üster, Arbor Vitae, 2025, Ağaç, alüminyum, cam, ahşap, yulaf ezmesi, reçine, modelleme malzemeleri, kadife tozu, Değişken boyutlar

Sağda: Deniz Üster, Arbor Vitae, detay

Hayatta kalmak için rekabet mi, yoksa birlikte var olabilmek için özveri mi?


Bu soru yalnızca insanların değil doğanın da temel sorusu.


Doğa bize sessizce şunu hatırlatır: hiçbir varlık tek başına değildir. Bireyden bağımsız kolektif örnekler her zaman doğanın hafızasında saklı kalır. Bir mantar kolonisi düşünün. Tek bir spor görünmez bir ağ kurar ama koloninin tamamı, birbirine bağlı ipliksi yapılarıyla toprak altında sessiz bir senfoni yaratır. Tıpkı Elinor Ostrom’un ortak kaynakların yönetimi çalışmasında anlattığı gibi, küçük topluluklar, görünmez kurallarla kaynakları korur ve sürdürülebilirliği sağlar; mantarlar da kendi görünmez ritimlerinde aynı kolektif zekâyı sürdürür. Benzer biçimde, eşek arıları tüm yaşamlarını koloni iyiliğine adar; bazen bir kraliçe arının üremeye devam etmesi için diğer dişi arılar hayatları boyunca ürememeyi seçip koloniye hizmet ederler. Ya da geyik boynuzu eğrelti otları birbirine tutunarak kök salar; her filiz hem kendini hem de çevresini güvence altına alır. Bu örnekler, doğanın organik düzeninde bütünün iyiliğinin, bireyin sınırlarından daha kalıcı olduğunu gösteriyor. 


Solda: Deniz Üster, Kil Hipotezi, 2025, Kâğıt üzerine kalem, 70x70, Yerleştirme görüntüsü Sağda: Deniz Üster, Primordial Soup and The Edges of The Bowl, 2024, Kâğıt üzerine kalem, 110x66cm


Anarşist ve doğa bilimci Pyotr Kropotkin’in bir asır önce Karşılıklı Yardımlaşma - Evrimin Bir Faktörü kitabında anlattığı gibi, evrimsel güç yalnızca rekabet değil dayanışmadır. Bu düşünce ile doğanın kolektif ritimleri arasında köprü kurduğumuzda yaşamın sürekliliğini sağlayan görünmez ağların mantığını daha net sezebiliriz. 


İşte bu noktada yaşamın kolektif yönü bitkiler ve böceklerin ötesine taşar. Bazı canlı sistemler, tıpkı kendi kendini üreten ve sürdüren bir dokuma gibi işler. Maturana ve Varela’nın Otopoiesis ve Biliş: Yaşayanların Gerçekleşmesi kitabında ele aldıkları otopoiesis ve biliş kavramları da tam burada devreye girer. Maturana ve Varela bu kavramlar üzerinden canlı sistemlerin kendini üretip sürdürmesinin kolektif boyutunu inceler. Deniz Üster’in eserlerinde gördüğümüz hassas detaylar, örneğin bir arı kolonisinin sessiz iş birliği, bir termit yuvasının içindeki ortak ritim, hatta Caenorhabditis elegans adı verilen bir solucanın, virüs salgınında koloniyi uyarmak üzere mavi ışık saçarak kendini feda etmesi ise tam olarak bu kavramı somutlaştırıyor. Her canlı, kendi işleviyle bütünün devamını güvence altına alıyor.


İzleyici, bu görünmez ağları fark ettikçe, kolektif yaşamın mikro düzeyde nasıl işlediğini gözlemleyebiliyor. Başka bir deyişle, bu görünmez dokuyu kavramak, canlı sistemlerinin yalnızca biyolojik değil ilişkisel bir yapı olduğunu düşündürüyor; her varlık diğerine dolanır, birbirinin uzantısı olur, birlikte üretir.  


