Yaşamı yeniden örgütleyebilme gücü
- Berfin Küçükaçar
- 34 dakika önce
- 5 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 10 dakika önce
Olgu Ülkenciler’in Zamanların En İyisiydi, Zamanların En Kötüsüydü adlı kişisel sergisi, 25 Ekim - 29 Kasım 2025 tarihleri arasında Galeri Bosfor’da gerçekleşiyor. Sanatçıyla içinde bulunduğumuz dönüşüm eşiğine bakışını ve bunun pratiğine yansımalarını konuştuk
Röportaj: Berfin Küçükaçar

Olgu Ülkenciler
Charles Dickens'in İki Şehrin Hikâyesi isimli kitabında geçen "zamanlarının en iyisiydi, zamanlarının en kötüsüydü" ifadesi sergiye adını verirken serginin kavramsal zeminini de oluşturuyor. Karanlığı ve umudu içinde barındıran bu cümlenin, bugüne bakışınız ve pratiğiniz üzerindeki etkisi nedir?
Ben kişisel sergilerimi hazırlarken içinden geçtiğim döneme bir tırnak açma hissiyatı içinde oluyorum. Tüm toplumsal gerçeklikler beni nasıl etkiliyor ya da beni bu denli etkileyen durumlar aslında nasıl da hepimizi etkileyen ortak duygular hâline dönüşüyor, onun bir özetini sunmayı tercih ediyorum. İki Şehrin Hikâyesi'nin o giriş cümlesi 1700’lerin son dilimine baksa da bence bugün de olduğu gibi tüm kırılma dönemlerini tasvir ediyordu. Yazdığım sergi metninde de belirttiğim gibi, bu kırılma dönemlerinde “en iyisi” ve “en kötüsü” bir arada var olur. “Akıl çağı”, “aptallık çağı”na meydan okur. “Aydınlık” ve “karanlık” kıran kırana bir mücadeleye girer. Hem “umut baharı” hem de “umutsuzluk kışı” yaşanır. Kısacası, her şey vardır, hiçbir şey yoktur.
Bir devir kapanmak üzeredir. Hayat artık bildiğimiz gibi akışkan, öngörülebilir değildir; netlik yoktur. Çelişkiler iyice gün yüzüne çıkar. Ben bugün de benzer bir dönemecin, kırılma anının içinde olduğumuzu hissediyorum. Evet, bir kırılma yaşanacak ve bir devir kapanacak ama yerine neyin geleceği belli değil. Tarihsel bir kapışmanın ön sancıları gibi tüm bu yaşananlar… İnsanlık tarihinin ilerici birikiminin unutturulmaya çalışıldığı, aklın ve bilimin yerine hurafelerin, dogma düşüncelerin dayatıldığı; dayanışma ve toplumsal kurtuluşun yerine bireysel kurtuluş mitlerinin öne sürüldüğü bu dönemde “en iyisi” ve “en kötüsü” işte böyle yan yana geliyor.
Başka bir dünyanın var olabileceğini düşleyen insanlar henüz dağınık, parçalı olsalar da umudu ve hayata yön verebilme iradesine sıkı sıkıya tutunarak üzerimize çöken o katman katman karanlığı yırtıp atacak cesareti biriktiriyorlar. Ben bugün insanlığın içinden geçtiği dönemi böyle yorumluyorum. Tüm mümkünlerin kıyısındayız. Ya hep beraber cennete gideceğiz -yani başka bir dünyayı kuracağız- ya da…

Olgu Ülkenciler, Kuşlar serisi, Tuval üzerine karışık teknik, 2025
Sergide Kuşlar, Portreler ve Solmayan Çiçekler isimli üç seriden yapıtlarınız yer alıyor. Bu noktada insan, hayvan ve bitki figürlerinin odağınıza yerleştiği çıkarımını yapıyorum. Bugünün küresel sanat ortamında nesne odaklı düşünme biçimleri ağırlık kazanmışken, canlı figürlerle çalışmak sizin için ne ifade ediyor? "Canlılık", sizin pratiğinizde nasıl bir düşünsel yönelimi mümkün kılıyor?
