top of page

Toprağın direncinden varoluşun sessiz direnişine


Candeğer Furtun'un 1992'de ürettiği Bacaklar, 15. İstanbul Bienali kapsamında İstanbul Modern'de sergileniyor. Nergis Abıyeva, sanatçının Bacaklar yerleştirmesinin 25 yıl boyunca devam eden yolculuğunu kaleme aldı.

İstanbul Hatırası Sergisi sırasında Candeğer Furtun, Seyhun Topuz, Bilge Alkor. (Maçka Sanat Galerisi arşivi)

Candeğer Furtun, 15. İstanbul Bienali'nin belki de en sürpriz isimlerinden biri. 1936 doğumlu Furtun, 1950’li yılların sonundan itibaren seramikle uğraşıyor. Türkiye'de çağdaş seramik tarihinin Füreya'dan sonra en müstesna isimlerinden biri. Bütün bir üretimi, seramiği kullanarak nasıl çağdaş olunacağını anlamak için iyi bir kaynak. Furtun'un sanat eğitimi, 1954 yılında Güzel Sanatlar Akademisi Resim bölümüne gitmesiyle başlıyor. Sanatçı, daha önce resim ve seramikle ilgili çalışmaları olmadığını, kendisini asıl ilgilendiren konunun felsefe ve psikoloji, yani insan olgusu olduğunu dile getiriyor. Kendi kelimeleriyle "İnsanın varlığı, nedenleri, niçinleri, ölüm ve yaşam sorunları…Dünyayı kavramak ve kavradıklarımı aktarabilmek dürtüsü beni sonunda Akademi'ye getirmişti.” Resim bölümünde okurken modlaj derslerinde eliyle bir şeyler yapmanın kendisine haz verdiğini fark ediyor ve 1957’de seramiğe geçerek 1959’da seramikten mezun oluyor.

Furtun seramiğe geçişini şöyle açıklıyor: “Toprağı sevdim. Elini topraga süren bir insanın kolay kolay topraktan ayrılabileceğini düşünmüyorum.” Ekliyor: “Hem çok yumuşak, hem de çok inatçı, kişilikli bir malzeme. Düşüncelerimi olabildiğince toprakla gerçekleştirmeye çalışıyorum.” 1960’larda Türkiye’de seramik yapım malzemelerinin olmadığı bir zamanda killeri tuğla fabrikalarından edindiklerini ve değirmenlerin olmadığını söylüyor. Üstelik yüzünü gözünü sarıp tavanda taş öğütecek kadar çok seviyor toprağı, boyasını ham maddeden karıştırarak kendisi yapıyor; hazır boya kullanmıyor. Kendi boyasını kendi yapan kendi kilini kendi yoğuran sanatçıların en ustalarından biri.

Furtun bütün sanat hayatı boyunca oluşların, düşüncelerin kendisinde yaptığı etkileri yorumlayarak toprakla cisimlendiriyor. İngiliz Kız Ortaokulu’nda okurken İngiltere’de okumayı kafasına koyduğu felsefe sanatını içerden beslemeye devam ediyor hep.

İstanbul Modern’de seyirciyi karşılayan Bacaklar’ın çeyrek asırlık bir tarihi var. Furtun, Bacaklar’ını 1992’de yapıyor. Bunlar kaslarıyla, oturuşlarıyla erkek bacakları. Furtun o sıralarda atölyesinde çalışan 20’li yaşlarda genç bir erkeğin bacaklarını model olarak alıyor. Bacaklarla karşılaşınca ayakların küçüklüğü dikkatimi çekiyor, Furtun bu durumu “Seramiğin doğasında var bu; fırınlandıktan sonra çeker, hacmi küçülür” diyerek açıklıyor. Sanatçının bacaklara anatomik yaklaşmadığı, anatomiden, proporsiyondan ziyade bir hissin, bir tavrın arayışında olduğu anlaşılıyor böylece.

Bacaklar ilk kez 1992'de İstanbul Resim ve Heykel Müzesi’ndeki bir grup sergisinde sergileniyor, ikinci gösterimi ise 1994'te Maçka Sanat Galerisi’ndeki kişisel sergisinde oluyor. Furtun'un, ilk kez sergilendiği yer olarak MSG’yi hatırlaması ilginçtir. Sanatçı bunu “Çünkü Bacaklar’ın doğası, yapısı Maçka'da çıktı" diyerek izah etmiştir. (Furtun, belli ki Maçka’nın seramik karolarıyla kendi seramiğini çarpıştırmayı sevmiş bunu belki de bir ‘çekişme’ olarak almış. Bacaklar’ın MSG’nin karolarıyla uyumu, İstanbul Modern’in mekanına da taşınmış.)

