top of page
Özüm Ceren İlhan

Umut ilkesi


Umut Kambak'ın Gölge Oyunları serisi'den Kreta (2021) adlı üretimi, Vision Art Platform’da gerçekleşen Şu An Buradasınız isimli karma sergide, 24 Ekim'e kadar ziyaret edilebiliyor. "Benlik sorusu" üzerinden sanatçının alışılmışın dışındaki üretim ve sergileme pratiğine eğilirken, serginin "şu an buradasınız" ile yola çıkan konumlanma ihtiyacını, Kreta ile izleyicisi odağında değerlendirdik


Yazı: Özüm Ceren İlhan


Umut Kambak, Gölge Oyunları serisi, Kreta, 2021, Işık yerleştirmesi ve seramik


Umut Kambak ve ben, bir aradayız. Kadıköy, Yeldeğirmeni'nde yer alan, atmosferiyle tatlı mı tatlı mekânlardan birinde,Village'teyiz. Bahçesine atılan küçük masalara, sohbet edenlerin ve yemek yiyenlerin sesleri eşlik ediyor. Umut ile Vision Art Platform’da 24 Ekim' kadar devam eden; Mike Berg, Merve Denizci ve Semih Zeki ile bir araya geldiği Şu An Buradasınız isimli sergisi üzerine konuşmak için buluşmuşuz. Bu sergide Gölge Oyunları serisi, Kreta (2021) adlı üretimiyle yer alıyor. Buluştuğumuz gün Umut'un üzerinde tarçın rengiyle kiremit kırmızısına çalan, yumuşacık kumaştan kalınca bir gömlek var. Gözlükleriyle ilk defa görüyorum onu, "Uzağı göremeyen astigmatım var, arada rahatsız ediyor beni". Sonrasında gri kırçıllı paltosunu giyiyor, havalar da giderek soğuyor. Akşam oluyor. Bu sırada biraz acıkıyorum, "Önce bir şeyler mi yesek?". Umut bana tatlı ile eşlik etmek istiyor. Ne sipariş verdiğini soruyorum."Banana Dream". Kelimenin fonetiği telaffuzuna pek yakışıyor doğrusu. İçimde tutamayıp Umut ile paylaşıyorum düşüncelerimi. Hayali bir kumsalı gösteren büyük bir reklam afişinde, bütün tropik esintileriyle fırlayıp gelmişçesine işitiyorum bu kez Banana Dream’i. Biraz gülüşüyoruz. Sonra… Sonrası buluşmak için sözleştiğimiz Şu An Buradasınız ile hatırlatılan konumlarımızın işaret edebileceği olası yer ve zamanlara, oradaki var olabilme ihtimâllerimize uzanıyor. Umut Kambak'ın sergideki Kreta isimli eseri, hakikat ve benlik arayışını takip eden gölgeleriyle izleyicisini gizli kalmış bir ışık kaynağına yöneltiyor ve loş bir odaya çıkan eşikteki perdeleri aralamaları için davet ediyor.


Vision Art Platform'un işaret ettiği ve Şu An Buradasınız dediği nokta, Akaretler No:35'te yer alan mekânında yer alıyor. Girişin sol tarafındaki duvarda, siyah ve beyazın güçlü kontrastında karşılaşılan sergi ismine, üretimleriyle yer alan dört sanatçıların isimleri de eşlik ediyor. Sağ taraftan yukarı çıkan merdivenlerin yerine, yüksek tavanlı bembeyaz duvarların arasından, tam önünüzde duran soluk beyaz bir perdeyi aralamanız bekleniyor. Bir karşılaşma anı ve bilinmezlikler için nasıl da heyecan veren bir deneyim! Kapının ağırlığı ve onu açmak için gereken gücün sizde olup olmadığını sorgulama ihtiyacı duymadan, yumuşacık perdelerin hafifliği içerisinde önce parmaklar, sonra eller en sonunda bedenin tamamı ile Şu An Buradasınız noktasına bir adım daha yaklaşıyorsunuz. Bir kol boyu mesafe ile dört sanatçının işaret ettiği, hangi zaman ve mekânlar aşıldı aşılacak derken…İşte, Şu An Buradasınız!