İnsan-yeniden ve insan-inşa gibi kavramlar ucun süredir üzerine düşündüğüm, çalıştığım ana konular niteliğinde diyebilirim. Bundan önceki sergilerim İnsanlığın Yıldızının Parladığı Anlar ve Meneviş’in odağı, tam da senin “canlılık” diye nitelendirdiğin, benim ise “yeniden-insan”ın inşası dediğim; doğayla, çevresiyle, tarihe yön verebilme, özne olabilme cesaretiyle liberalizmin bir küfür aracı olarak kullandığı ve kendi sistemini dayatıp inşa ettiği “insan”a başka türlü bakabilmekti.
Bugün sanat ortamındaki nesne odaklı düşünme biçimi bir yöntemdir, içeriğin insansızlaştırılması liberalizmin bir düşünme biçimidir. Edebiyattan insani silme, belki de sanat disiplinleri arasında en görünür kılınanı oldu. Liberalizmin saf hali, insanın cökertilişidir. insanlığın yıldızının parladığı o anlarla insanlığın popüler tabirle “çürüme”ye yüz tuttuğu, pisliğin içine çöktüğü o anlar arasında bir bağ vardır. Birbirinden ayıramayız o dönemleri. Zamanların En İyisiydi, Zamanların En Kötüsüydü sergisi de ister istemez bununla şekillendi.
Liberalizmin yarattığı bu yıkıma, sömürüye, çürümeye tabi olan insan elbet bir gün kalkar ve yıldızı parlar. İşte o gün geldiğinde kendisini özne olma halinden uzaklaştıran,çevresiyle ve doğayla kurduğu ilişkiyi sisteme değil de ona yükleyen ve bu sistemi değiştirilemez kılan tüm söylemleri de tarihin çöplüğüne gönderecek ya da…
Solda: Olgu Ülkenciler, Portreler ve Kuşlar serileri, Tuval üzerine karışık teknik, 2025
Sağda: Olgu Ülkenciler, Portreler serisi, Tuval üzerine karışık teknik, 2025
Galeri mekânında izleyici, önce kuşların, ardından portrelerin bulunduğu odaya giriyor ve son olarak çiçeklerin yer aldığı bölüme geçiyor. Bu mekânsal akış, seriler arasındaki anlam ilişkisine dair ne söylüyor?
Galeri mekânının iç içe geçen odalar şeklinde olması hem kurguyu hem de serginin izlemini kolaylaştırdı. Sergideki seriler arasındaki geçişlerde anlam ilişkisini birbirinden kopuk olmayan, birbirini bastırmayan, birinin diğerinin önüne çıkmadığı ve birbirini bütünleyen bir akış oluştu.
“Aydınlık” ve “karanlık” kavramları üzerinden kurgu yaptık. Aydınlıkla, yani Kuşlar’la başlayan yolculuk, gözlemci bir noktadan açılıyor. Kuşlar; karanlığın içinde, kanatlarındaki sorumluluklardan doğan ağır yüklerle gökyüzü ve yeryüzü arasında salınıyor. Belirsizlikle kuşatılmış bu tarihsel dönemeçte,engellere ve yorgunluklara rağmen yönünü kaybetmeyen,bazen tek başına bazen kalabalıklar içinde uçan kuşlar.
Karanlık kısımda, yani sonraki odada izleyiciyi Portreler karşılıyor; üzerine çöken katman katman karanlığa rağmen özne olma,güç biriktirme haliyle temas ediyor.Ne tam anlamıyla karanlığa teslim olmuş ne de aydınlığa ulaşabilmiş portreler bunlar. Bu geçiş, dışarıdan içeriye,gözlemden yüzleşmeye doğru ilerleyen bir izlek oluşturuyor.
