Venedik Bienali Başkanı Paolo Baratta’nın 24 Kasım’a dek devam edecek olan 58. Uluslararası Sanat Sergisi’nin bildirisinde söylediği gibi bu yıl bienalin başlığı olan May You Live in Interesting Times (Tuhaf/ilginç zamanlarda yaşayasın) aslen bir beddua olarak biliniyor çünkü “tuhaf/ilginç zamanlar” kavramı insanda meydan okuyucu hatta tehdit edici bir his uyandırıyor. Acaba gerçekten “tuhaf ” zamanlar olacak mı? Ya da şu an o zamanlarda mı yaşıyoruz? Bu yıl bienali farklı yazarların kalemlerinden beş pavyona odaklanarak ele aldık. Bu hafta sizlere aktardığımız ikinci pavyon Duygu Demir'in perspektifinden Pauline Boudry ve Renate Lorenz'in Moving Backwards başlıklı çalışmasının Charlotte Laubard küratörlüğünde sergilendiği İsviçre Pavyonu
☕️ 5 dakikalık okuma
İsviçre Pavyonu, Giardini, Pauline Boudry, Renate Lorenz, Moving Backwards, 2019. Fotoğraf: Pro Helvetia/Kstoneey/ Gaetan Bally
Bu sene Venedik Bienali Uluslararası Sanat Sergisi pavyonlarında tecrübe ettiğim işler arasında en aklımda kalanlardan biri İsviçre Pavyonu’nda yer alan Moving Backwards (Geri Geri Gitmek ya da Geriye Doğru Hareket Etmek) başlıklı film-sahnelemesiydi. Bu işi, yerleştirme ya da video yerleştirmesi yerine film sahnelemesi olarak adlandırıyorum. İşin ana öğesi olan ve çok büyük bir projeksiyonla gösterilen filmin -her ne kadar ilk bakışta sadece oturup izlenen uzun soluklu ve yüksek prodüksiyon değerli bir dans videosu gibi algılansa da- pavyon mekânıyla kurduğu ilişki perdenin dışına taşıyor ve izleyiciyi de (kulağa klişe gelecek ama) bir çeşit katılımcıya dönüştürüyor. Bir çeşit gece kulübü, dans pisti, bir performansın perde arkası veya izleyiciyi performanstan mimari bir hiyerarşiyle ayırmayan bir sahne gibi işlemek üzere kurgulanmış bu mekânı sanatçılar heterotopik bir yer olarak düşünmüşler. Pavyonun iç mekânının zemini videodaki siyah parlak zemini devam ettiriyor, bazen filmdeki ışıklar yanıp sönerken bu efekt perdenin dışına da taşıyor ve izleyicinin vücudunun da içinde bulunduğu mekânı ışıklandırmadaki bu basit değişimlerle film koreografisine dahil ediyor. Bu film/pavyon arası geçirgenliği devam ettiren bir başka öğe de filmdeki koreografide yavaş yavaş kameranın önüne çekilen, bazen durup sonra geri çekilerek kendisi de bir karaktere dönüşen, bizim bulunduğumuz mekânda çifti yer alan payetli perdenin hafif bir rötarla ekrandaki eşinin hareketlerini taklit etmesi. Film ve mekânda birbirini tekrarlayan ufak detaylar çok alçakgönüllü jestlerle izleyiciyi işin içine çekiyor. Bence bu detaylar koreografiye eşlik eden dans müziğindeki alçak frekans vuruşların derimizin altında tınlaması kadar güçlüydü ve kendi bedenlerimizin mekândaki varlığını da alttan -ama sürekli olarak- hissetmemizi sağlıyordu. (Trinh T. Minh-ha’nın dediği gibi ritm gerçekten de vücut ile zihin arasındaki kapı.) Filmdeki bazen ileri, bazen geri giden koreografinin ise hareket dağarcığını kuir yeraltı kültürü, çeşitli kentli dans biçimleri ve gerilla taktikleri oluşturuyor. Sanatçılar bu 20 dakikalık koreografiyi de her zamanki gibi tanıdıklarını bir araya toplayıp onlarla çalışarak geliştirmişler. Filmdeki beş karakterin kendileri de bazen dansçı, bazen koreograf, bazen kompozitör, bazen de görsel sanatçı olarak çalışan geçişken işbirlikçiler; bu yüzden onların isimlerini de burada zikretmek farz: Julie Cunningham, Werner Hirsch, Latifa Laâbisi, Nach ve Marbles Jumbo Radio. Hem tek, hem de grup olarak dans eden bu performansçıların kostümlerinin müthiş detayları da (iki taraflı turuncu spor ayakkabılar, payetli pantolonlar, neon renkli bereler ve kuş tüylü aksesuarlar) aynı şekilde kentli dans kültürü, kuir ve gerilla savaş taktikleri referansları taşıyor. Dansçıların hareketlerinde sekme ve geriye sarmalar bazen kendi bedenleriyle bazen de dijital montajla gerçekleştiği için gözün ayırt edemediği fakat hissettiği bir tekinsizlik, hoş bir kafa karışıklığı yaratıyor. Aynı taktik müzikte de uygulanmış. Film bitip de pavyonun iç mekânından arka tarafına çıkıldığında ise bir çeşit açık hava barıyla uğurlanıyorsunuz. Bu mekânın aktive edildiğine ben şahit olmadım, genelde de böyle kurgulanan boş mekânların katılımcılığa davetinin la a kaldığını düşünüyorum ama bardan edinebileceğiniz gazete formatındaki yayın, sanatçıların kolektif çalışma şekillerinin bir işi ne kadar zenginleştirebildiğine iyi bir örnek. Judith Butler gibi ünlü bir düşünürden, daha önce adını hiç duymadığım bir Kürt kadın hareketi aktivistine kadar çeşitli kişilerin izleyiciye bu geriye doğru hareket teması üzerine sanatçıların davetiyle yazdıkları mektuplar, bu soyutlanarak metafor haline getirilmiş jest üzerinden okunabilecek çeşitlemelerin (geri gitme/geriye çekilme/başa sarma/tarihten yararlanma/tersten bakma) hem herkesin kendine mal edebileceği, hem de öznel koşullarla empati kurmasına olanak tanıyan bir lense dönüşmesine, bir direniş çeşidi olarak algılanmasına alan açıyor. Boudry ve Lorenz da kendi mektuplarında hiçbirimizi temsil etmeyen değerlerle sarmalandığımız bugünlerde bu taktiksel hareketi bir araya gelmek için bir bahane olarak kullanalım diyorlar. Bir röportajlarında pratiklerini “sanatsal ve aktivist politik bakım onarım hizmeti” olarak tanımlamışlar, bence böylesine bir hizmete dahil olmaya hepimizin ihtiyacı var.
Comments