Daha sonra bacaklardan ikisi yine MSG’de İstanbul Hatırası olarak karşımıza çıkıyor. Furtun, İstanbul'un nostaljik sokak fotoğrafçılığının en önemli unsuru olan, iki tarafı bitki ve çiçeklerle bezenmiş, fotoğrafı çekilen kişinin fonu olarak kullanılan siyah bezi, Maçka Sanat Galerisi'ne taşıyor. “Niçin bu hatıra fotoğrafını sadece bacaklar temsil ediyor burada?” sorusuna, “Bir eksiklik, bir yitiklik, bütüne bir özlem var” cevabını veriyor. “Artık kullanılmayan, unutulmuş fon örtüsü gibi, insana ait birçok nitelik geçmişte kaldı” diyor ve ekliyor: “İnsanın önemi, biricikliği, kutsallığı.” Sene 1995. Sonra, insan ve gövdesinin en ilgi çekici araştırma konusu olduğundan, parçalandığından, değiştirildiğinden, birleştirildiğinden, yeniden kotlandığından, hatta yapay insan yapılmaya çalışıldığından bahsediyor ve "evet, insan ve gövdesi tehlike altında." diyor.

Ama bir ağıt yakmak, bir ah çekmek için orada değil bacaklar. Aksine, sessiz bir direniş halinde gibiler. İşte seramik, bu noktada konuşmaya başlıyor bizle. Furtun'un ifadesiyle: “Bacakların seramikten yapılmış olması, insanın hem çok kırılgan, hem de çok dayanıklı olduğunu vurgulamakta. Tüm saldırılara direnerek ve eksiklikleriyle varlığını sürdürmeye çalışmakta. Henüz her şey kaybolmadı, hala iki bacak onu anımsatabilmekte ve algılatabilmekte.”

Furtun insana olan ilgisinin küçük yaşlarda başladığını söylüyor. Küçük yaşlardan itibaren ailesinde yaşadığı kayıplar sanatçıyı etkiliyor; bu kayıpları “vardı yok oldu” sözüyle açıklıyor. Futtun sırt, bacak, el gibi vücut parçaları yapıyor. Peki niye insan tüm değil de parça parça? İnsanın gözüyle geri kalan parçaları tamamladığını düşünüyor Furtun; bir çeşit tümevarım uyguluyor pratiğinde.

Bacakların yolu İstanbul dışında Ankara’ya, Rotterdam’a, Stuttgard'a, Cholet'e düşüyor yirmi beş yıllık geçmişinde. Bienal’den önce en son 2016’da Ankara Galeri Nev’in “Nev Nadir” Sergisi’nde gösteriliyor.

İyi Bir Komşu Bienali’nde İstanbul Modern’de dokuz çift bacak yan yana, diz dize oturuyor. Furtun Türkiye’yi sekiz komşusuna da ekleyerek dokuz çift sergilemekte karar kılmış. İlk bakışta diz dize, herhangi bir hiyerarşiden bağımsız olarak eşit bir şekilde oradalar. Yaklaşınca bir bacağın eşitliği bozduğunu, hiyerarşiye dair bir şeyler söyler gibi durduğunu görüyoruz. Bu bacağın üzerinde seramik bir el var; el konumlanışıyla ve jestiyle kendine güvenen bir erkek edasıyla orada. Bacağın üstünde duran elin varlığı maçoluğu katlıyor. Furtun bu en maço figürün Türkiye olabileceğini hissettiriyor, ‘bu oturuşun bizim kültürümüze dair bir şeyler söylediği kesin’ diyerek kuşkuya yer bırakmıyor. Elmgreen & Dragset ikilisi Bacaklar’ı gördüklerinde akıllarına dünyanın pek çok yerindeki metrolarda erkeklerin oturma tarzlarına ilişkin eleştiriler ve tartışmalar geldiğinden bahsediyorlar. Böylece değişmeyen erkeklik sorunlarının evrenselliğini hatırlatıyor Bacaklar.

Sanki bu kadarla bitmiyor Bacaklar’ın söylemek istedikleri. Bacaklar orada, içleri dolu değil, yalnızca birer kabuktan ibaret. Bu da masifliklerini azalırken kırılganlıklarını güçlendiriyor. Bacaklar bütün kırılganlıklarıyla yokluğu bünyelerinde taşırken varlığı da duyumsatıyorlar. Yokluklarına rağmen canlılıkları o kadar güçlü ki tek bir işaretle ayağa kalkacak, harekete geçecek gibiler. Yok oluşun travmatik etkilerini her gün farklı şekillerde yaşayan bir coğrafyada yokluklarıyla, diz dizelikleriyle, dirençle duruyorlar; dayanışmanın ve umudun enerjisini sessizce yayıyorlar.

bottom of page