Umut Kambak'ın Kreta (2021) eseri, serginin perdeyle ayrılan yerleştirme düzeni içerisinde sol tarafta konumlanırken, karşılaşılan atmosferin girişten çok farklı olduğu hemen göze çarpıyor. Perdeyi aralamadan önce bembeyaz duvarlar ile aynı duvarlara eşlik eden antrendeki aydınlatmaların aksine; bu kez mekânın kapkaranlık, yalnızca kendisini aydınlatmaya yetecek kadar gücü bulunan loş ışıklarla çevrelenmiş, bambaşka bir odaya uzanıldığı belli oluyor.



Umut'un Kreta'sı mekândaki ışıklardan bağımsız. Görünmeyen ve kendisine ait bir ışık ile aydınlanıyor ve aynı zamanda kendisini, çevresini aydınlatıyor. Gözler o ışığı görmek yerine, hareket hâlindeki gölgelerine uzanıyor. Işık, kendi rolünü gölgelerine teslim etmiş. İzleyici,ışık kaynağının nesne ve duvar üzerinde yarattığı gölgeleriyle aslında ışığın kendisi ve görünür kıldıklarına uzanırken, aynı gölgelerin karanlık bilinmezliklerine doğru yol alıyor.


Gölgeler ve karanlıkları, Kreta'nın bulunduğu duvarda, sanıyorum ki yerden bir gövde boyu yükseklikte konumlanıyor. Işık kaynağı, Kambak'ın tel örgü formundaki seramik malzemenin içerisine gizlenmiş hâlde hareket ediyor. Takip edilen gölgeler, duvarla buluştuğu noktada, bütün bir alan üzerinde yarattığı hâkimiyeti izleyicisine de geçirebildiğini kanıtlar nitelikte. Kimi zaman malzemenin üzerinden geçen gölgeler, sürekli bir akış hâline uzandığı için Kreta'nın kendisi sarmal bir döngüye de işaret ediyor. Duvar, ışık ve gölgeler… Seramik formla tepkimeye giren duvardaki tel örgüler…Umut Kambak'ın mesele edindikleri, işin aslı bu gölgelerde saklanıyor. "İşim hiçbir zaman ışık olmadı, gölgelerin peşinden gittim hep" derken Umut'un o gölgeleri yansıttığı duvarlara ve aynı duvarlarda aşındırdıklarına yakından bakmaya başlıyoruz.


Bir serginin kavramsal çerçevesi, küratörünün gündelik yaşamında mesele edindiği, "derdi" olan bir noktaya dayanıyor her zaman. Fark ediyorum ki sanatçıların üretim pratiği ve meselesi de benzer bir noktadan şekilleniyor. Her üretim, sanatçısının mesele edindiği derdin temelini oluşturabilecek bir soru üzerine inşa ediliyor.

 

Bilirsiniz, ağır ağır dibe çöken bir taşın su yüzeyinde yarattığı katmanlaşan daireler, o taşın çıplak gözle görünen hikâyesiyle su yüzeyinde bıraktığı hafızasına eş değerdir. Umut'un yıllarca çevresinde dolaşırken özünü ve ağırlığını dibe çeken bir taşı var aslında. Derinliklerini merak ederek gidebildiği yere kadar uzanırken, taşı fark eder etmez daha da derine dalıp kaldığı bir ana, sessizce, kıpırtısız bir biçimde tanıklık eder gibiyim.

 

2018 yılında, Umut Kambak'ın Bilsart'ta gerçekleşen kişisel sergisi Autre’de "Çocukken neden duvara bakıyordum?" sorusu serginin temelini oluşturuyordu aslında. Sanatçı, doğup büyüdüğü mahallede, çocukluk anılarını biriktirdiği o evde yaşanan kentsel dönüşümün izlerine uzanıyordu o zamanlar. Şimdilerde tamamlanmakta olduğunu öğrendiğim Zeytinburnu'ndaki sancılı sürecin hem Umut hem Kreta'daki izlerini, hazırlık sürecindeki yansımalarını merak ediyor ve soruyorum.


