İki haftada bir Cuma günleri unlimitedrag.com’da yer bulacak olan Ters Perspektif başlıklı yazı dizisinde Oğulcan Yiğit Özdemir, Panofsky ve Florensky gibi isimlerin izinden giderek, tarihsel bir icat, bir resimsel düşünün ürünü, sanat tarihinin resim sanatından ödünç aldığı bir “aygıt” olan perspektifi sembolik yüküyle beraber kenara alarak sanat tarihinin olaylarına "tersten" ya da alışılmadık açılardan, bir deyimle "kadrajı kaydırarak" yeniden bakıyor. Önce ve sonra ilişkilerinin coğrafya ve ideolojiyle harman olduğu bu karmaşada, şeyler ve olaylar arasındaki ilişki de, “bu açıdan” farklı görünüyor. Serinin ilk yazısında caz müziğin Henri Matisse ve Fikret Mualla’nın üretimlerindeki yansımalarına uzanıyoruz
Yazı: Oğulcan Yiğit Özdemir
20. yüzyıl başında ilkel sanatını temaşa eden iki önemli ressamdan biri olan Matisse’in yolu, siyahi müziğiyle kesiştiğinde bu rastlaşma bir sanat kitabına dönüştü. Amerika’daki heyecan verici müzikal gelişimler yalnızca onu değil, kıtalı pek çok sanatçıyı etkisi altına almışken, Fikret Mualla’nın sanatı da bunca etkilenmeden azade olamazdı.
Henri Matisse, Jazz, 42x65 cm, şablon baskı, 1947, Tériade, Paris
Sanatların birbiriyle rabıtası söz konusu olduğunda, en ketum davranan müzik olsa gerek. Kandinsky’nin görsel intibalara dönüştürdüğü müzikalite, geometrik formlarla yazdığı senfonilerden çok önce, şiirle müzik arasında kurulan ilişkilenmeye bir üçüncüsü, yani soyut resmin dili henüz eklenmemişti. Şiir, resim ve müzik üçgeninde dolaşan sanatçıların artışı, sanıyorum ki modern sanat mefhumunun ellerinin karıncalanmasıyla at başı giden bir fenomen.
Daha önceleri de müzikli temsiller vardı sanat tarihinde. Ama bu, resmin kendi müziğini kat etmez, bu anlamıyla henüz "temsili" bir ilişkilenmedir buradaki. Kant’ın yücelik nosyonunu plastik sanatlarda aramasına denk düşen bir şecerede, ressamlar da resmin kendi müzikalitesini, musikili işleyişini konu edeceklerdir sonraları.
Bunlardan biri de Jazz decoupagelarıyla Henri Matisse olacaktı. Savaş öncesinde dingin, renkli iç mekanlara ağırlık veren bu Fransız, ikinci savaştan ve Caz Çağı denen 1930’ların sona ermesinden sonra, kestiği renkli kağıtları çeşitli biçimlerde bitiştirecek ve en sonunda bunları Jazz adını verdiği kitapta, 1947 senesinde toplayacaktı.
O sıralarda Mondrian da New York’ta Broadway Boogie Woogie adlı eseriyle modern müzikteki değişimlere göz kırpıyordu. Avrupa klasik sanatının dingin sularından caz müziğinin hareketli dünyasına geçmek, aynı zamanda Amerika’nın dinamik hayatını sevmeyi öğrenmek anlamına geliyor. Ağır, insana yük olan bunaltıcı hisler savaşın bitimiyle birlikte ıskartaya çıkarken, caz çevreleri pek çok sanatçı için önemli bir dayanak ve ilham potasıydı.
Fikret Mualla’nın da 1950’lere doğru cazcıları resmetmeye, Bop kulüplerine takılmaya başladığını görürüz. Bu konuda daha önce, Fikret Mualla’nın caz müziği görme değil, “görmeyiş biçimi”, Avrupalı ressamlardan farkları üzerine bir yazı kaleme almıştım.¹ Bu yazıda ise bir nevi ortaklıklar üzerinde durmaya çalışacağım.
