top of page

Türkiye görmediklerimizle dolu bir yer


Ümit Kıvanç’ı muhakkak Milliyet, Cumhuriyet, Birikim, Radikal, Nokta, Taraf gibi yayınlardaki yazılarından, İletişim Yayınları’ndan çıkmış roman ve hikayelerinden ya da belgesellerinden tanıyoruzdur. Kıvanç bu kez çok farklı fotoğraflarla karşımızda. “Belki azıcık kaçış için çok yakından çekimler yapmayı istedim,” dediği Ya Değilse? sergisi 15 Nisan’a kadar Sanatorium’da görülebilir. Kıvanç’la fotoğraf-resim kavramları üzerine derin bir sohbete daldık.

Ümit Kıvanç, 45.5x70.2 cm Arşivsel Pigment Baskı 2017

Nesnelere bu kadar yakından bakmak istemenizin arkasında nasıl bir duygu / fikir var?

Yakından bakmak değil de; içlerine, derinliklerine uzanmaya çalışmak desek belki daha doğru olur. Orada olan ama görünmeyeni görmek; bir dahaki sefere, uzaktan baktığınızda o nesneyi gözünüzde farklı, bazen bambaşka kılabiliyor. Bunun bir keşif ve oyun tarafı var, bir de çağrı tarafı: Yanı başımızda var olduğu görünmeyeni görmeye, hesaba katmaya, yaklaşmaya çağrı.

Bu, bazı şeylere çok yakından bakma, onları bulanık görme durumu sanki, ‘artık burnumuzun ucunda olanlara bu kadar kayıtsız kalmasak mı?’ sorusunu canlandırıyor zihnimde. Doğru bir çözümleme mi?

Valla bunu çağrıştırabilen bir iş yaptıysam ne mutlu bana. Çünkü yıllardır yazıyorum, filmler yapıyorum, insanların kayıtsızlığını azaltacak yollar bulamadım. Türkiye, yanı başımızda var olduğu halde görmediklerimizle dolu bir yer. Sergideki fotoğrafları böyle bir mesaj kaygısıyla çekmedim ve ortaya çıkarmadım. Ama yapılan iş ister istemez ilk sorunuza cevaben dile getirdiğim gibi bir çağrı niteliği taşıyor. Laf aramızda, o soru keşke sergiyi gezen herkesin zihninde canlansa, çok isterim.

Ümit Kıvanç, 46.5x30 cm Arşivsel Pigment Baskı 2017

Her bir fotoğraf, fotoğraftan ziyade resme benziyor. Ki tanıtım yazısında Gaye Boralıoğlu da “İmkân olsaydı resim sergisi demek daha doğru olurdu,” yazmış. Siz de fotoğrafların resme benzediği konusunda hemfikir misiniz? Bu bir tercih mi?

Benzedikleri doğru. Fakat bu belki neye fotoğraf neye resim dediğimizle de ilgili bir durumdur. Hiperrealist bir resmi de birileri benim bu fotoğraflarımdan çok daha ‘fotoğraf’ sayılabilir. Resme benzesinler diye çekip işlemedim sergideki fotoğrafları, doğal olarak benzediler. Burada da ilginç bir yolculuk var aslında: Gündelik bir nesnenin gerçek görüntüsü, haddinden fazla -böyle diyeyim- yaklaşılınca, içine girilince ‘resmedilmiş’ gibi duruyorsa, gördüklerimizden, algımızdan her zaman o kadar emin olmamamız gereği de ortaya çıkıyor.

Fotoğrafın net olması, zorunlu değil ama beklentilerden biridir. Sergideki fotoğraflarınızda fluluk esas. Algıdaki yerleşik fotoğraf biçimini yıkmak ya da değiştirmek istiyormuşsunuz gibi hissettim… Böyle bir amacınız var mı?

Fluluk, fotoğraflarımda o kadar belirleyici değil. Bazı dokular fazladan öyle bir yanılsama yaratıyor. Net ve flu unsurların bir arada oluşturduğu desenler beni daha çok ilgilendirdi. ‘Yerleşik fotoğraf biçimi’ diye bir şeyden söz edebilir miyiz, bundan emin değilim. Zira her türlü yerleşik biçimi yıkan; yerine bambaşka, yepyeni şeyler koyan o kadar çok fotoğrafçı geçti ki dünyadan… Denenmemiş ne kaldı, bilemiyorum. Böyle bir iddiam yok.

Ümit Kıvanç, 90x155.5 cm Arşivsel Pigment Baskı 2017

Hiçbir fotoğraftaki nesneyi tanıyamıyoruz, anlamlandıramıyoruz. Bu bir tercih olsa gerek. Neden nesnelerin tanınmasını istemiyorsunuz?

Daha güzel değil mi böyle? İlle de tanınmasınlar diye bir çabam inanın olmadı. Bu teknikle çalışılınca onları tanınır kılmak neredeyse imkânsız. Çoğunun hangi nesne olduğunu hatırlamıyorum bile zaten. Önemi de yok. Çünkü özellikle o nesneleri farklı bakış açısıyla sunmak gibi bir iş değil, kalkıştığım. Sanırım her baktığınız sizde -muhtemelen o nesneyle alâkası olmayan- bir şeyleri çağrıştırmıştır ama...

Fotoğrafları bir şeye benzetme, anlamlandırma anlarında bir parça huzursuz hissediyor insan. Sizin de belirttiğiniz görme/ görememe hali zaman zaman rahatsız edici. Seyircinin bunu hissetmesi beklediğiniz bir şey miydi?

Seyirciye âdeta bir ‘görev’ yüklemenin onu huzursuz edebileceğini varsaydım elbette. O kadar da olsun ama! Esas amaç, benim bir şey anlatmamam -yıllardır türlü yolla o kadar çok şey anlatmaya çalıştım ki- seyircinin karşısındaki görsellikten hareketle kendi hikâyelerini uydurmasıydı. Ben o karelerin pek çoğunda kendime göre, mekânlar, hareketler vs. buluyorum. Başkalarının başka şeyler bulacaklarından eminim.

Ümit Kıvanç, 56x84 cm Arşivsel Pigment Baskı 2017

Fotoğrafları 2013-2014 yılları arasında çekmişsiniz. Bu zaman içerisinde bu kareleri gelişigüzel mi çektiniz yoksa bir plan dahilinde miydi?

Başlangıçta planım yoktu. Çok yakın çekimler yapmayı istedim. Belki azıcık kaçış için. Dışarıdan kaçıp bir şeylerin derinliklerine sığınmak… Ortaya tatminkâr ve heves verici sonuçlar çıktıkça, ışık ve işleme bakımından belirli bir üslûp oluşturabileceğimi gördüm, buna uğraştım. Plan yoktu, ama bir süre sonra bir tarzdan söz edebilir hale geldim.

Serginin ismiyle de bir şekilde anlamlandırdığımız şeyin belki de hiç o olmama ihtimaline dair bir vurgu var. Siz neden bu ismi seçtiniz?

İsmi serginin hazırlanmasında büyük emeği olan Sevim Sancaktar önerdi. Anında kabul ettim, çünkü çok uygundu. Hem felsefî derinliği olan bir isim hem de oyun çağrıştırıyor. Bu nitelikleriyle de yapılan işe çok uygun. Belki burada ilk iki sorunuzu ve cevaben söylediklerimi hatırlamamızda yarar var.

コメント


bottom of page