Aldığım yanıtlarda, kaybolmuş bir mahalleden evinin hafızasına uzanan pratiğindeki izleri Kreta'nın önerdiği yeni bir akışta takip ediyorum. Kendimi suya atılan bir taş misali, taşın yüzeyde yarattığı dairelerin hikâyesinde bulur gibiyim. Bilirsiniz, ağır ağır dibe çöken bir taşın su yüzeyinde yarattığı katmanlaşan daireler, o taşın çıplak gözle görünen hikâyesiyle su yüzeyinde bıraktığı hafızasına eş değerdir. Umut'un yıllarca çevresinde dolaşırken özünü ve ağırlığını dibe çeken bir taşı var aslında. Derinliklerini merak ederek gidebildiği yere kadar uzanırken, taşı fark eder etmez daha da derine dalıp kaldığı bir ana sessizce, kıpırtısız bir biçimde tanıklık eder gibiyim. Bunca zaman yatay ve sarmal biçimde ilerleyen soru sorma ihtiyacı, Kreta'da dikey yönlü ve çok daha derinlere uzanıyor. Sanatçının yeni olmayan "derdinde" yıllarca saklı kalan, sorgulanamamış bir "öze", Benlik arayışına yakından eğilen bir "ben sorusuna" işaret ediyor Gölge Serisi.


Sanatçının duvarı aşındırınca elinde kalan tuğla, seramik yapısı nedeniyle üretim pratiğinde de öne çıkan bir malzeme. Daha da aşınan duvarın geride bıraktığı tel formu seramikle tepkimeye girdiği noktada, Kreta'daki malzemenin algısıyla oynayan güçlü bir yaklaşıma da işaret ediyor. Işık kaynağı, söz konusu seramik yapının içerisinde gizleniyor aslında. Kambak'a göre ışığın rolü, işin anlamını ve yapısını da değiştiriyor.

 

"Bir zamanlar evin içi ve dışında olma, o sınırlarda gezinebilme hâline 'güvenli bir bölge arayışı' ile eğilen sanatçı; Kreta ile evine ve evin sınırlarındaki güvenlik arayışına bu kez kendi benliğinde konumlandırdığı bir noktadan, sorularına alan açabildiği bir yerden yanıt arıyor."

 

"Işığı kapattığında iş bambaşka bir şeye, mesela, kendi başına bir heykele dönüşüyor. İşi görünür kılan, ışıktan çok gölgeleri. İş, ışığın ve gölge kaynağının kendisi. Duvara göre çok küçük ve belki de orada olmaması gereken bir iş, ışık harekete geçtiği ve dolayısıyla ışığın kaynak değiştirdiği anda hareket de başka bir şeye dönüşüyor. Aynı iş bir anda gölgeleriyle yüzeye yayılıp duvarı komple kaplayan bir noktaya evriliyor. Bir ışık var ve o ışıkla duvarın kendisini de görünür hâle getiriyorsun. Ama bunu ışığın kendisi değil gölgeleriyle yapıyorsun."


Umut Kambak, Gölge Oyunları serisi, Kreta, 2021, Işık yerleştirmesi ve seramik


Işık kaynağının "benlik arayışı" meselesini irdelediği bir alan var Kreta'da; sanatçının kendisi ve kendi benliğine soru sorabildiği merkez olarak konumlanıyor bu ışık kaynağı. Bir zamanlar evin içi ve dışında olma, o sınırlarda gezinebilme hâline "güvenli bir bölge arayışı" ile eğilen sanatçı; Kreta ile evine ve evin sınırlarındaki güvenlik arayışına bu kez kendi benliğinde konumlandırdığı bir noktadan, sorularına alan açabildiği bir yerden yanıt arıyor. Işık kaynağını doğrudan göremeyişimizin nedeni; kaynağın benlikte, sanatçının içinde var olabilmesiyle ilişki kuruyor. Odağı değişen meselelerin özü, kaynağını Umut'un benliğinden alıyor artık. Tel formlu seramik yapı belki de Umut'un bedenine işaret eden, "şu an buradasınız" denen varlığının temsili bir hâline bürünüyor. Temsili varlığının boşluklarından geçerek bulunduğu duvarın üzerine yansıyan Kreta'nın gölgeleri,"ben sorusu"nun yanıtı arayan Kambak'ın kendi gölgeleriyle de anlık olarak yüzleşiyor. İzleyicinin bakışları, bu karşılaşmaların sessiz birer tanığına dönüşerek işe ve sergi mekânına dâhil olabiliyor.