Soldan sağa: Deniz Üster, Inductions on Eusociality: The Wasp, 2024, Reçine, yün, pirinç, ipek, ahşap, boya, 30xR15cm

Deniz Üster, Echoes of a Shared Skin, 2025, 24 karat altın varak, paslanmaz çelik, reçine, 156x40x52cm Deniz Üster, Seven Minutes, 2025, Yün, kil, pirinç, 140x63x33 cm

Deniz Üster, Toxodon: What Went Unnoticed, 2025, Pirinç, kil, ahşap, boya, 156x40x52cm, 30xR:25


Doğadaki görünmez (b)ağlardan bahsederken Donna Haraway’in tentacular thinking kavramını es geçmek olmaz. Deniz Üster’in işleri tam da Haraway’in teorisini somutlaştıran bir tavır sergiliyor: varlıklar görünmez bağlarla birbirine dolanır, birbirini etkiler ve birlikte var olur. Örneğin Pirene dağ keçisi Celia ya da Dire Wolf® gibi laboratuvar ortamında yeniden yaratılmış canlılar, doğadan kopukluklarıyla yaşanan bir trajediyi simgelerken bir yandan da insan müdahalesinin kolektif düzen üzerindeki etkisini irdeliyor.


Evrimin kolektif dersleri, hem kaybı hem de yeni anlamların doğuşunu zarifçe gösterir. Yaşamın kökenine baktığımızda ise, tıpkı doğadaki kolektif örneklerde olduğu gibi iş birliğinin ve karşılıklı uyumun izlerini görürüz. Köklere inerken karşımıza çıkan homokiralite ve otokataliz gibi süreçler, yaşamın en küçük yapıtaşlarının nasıl kendi kendine var olmaya başladığını fısıldar. Deniz Üster'in aynı isimli iki çalışmasından Homokiralite, moleküllerin ayna görüntülerinin birbirine çakışmamasıyla başlayan bir sağ–sol ayrımı, yaşamın temel yapı taşlarını belirliyor; bu ayrım neredeyse görünmez bir dans gibi serginin kendine has akışında canlanıyor. Otokataliz ise bir kimyasalın kendi ürünüyle reaksiyonunu hızlandırması; yani yaşamın kendi kendini çoğaltma yolculuğunu temsil ediyor, eser üzerinde bakıldığında zincirleme bir kıvılcım etkisi hissediliyor. İlkel Çorba ve Proto-Dünya çalışmalarında yaşamın henüz biçimlenmemiş, karmaşık ama verimli ortamlarını görmek mümkün; moleküller bir araya geliyor, sınırlar çiziliyor ve ilk hücresel yapıların temelleri böylece atılıyor. Loki’nin Şatosu’nda metalik yüzeyler ve düzensiz bağlantılar kaosu görünür kılıyor; basit bir hücreden karmaşık bir organizmaya giden yolun başlangıcı olarak sahneye çıkıyor. Sanatçının bir diğer etkileyici eseri Kil Hipotezi ise en basit materyalin bile düzen ve uyumun izlerini taşıyabileceğini hatırlatıyor; her küçük kristal, yaşamın kurucu anlarının hem bilimsel hem mitolojik yankısını taşıyor.


Solda: Deniz Üster, Moving Towards Ctenophora, 2025, Pirinç, corten, paslanmaz çelik, bakır, 50x50cm Sağda: Deniz Üster, Temple of Hydra, 2025, Pirinç, corten, paslanmaz çelik, bakır, 42x52cm


Üster’in bütün işleri ve sanatsal pratiği, bu farklı düzlemlerdeki ipuçlarını bir araya getirerek izleyiciyi hem bilimsel hem de felsefi bir yolculuğa çıkarıyor ve yaşamın sürekli tekrar eden fakat sıradanlıktan uzak mucizevi düzenini hissettiriyor. 


Sergi sonunda izleyiciye sorulan soru net: Birey ve bütün arasında, insan ve doğa arasında nasıl bir denge kurabiliriz? Tutuşmanın kıvılcımı olmadan kavuşma mümkün mü? Deniz Üster’in dünyasında yanıt, her zaman birlikte var olmanın, fedakârlığın ve kolektif bilincin içinde saklı.


Tutuşma ve Kavuşma: Biz’in Nehri, 2025, Sergiden görünüm. Sanatçının ve artSümer'in izniyle


Yorumlar


Bu gönderiye yorum yapmak artık mümkün değil. Daha fazla bilgi için site sahibiyle iletişime geçin.

Bütün yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir. Yazı ve fotoğrafların tüm hakları Unlimited’a aittir. İzinsiz alıntı yapılamaz.

All content is the sole responsibility of the authors. All rights to the texts and images belong to Unlimited.

No part of this publication may be reproduced or quoted without permission.

Unlimited Publications

Meşrutiyet Caddesi No: 67 Kat: 1 Beyoğlu İstanbul Turkey

Follow us

  • Black Instagram Icon
bottom of page