top of page

Radyodan sesler

Sanatçı Ali Taptık’ın ayda bir unlimitedrag.com üzerinden okuyucuyla buluşan yazı dizisi sanatçı ve fotoğraf kitaplarını merceği altına alıyor. Serinin sıradaki yazısının odağında Engin Güneysu’nun Radio Sarajevo kitabı var


Yazı: Ali Taptık



Engin Güneysu, Radio Sarajevo, Kendi yayını, tasarım: Engin Güneysu ve Burhan Üçkardeş fotoğraflar: Beyza Bayrak, Onagöre


Bu yazıya ayırdığım zamanı İstanbul ve Türkiye benden çaldı, İstiklal Caddesi’nde bir patlama sonrasında özgür iletişim ve düşünceye beklendik yavaşlatma, gün ile bağlantımı tamamen kopardı. Artık eskisi gibi zorlamıyorum kendimi bu koşullarda devam etmeye. Merve’den utanıyorum biraz bu kadar geciktirmem çok normal değil ama Kasım ayının ağırlığı ve hafifliği yüzünden hafta içinde de istediğim vakti bulamıyorum. Bir Çarşamba akşamı Denef’in atölyesinde tanıştığım harika İngilizce konuşan adamla İstanbul’un soğundan bahsediyorum. St. Petersburg’dan geldiğini öğrenince iş espriye kayıyor. Çevirmenmiş, konu yayıncılığa oradan da korsanlığa geliyor. Celine’i telifsiz yayınlayan bir yayınevini anlatıyor bana heyecanla Rus arkadaşım. Savaştan ikimiz de bahsedemiyoruz.


‘I have someone very important for me in Kyiv.’

‘Me, too.’___


Çoktur içmiyordum sarhoş olmuşum. Gecenin köründe uyanıp sabaha karşı ofise sürtüyorum. Radio Sarajevo için. Bosna’daki savaş mı yoksa, körfezdeki mi ilk hatırladığım acaba?


Kraft bir kutunun içinden çıkıyor Radio Sarajevo. Açık sırtlı kitabın geride kalanını bir arada tutan kalın gir mukavvaların üzerine turuncu bir fotoğraf sıvanmış, ince bir tipografi ile kitabın başlığı yazıyor. Büyük bir kitap değil ama kalınlığı keyifli bir uzunluk vaat ediyor. 1984 kış olimpiyatlarının merkezlerinden birinde bitkilerin sindirmeye başladığı binaları, çatılardan bir şehir manzarası izliyor. Yavaş yavaş Saraybosna’ya doğru ilerliyoruz.


Engin Güneysu, Radio Sarajevo, Kendi yayını, tasarım: Engin Güneysu ve Burhan Üçkardeş fotoğraflar: Beyza Bayrak, Onagöre


Güneysu’nun Radio Sarajevo’su, senelerce kuşatma altında yaşamış bir kente kırsaldan çeperden yavaş yavaş yaklaşıyor. Manzara ya da kent fotoğraflarından çok hikaye görselleştiren fotoğraflar bunlar, sanki bir gezi dergisinin sayfalarında yer alacak bir kent portresi izlediğimizi sanarken radyodan gelen sesler bizi başka zamanlara davet edecek. Bu zaman görsel olarak değil, izler ve anıtlar ve onların fotoğrafları olarak bize sunuluyor. Fotoğrafların sakin üslubu meseleye sakin bir hava veriyor. Benim için Saraybosna’nın şiddeti sanırım tüm ergenliğimi sarmış olmasıyla alakalı. Çünkü ilk siyasi hatıralarım bu dönemden, dünyanın sessiz kaldığı, Hollandalı BM Barış gücünün 20. Yüzyılın en büyük katliamlarından birine izin verdiği, ve anca haberlerden izlediğim bu savaşı asla unutamıyorum. Aklıma en çok kazıyan ise bir film: The Perfect Circle. Kuşatma ve dostluğa dair bu filmi 1999’da Beyoğlu sinemasında izlemiştim, o zaman da beni savaşın başına götürmüştü. Yeni yetme özel televizyonlardan kuşatma haberlerini dinliyorduk. Şerif Turgut’un yüzünü ve mavi yeleğini hatırlıyorum. Doksanların karanlık yıllarının başında olduğumuzun ben ya da evdekiler farkında değildik.


Engin Güneysu, Radio Sarajevo, Kendi yayını, tasarım: Engin Güneysu ve Burhan Üçkardeş fotoğraflar: Beyza Bayrak, Onagöre


Savaş fotoğrafçıları üzerine düşünmeden edemiyorum. Stanley Green’in siyah pasaportu ya da Monica Haller’in üniversite arkadaşı, Riley Sharbonno’nun fotoğrafları zihnimin arkasına yansıyor. Sonra Kırım Savaşı’nı düşünüyorum: İlk fotoğraflanan savaşlardan olarak anılan Kırım savaşından kareler. Fenton gülleleri taşırken çok yorulmuş muydu acaba? Black Passport 90’ların sonunda Çeçenistan savaşlarını takip eden Stanley Greene’in Teun van der Heijden derlemesiyle romantik bir otoportreye dönüşen kitabının bir kopyasını bulmak neredeyse imkansız. Savaşı bir fotomuhabir üzerinden anlatan romantik ve bir o kadar da acılı kitabın karşısına Monica Haller’in Riley and his story, Me and my outrage, You and us geçiyor. Irak’taki işkence görüntüleriyle bilinen Ebu Gureyb cezaevinde görevli bir sıhhıye askerinin ufak sensörlü dijital makinesinin bir dökümü bu kitap. İnce kuşe kağıda basılmış onlarca fotoğrafın olduğu bu kitapla sık sık boğuşmuşumdur. Haller bir askerle birlikte bakıyor savaşa, Black Passport ise bir savaş fotoğrafçısı ile sınırlar ve evde bekleyenler üzerinden anlatıyor savaşları. Radio Sarajevo’da Güneysu ise savaşa hafıza ve mekanlar üzerinden bakıyor ve iyileşmeye odaklanıyor.


Engin Güneysu, Radio Sarajevo, Kendi yayını, tasarım: Engin Güneysu ve Burhan Üçkardeş fotoğraflar: Beyza Bayrak, Onagöre


Elimdeki bir aftermath kitabı. Güzel bir aftermath kitabı: Onu güzel yapan Güneysu’nun mesafeli ve şefkatli fotoğrafları olduğu kadar zarif ve mütevazı kurgusu ve bu kurguyu taşıyan üzerine birebir dikilmiş tasarımı. Tüm bu güzellik içinde fotoğraflar bize iyileşmiş bir kent portresini gösterirken metinler ve açma sayfalar tarihi savaşla iç içe bu kente ve savaşa dair hafızayı uyarıyor: Metinler, bir zaman makinesi gibi radyodan iniltileri anımsatarak fotoğraflara eşlik ediyor, sakin mekanların tanıklık ettiği acıları bizlere aktarıyor. Gazete kupürlerinden alıntılar gibi metinler bize mekanlara dair fotoğrafın veremediğini veriyor. Bundan sonrasını bize kalmış. Baktığımızdaki acıları mı göreceğiz, iyileşmeyi mi?


Engin Güneysu, Radio Sarajevo, Kendi yayını, tasarım: Engin Güneysu ve Burhan Üçkardeş fotoğraflar: Beyza Bayrak, Onagöre


bottom of page