Kreta'nın ardında yatan, ismini de oradan aldığı mitolojik bir öykü var aslında. Bu öykü sayesinde ipucu kelimesinin köken olarak nereden geldiğini de öğreniyorum. Hikâyenin çıkış noktası Kral Minos tarafından mimar Daedalus’a yaptırılan; içerisinde yarı insan yarı boğa formundaki Minotaur'un bulunduğu bir labirentten şekilleniyor. Labirentin tam olarak merkezinde konumlanan kişi, yalnızca merkezin etrafında dolaştığı sürece çıkışa ulaşabiliyor. Kreta Labirenti'nin kendisinde, çıkamadığınız bir nokta bulunmuyor. İşin sırrı, labirenti oluşturan bütün bir yapıyı dolaşabilmekte. Labirentin içinde dolanmayı, insanın kendi benliğinde dolaşmasıyla ilişkilendiriyor Umut. Üretim pratiğine ilhâm veren Kreta'nın hikâyesinde, şimdi konuştuğumuz Kreta'dan ayrılan önemli bir nokta var. "Labirentin öbür tarafını göremezsin ve o görünmezliğin içinde yolunu bulmaya çalışırsın". Umut'un labirentinde ışık ya da kişi, çıkmak istediği labirentte bulunduğu konumun ötesine tel formu kullandığı için rahatlıkla bakabiliyor. Daha yerinden ayrılmadan bir sonraki gideceği yeri, labirentin çıkışını dâhi görme şansına erişiyor.

 

"Kreta'nın kendisinde sanatçı için yeni olan bir "evde olabilme" meselesi, hissiyatı yatıyor aslında. Bu ev düşündüğümüzden farklı bir biçimde, bedenin kendi sınırları içerisinde konumlanıyor. 'Yine bir yuvadayım aslında, yine bir yuva var. O labirent aslında benim yuvam, evimin içi."

 

Mitolojik anlatıdaki labirentin ortasında bir süre sonra Minotaur'a Ariadne ve Theseus adındaki karakterler de eşlik ediyor. Bu karakterler bahsi geçen hikâyenin "ipucu" ile ilişkilenen kısmını oluşturuyor. Theseus kolayca çıkabilsin diye sevgilisi Ariadne tarafından ona verilen ip, bugünkü "ipucu" kelimesinin geldiği yere işaret ediyor.


Benlik arayışını temsil eden Kreta Labirenti, Umut'un üretiminde de bir ipucu barındırıyor. Işık ile gölgenin rolüyse bu noktada bir kez daha öne çıkıyor. "Ben sorusu" üzerine yarattığı Kreta'da, sanatçının duvara yansıttığı gölgelerin aslında birer ip gibi düşünerek kurgulandığı bilgisini ediniyorum.


"Gölgeleri, ip gibi düşünüyorum çünkü ışık içeride yani gözle göremediğimiz bir yerde. Bu nedenle izlediğin ve takip ettiğin şey ışık değil de gölgenin kendisi oluyor. Aynı nedenle ipucu da ışık değil gölgenin kendisine işaret ediyor".


Aklıma ışığın yol gösterici olduğu, fener gibi öğelerle ilişkilendirilen sayısız anlatı ve düşünme biçimi geliyor. Fark ediyorum ki Umut'un çalışması, alışılagelmiş yönelim ve yaklaşımlara tezat biçimde, ışığın gölge ile yer değiştirdiği bir yerden aynı sonuca varabilir miyiz sorusuna uzanıyor. Bir şey daha var. Kendi çevremizde böylesine döndüğümüz bir noktadayken, lisede anlayabildiğime inanmak istediğim bir denklemi anımsıyorum."Diyelim ki Ekvator’daki bir noktadan yerküre üzerinde hareket etmeye başlıyorsun. Eğer Ekvator'un çevresinde bir tam tur atar ve başladığın noktaya gelirsen; süreç boyunca aldığın yol 0 km'ye karşılık geliyor". Dünya üzerinde alınan yol, belki de eksik fizik bilgimle böyle bir sonuca karşılık gelmiyorsa da "Benlik sorusu" üzerine alınan yollarda kendimizi başladığımız noktada bulma olasılığımız sanıyorum anımsadığım fizik kuralından daha yüksek bir ihtimal. Umut'un da düşünceleri bana yakın olacak ki şöyle bir yanıt veriyor o sırada;


"Bu durum simyacı hikâyesi gibi biraz. Gerçeği aramak için gezer durur ama gerçekliği yine başladığı noktada bulur. Arayışta hareket mi yoksa durmak mı gerek sorusu öne çıkıyor. Ben de bunu soruyorum kendime ve bu ışık, o nedenle kafamın içinde hâla dönüp duruyor. Durmalı mı, dönmeli mi? Ben de bilmiyorum.Kendini bulma ve sorgulama arayışını karşımda görmek istediğim için böyle bir noktaya dönüyorum üretimimde".