Ve Solmayan Çiçekler ile de son buluyor. Bu yüzden mekânsal akış,aydınlıktan karanlığa bir geçişin, karanlıktan tekrar aydınlığa geçme gücüyle galeri mekânından çıkıp hayata karışmanın hattını kuruyor.

Olgu Ülkenciler, Sağ ve sol duvarda Portreler serisi, Karşıda Solmayan Çiçekler serisi, Tuval üzerine karışık teknik, 2025
Solmayan Çiçekler’in, diğer serilere kıyasla daha dingin, bir atmosfer yarattığını ve farklı bir duygusal tona kapı açtığını düşünüyorum. Sergi metnindeki ikiliklerden yola çıkarak umut kavramıyla eşleştirebiliyorum bu yapıtları. Siz umudu nasıl tanımlıyorsunuz? Umut, sizin pratiğinizde estetik olarak hangi biçimlerde görünür hâle geliyor?
Umut gerçeklerden uzaklaşarak değil gerçeklere basarak çoğalır ve aynı zamanda, gerçek olana teslim olarak değil gerçeğin üzerine giderek üretilir.
Sergiyi Solmayan Çiçekler serisi ile bitirme amacım özneldi. Metinde de belirttiğim gibi, Solmayan Çiçekler dışarıdan zayıf, rüzgarlarla savrulmuş, yer yer kırılmış, sarsılmış olsalar da ayakta kalmayı başarmış; yeniden yeşermenin, yeniden ve derinden hayatı şekillendirmenin, yaşamı yeniden örgütleyebilme gücünün simgesiydi. Görünürde solgun ama içinde geleceğe dair inatçı tohumları, filizleri de barındıran bu çiçekler, sessizliğin içindeki kararlılığın kök salışının temsiliyetini üstleniyorlardı. Bu yüzden ortak duyguda birleştiğim herkesin bir otoportresi gibiydi benim için ve bu ortak duyguları hissedenleri görünür kılmak ve tarihe böyle insanlarda hala var diyerek bir hediye sunmak niteliğindeydi. İçinden geçtiğimiz ve iliklerimize kadar hissettiğimiz bu karanlık dönemi gerek Kuşlar’ın yönünü kaybetmeden, düşmeden uçuşunda, gerek Portreler’de gözlerde beliren o aydınlıkta ve ne yaşanmış olursa olsun filizlenmeye devam eden Solmayan Çiçekler’de görünür kılmaya çalıştım.

Olgu Ülkenciler, Portreler ve Solmayan Çiçekler serileri, Tuval üzerine karışık teknik, 2025
Sergideki yapıtlarınızda yüzeyin çok katmanlı hâli dikkatimi çekti. Çeşitli türde kâğıtların üst üste gelmesi, boyaların birbirine karıştırılması ve dokuyu belirginleştiren malzemelerin kullanılması yoğun bir teknik örgü yaratıyor. Bu tür birikimli bir yüzey çalışması, üretirken sizin düşünme biçiminizi nasıl şekillendiriyor?
Tüm amaç doğrultusunda resim ne isterse onun olduğu bir düzlemden bahsediyoruz. Resmin oluşum sürecinde hatalara yer bırakıyorum. Hatalar buluşlara sebebiyet veriyor bu yüzden onlara özel bir alan açtığım da söylenebilir.
Ben üzerimizde hissettiğim ya da hissettiğimiz katman katman karanlığı anlatabilmek için neredeyse rölyefsel yüzeyler inşa ettim bu serilerde. Önceki çalışmalarımda daha geride kalan yüzeyler bu seriler ile daha ön planda, ağır hissedilir hâle geldi. İçeriğin kendisi, malzememi ve renkleri ister istemez biçimlendiriyor hatta temayı vurgulayacak bir yöntem arıyorum her zaman. Sonuçta şekli oluşturan muhtevadır ya da tam tersi.