Kolaj, dekupaj, Jazz
Aslına bakılırsa kolaj mantığı tüm modern resme, oradan sinemaya ve müziğe aktarılır. Çeşitli öğeler, yüzeyler halinde bir araya getirilirken aralarında korelasyon kuracak aşkın bir unsura ihtiyaç duyulmaz. Kolajda, akış ve ritm önemlidir. Modernlikle ilgili Baudelaire’in "an" mefhumu üzerinden yaptığı açılım, empresyonistlerin resim sanatında konuyu kenara bırakıp “yekpare bir anın bölünmez akışına” odaklanması gibi unsurlar daha sonra pek çok sanat akımı içerisinde de belirleyici olur.
Caz müziğinin de bu anlamda klasik müzik örüntüsünden ve halk müziğinden ayrıldığı nokta da belki bu. Ritm aksak bir şekilde armoniyi anlara böler, önemli olan ritme bedenen katılmaktır, sadece kognitif manada "duymak" bir kenara bırakılır. Stravinsky’nin Miles Davis’i dinlemeye gitmesine sebep olan ilginin kaynağında olduğu gibi, bu modern Avrupa müziğinde de sıkça karşılaşacağımız bir tem.
Henri Matisse, Jazz, 42x65 cm, şablon baskı, 1947, Tériade, Paris
Henri Matisse’in Jazz isimli kitabı ise bu konuda inanılmaz bir envanter sunuyor. Kitaptaki resimler genel anlamıyla caz üzerine değil, daha ziyade caz müziğinden etkilenerek yapılmış resimler, işler, depukajlar. Ama resimlerin işleyiş mantığı, caz müziğinde olduğu gibi buluntu, çöp sayılan malzemeleri değerlendirmeye dayanıyor. Baudelaire boşuna modern zamanların kralı olarak çöpçüleri göstermemişti ya? Cazcılar gibi Matisse de ıskartaya çıkartılmış armonileri, biçimleri bir araya getirerek yeni, modern bir anlatı kurmanın peşi sıra sürükleniyor.
Mualla’ya gelirsek durum biraz daha “farklı”. O da Matisse’le benzer bir derdi paylaşıyor, ama resminde cazcılar doğrudan konuk bir defa, üstelik de yamyam, vahşi sıfatıyla değil düpedüz müzisyen olarak. Bu başlı başına bir yenilik, öte yandan ortaklıklar da var. Mualla da Matisse gibi arkaplan ve mekanı figürlerden yekpare bir renkle birbirinden ayırıyor. Bu boya, elbette, ama adeta kolaj gibi duruyor!
Dolayısıyla iki ressamın da caz müziğinden yalnızca bir enstantane çekip çıkarmak anlamında değil, ancak bir anlamıyla resmin kendi iç işleyişi, mekanizması anlamında da etkilendiği söylemek mümkün.
Fikret Mualla, Müzisyenler, 51 x 68 cm
Kim bunlar?
Peki bu yakınsamayı kuran biyografik duraklar neler? Matisse Jazz serisini hazırladığında 74 yaşında, Mualla ise tablolarını baz alırsak caza resimsel manada kulak kabarttığında henüz 55. Matisse uzun süredir gördüğü kanser tedavisi ve gözlerinin bozulması sebebiyle bir hastanede istirahatta, Mualla ise alkol problemi sebebiyle arada bir Paris’teki akıl hastanelerinde konuk ediliyor. Her halükârda, ikisinin resimlerinde de birbirine yakınsayan bir canlılık, coşku, yaşama sevinci, yaşamı sevme isteği gözle görünür biçimde seyirciye doğru geliyor.
Henri Matisse’in herhangi bir profesyonel, akademik resim eğitimi bulunmuyor. Çeşitli atölyelerde çalışmış, mesai harcamış olsa da esasen hukuk tahsili almış. Mualla ise Alman akademilerinden mezun, resim sanatının merdümgiriz meselelerinden haberdar, ustası olarak Vlaminck’i gösteriyor. Her ikisinin de renkle, biçimle bir sorunları var, her ikisi de bir biçimde sanatını meşakkatli sağlık sorunlarıyla beraber sürdürme ihtiyacında. Matisse kaldığı hastanenin kilisesinin duvarlarını resimliyor, Mualla ise kaldığı hastanede bol bol defter dolduruyor ki bunlar yakın zamanda yayımlandı.²
Waking Life isimli animasyonda röportaj yapılan hayali düşünür şöyle diyordu: “İnsanlar kimi zaman yaşama sevinci azlığından, kimi zaman da yaşama sevinci fazlasından acı çeker”. Sanıyorum bu iki ressamın ortak yönü, ikinci gruba mensup olmalarıydı.
Comments