Yaşadığımız zaman ve mekânı anlamlandırmada benlik arayışına uzanan süreçlerimizin gönüllülük esasıyla ilişki kurduğuna inanmayı seçiyorum çoğu zaman. Benlik gibi ciddi bir arayış için bilinçli bir yola çıkmayı şart koşuyorumdur belki de. Bununla beraber Umut'un Kreta'sında, benlik arayışı için yarattığı o labirette "kaçılacak bir nokta" olarak konumlandırdığını fark ediyorum bu arayış sürecini. Benliğini bulma çabasının hâlâ gönüllü bir sürece dayandığına inanarak, neden Umut'un kaçmak istediği bir yerde bu arayışa girdiğini düşünmeye başlıyorum."Belki de güvenli alanımı kaybettiğim için bunu yapıyorumdur" diyor. Güvenli bir alanı kaybettiğinde, illa da kaçınılabilecek bir noktada mı bulur ya da oraya mı yönelir insan?"Bilmiyorum, ben de onun sorusunu soruyorum aslında"."Galiba ben de sana tekrar sormuş oluyorum Umut" diyorum. Yanıtsızlığın içerisindeki boşluğun ağırlığı, ikimize de sirayet etmiş olacak ki bir süre birbirimize sessizce bakıyor ve sonrasında yeniden gülüşüyoruz…


"Bu artık mekân, nesne ya da yıkılan yerlerle de ilgili değil. Yerler yıkıldı artık ve bir daha geri gelmeyecekler, onun da farkındayım artık. Kafamın içinde dönüp duran ışık ve gölgeleri karşıma koymaya başladım çünkü insanın kendiyle olan karşılaşmasına, derdine odaklanıyorum".


Umut Kambak'ın tel formları, duvarı aşındırdığında elinde kalan bir malzeme. Bu noktada Kreta'nın tel ile kurduğu ilişki, aşınan duvarla ilişkisinden çok daha farklı konumlanıyor. Duvarın geçirgen olmayan yapısı aşındığında evin iç ile dış mekân sınırları iç içe geçiyor, ikisinin de ışık aldığı bir noktaya karşılık geliyor. Elinde kalan malzemenin gölgesi ile onu yaratan ışığın kendisi, bulunduğu Kreta içerisinde Umut'un yüzüne de çarpmaya başlıyor. "Aynen öyle, ötesini görmekle ilgili bir şey var. Duvar, sadece duvar değil artık onun ardı da var. Ben sınırdayım". O an yaşadığı gerçeklikte, sınırların ötesine uzanan yerlere dâhi çıplak bir gözle bakabildiğini düşünüyorum. Belki de iddialı bir kelime olacak ama bu süreci oldukça radikal buluyorum."Radikallik ancak bu sorgulamaları yaptıkça geliyor. Bu sorgulamayı yapmadıkça o duvarlara çarpıp dönüyorsun. Duvardan geçebilmek için öncesinde kendini de geçebilmelisin".


Bunun üzerine bir tek soru soruyorum, "Sen ne zaman geçmeye karar verdin?".


Bir sessizliğin ağırlığı hissediliyor. "Galiba" diyor ama devamını getiremiyor Umut. "Galiba…"


Umut Kambak, Gölge Oyunları serisi, Kreta, 2021, Işık yerleştirmesi ve seramik


Bu duvarların ötesine gerçekten geçip geçemediği üzerine düşünüyorum. Gönüllü olarak yapılabileceğine hemfikir olduğumuz benlik arayışı, Umut'un yönünü kaybettiği bir labirentte gerçekleşiyor. O an dış faktörlerin etkisi altında kalıp kalmadığını sorguluyorum. Dış faktör dediğimiz şey nedir ki aslında? Yaşadığımız süreçte düşündüklerimiz dâhi kendimizin icadı olmuyor. Hepimiz bize öğretilenler ile öğrenmek istediklerimizi özümsediğimiz bir noktadan kendi benliğimizdeki düşünme ve anlamlandırma sürecine uzanabiliyoruz. Bu noktada Umut'un aşınan duvarları, kendi isteğiyle aşındırmaktan öteye geçiyor, dönüşümün etkisiyle aşınan duvarlara karşılık geliyor belki de. Sığınak olarak gördüğü evinde, şimdilerde bir tutsak olabilir mi? Aşınanların ardında kalan tel örgüyle çevrelenmek, duvarın kendisiyle çevrelenmekten bambaşka bir anlama bürünüyor. Konuştuklarımız, Umut'un Kretası'nda, sanatçının istediği bir arayışı mı yoksa hapis kaldığı bir noktadan çıkma isteğine mi evrilecek?


"Dediğin doğru, ben de onu düşünüyorum. Patolojik mi yoksa gerçek bir aidiyet mi bu kurduklarım? Gerçekten orayı seviyor muydum yoksa bana öğretilenlerden dolayı mı böyleyim? Bir evi birileri yıktı diye mi bunun derdindeyim yoksa ben bunun derdinde hep olacak mıyım? Hangi gerçeklik sorusunu sorduğumda o duvarlara yöneliyorum çünkü orada gerçekten duvarlar yok, gölgeler var. O nedenle, hâla, somut olan şey karşımızdayken ben onun gölgesiyle uğraşıyorum. Nesnenin kendisi değil, gölgesi derdim".


Platon'un Mağara Alegorisi ile İdealar Evreni, Kreta'da nasıl konumlanıyor merak ediyorum. Sanatçının deneyimlediği fiziksel dünyada görebildiği gölgelerin taşıdığı anlamlar; Kreta Labirenti'nde süzülerek uçarken Icarus'a özgürlüğü ve ölümü tattıran kanatlara, "Benim gerçek ustam kuşlardır" diyen Daedalus'un bilgeliğine uzanıyor. Kreta'da izlediğimiz gölgeler, sanatçısını o ışığın kaynağına, o gölgenin çıkış noktasına ulaştıracak mı yoksa tam tersi mi sorusu beliriyor tekrar aklımda. Kreta'nın sürekli olarak dönüp duran gölgeleri, sanıyorum ki düşünme biçimime de sirayet etmeye başlıyor.


"Diyelim ki sırtımı ışığa döndüm, gözüm kamaştı. Çıktım ve zincirimi kırdım, artık gerçekle karşılaştım. Ya gerçek, çok da mutluluk veren bir şey değilse? O mağarada iyiyim ve oradan çıkmak istemiyorum. Dışarı çıkarım ve biraz gerçekle karşılaşırım. Sonra içeri gider biraz da kendi gerçekliklerimle otururum, hareket ederim. Bir pranga değil hareket alanı olarak kullanabilirim".


"Bizim evin karşısında çok büyük bir duvar vardı. Güneş batarken, benim içinde olduğum evin gölgesi, o duvara yansırdı. Ben evin gölgesini o duvarda görürdüm ve gün içerisinde o gölge yükselerek giderdi. Evin içindeyken ev ile karşılaşabiliyordum o duvarda. Bir şeyin içindeyken o şeyin gölgesiyle karşılaşmak çok önemli bir hadise. İçimdeki şeyi dışarı çıkarıp onun gölgesiyle karşılaşma hikâyesi aynı hikâye."


Kreta'nın kendisinde sanatçı için yeni olan bir "evde olabilme" meselesi, hissiyatı yatıyor aslında. Bu ev düşündüğümüzden farklı bir biçimde, bedenin kendi sınırları içerisinde konumlanıyor. "Yine bir yuvadayım aslında, yine bir yuva var. O labirent aslında benim yuvam, evimin içi". Umut'un, bulunduğun sınırlar ile o sınırları ayırt eden boşlukları kucaklayan bir yapıya sahip olduğunu düşünüyorum. Boşluğun salt varlığı, bulunduğumuz çevreyi anlamlandıran, "biz" ile "onlar"ı ayırt edebilen, çok güçlü bir varlık. "Varlık, biraz da hissetmekle olur, hissetmediğimiz şey aslında yoktur" diyor Umut Kambak.

 

“Bir köyde kalkıp da non-space üretilmiş bir alan bulamazsın. Orada her şey ihtiyaca yöneliktir; buradaysa tam tersine tüketime… Zamansız ve mekânsız, var olamayacağın bir şeye dönüştürüyorlar seni. Burası, bu şehir hayatı sanki hiçbir zaman köklenebileceğin bir yer değilmişçesine yaklaşıyor sana. O nedenle de yine bu sergi, bir kentli tipini var edebilir mi edemez mi diye ben de kendime soruyorum şu an." - Umut Kambak

 

Şu An Buradasınız, Sinan Eren Erk'in kaleme aldığı sergi metninde "…sınırları, çevreyi, boşlukları ve bütün bunların içindeki insanı, dört sanatçının kişisel perspektifinden izleyiciye sunan" bir yaklaşım üzerinden irdeleniyor. Bedeni çevreleyen sınırların boşluk ile kurduğu ilişki, bir başka bedenin sınırlarıyla kendimizi tanımladığımız, aramızdaki mesafelerin ayırt edici yönüne güçlü bir biçimde dikkat çekiyor belki de. Düşünüyorum da sanatçıların aynı noktalarda buluştuğu ve buluşurken aslında kendi benliklerini, aralardaki boşluklarla tanımladığı bir tipleme; homojen görünümlü heterojen bir tiplemenin yaratılışı olabilir mi bu sergide? Düşüncelerim, bir insana dışarıdan bakabilme hissinde karşılık bulabilir sanıyorum. Çıplak bir gözle baktığım olası bir tipleme, bütün perspektiflerin yaratabileceği homojen bir görünüme işaret ederken; işlerin birbiriyle konuştuğu noktadaysa tek bir benliğin varlığında ayrışabilen yönlere, o benliğin heterojen yapısına da ışık tutuyor olabilir mi?


"Bu soru, soru olarak kalmalı bence, cevaplandırılmamalı. Bu bir kere, olabilirse eğer, çok kentli bir tip olur ve sergi de aynı şekilde çok kentli bir sergi. Bir köyde kalkıp da non-space, üretilmiş bir alan bulamazsın. Orada her şey ihtiyaca yöneliktir buradaysa tam tersine tüketime… Zamansız ve mekânsız, var olamayacağın bir şeye dönüştürüyorlar seni. Burası, bu şehir hayatı sanki hiçbir zaman köklenebileceğin bir yer değilmişçesine yaklaşıyor sana. O nedenle de yine bu sergi, bir kentli tipini var edebilir mi edemez mi diye ben de kendime soruyorum şu an."


"Aslında bütün soru, ‘Biz var mıyız?’. O nedenle serginin ismi Şu An Buradasınız belki de. Bize bir konum belirtiyor ve nerede olduğumuzu yine bize sesleniyor. Bu ne demek? Sen ne olduğunun, ne yaptığının farkında değilsin o yüzden burada var olamıyorsun diyor ve hatırlatma ihtiyacı duyuyor belki de.Şu an burada var olamıyorum ve birinin bana burada olduğumu hatırlatması gerekiyor. Bu serginin üreteceği ya da var edebileceği tipe, aslında, bu başlıkla hatırlatma yapılıyor; Şu An Buradasınız diyor o tipe, bu sergi".


 

"...Biz bu dünyada ilk savaşımızı doğaya karşı veriyoruz ve bütün olayımız hayatta kalmak. Bütün mücadelemiz, anlamlandırma isteğimiz… Her şey o fırtınadan sağ salim çıkabilmekte yatıyor. Biz ne zaman estetik bir an duyuyoruz? Fırtınadan sonraki güneşin doğduğu o anda. Bir gecekondunun ya da varoşun üzerinde bir ay doğduğu zaman. O an, işte bu: Umut ilkesi.” - Umut Kambak

 

Umut'un beden için merkeze aldığı ve Şu An Buradasınız dediği noktada, dedemle aramızda geçen bir diyaloğu anımsıyorum. Bazen onu bulamadığım için "Neredesin?" diye sorduğum zamanlarda beni, "Ayaklarımın üzerindeyim" diyerek yanıtlıyor. Onun da "şu an buradayım" dediği noktayı düşünmek, kendi bedeninin sınırlarıyla çevrenlendiği bir konumlanmaya işaret ediyor belki de.


Kreta'nın kendisi benlik arayışına eğilirken, ben de bir izleyici olarak kendi arayışıma uzanıyorum. Benliğin sınırlarını ev ile ilişkilendiren bir noktada, sarmalandığım boşluklar ile çevrelendiğim sorumlulukları aynı potanın içerisinde erittiğimi fark ediyorum.Bazen insanların varlığını anlamlandırma ve bu süreçte yüklendiği sorumluluklar karşısında bir an için umutlarını kaybedebileceği hissiyatına yenik düştüğüm durumlar oluyor. Bir isim şakası ya da nahoş bir benzerlikten uzakta, Umut'un "Umudun da peşinden gitmek lazım" dediği günü anımsıyorum. Şu An Buradasınız derken aklıma düşen soru bir süre sonra dilime de düşüyor. "Peki sen şu an neredesin Umut? O duvarlarda aşındırdıkların ve aşındıramadıklarınla veyahut da aşınırken yitip gidenlerinle, nerdesin?"


Bu soru, kısmetinde beni bulmak varmış dediğimiz, John Berger'in Deli Dolu Yayınları'ndan çıkan Hayvanlara Niçin Bakarız? isimli kitabıyla karşılaşmama vesile oluyor."Bu sorunun hakkı olarak bir kitap hediye edeceğim sana ve bir bölümden bahsedeceğim. Okudun mu?"


Yabancı dilde okumaya heves ettiğim bir dönem vardı. Kitaplığımdaki raflardan birinde duran bu başyapıt, ne yazık ki o dönemlerin izlerini bütün el değmemişliğiyle sergilemeye devam ediyor hâlâ. "Bende İngilizcesi var ama okumadım".


"Tamam, bu Türkçesi, çok da güzeldir çünkü Cevat Çapan çevirisidir".


O sorunun cevabı Beyaz Kuş bölümündeki son paragrafın içerisinde saklı. "Ahşap bir köyde asılı duran kuşun, estetik olup olmadığından bahseden" paragrafta Umut'un sanat ve estetik nedir sorularına yaklaşırken Berger'in kötülük ve umut ilkesinden bahsettiği bir noktaya da uzanıyoruz.


"Sorunun cevabı bu, ‘Umut ilkesi". Çünkü biz bu dünyada ilk savaşımızı doğaya karşı veriyoruz ve bütün olayımız hayatta kalmak. Bütün mücadelemiz, anlamlandırma isteğimiz… Her şey o fırtınadan sağ salim çıkabilmekte yatıyor. Biz ne zaman estetik bir an duyuyoruz? Fırtınadan sonraki güneşin doğduğu o anda. Bir gecekondunun ya da varoşun üzerinde bir ay doğduğu zaman. O an, işte bu: Umut ilkesi.”


Karşılıklı bıraktığımıza inandığım mutlu anılarla birbirimize veda ederek ayrılıyoruz. O günden geriye kalanları kaleme aldığım bu geceye, Berger'in Beyaz Kuş hikâyesindeki son paragrafıyla veda ediyorum. Umut'un Kreta'sıyla başlayan yolculuğum "Umut ilkesi"ni düşünerek devam edecek.


"Sanat, doğanın bir aynasıdır inancı yalnızca toplumların şüphecilik dönemlerinde önem kazanıyor. Sanat, salt doğayı taklit etmez. Sanat, yaratılmış her şeyi taklit eder. Bunu da bazen başka bir dünya önermek bazen de doğanın insana sunduğu o bir anlık umudu çoğaltmak, doğrulamak ve toplumsallaştırmak için yapar. Sanat bize, doğanın arada bir görme fırsatı verdiği şeylere karşı örgütlenmiş bir tepkidir. Sanat, bizde var olan bir şeyi tanıma potansiyelini sürekli bir güce dönüştürme girişimidir. Sanat, insanın doğadan daha kesin bir karşılık bulma umudunu gösterir. Sanatın aşkınsal yanı, her zaman bir yakarıştır." [1]


Vision Art Platform’da gerçekleşen Şu An Buradasınız, Akaretler No:35'te 24 Ekim'e kadar ziyaret edilebilir.

 

[1] Berger .J y, (2017), Hayvanlara Niçin Bakarız?, Cevat Çapan (çev), Deli Dolu Yay, S.84


Comments


bottom of page