top of page

Süperpoze


İç mimar ve tasarımcı Tayfun Mumcu'nun ilk sergisi Süperpoze, 5 - 16 Şubat 2019 tarihleri arasında Öktem Aykut'ta gerçekleşiyor. Mumcu'nun mobilya tasarımcılığı tecrübesini bir çıkış noktası olarak alıp, işlevlerinden özgürleşen nesneleri birer heykele dönüştürdüğü sergisi, sehpa, dolap, tabure, paravan gibi mobilya elemanlarının salt birer yüzey ve kütle olarak yeniden ele alınıp bambaşka bir görsellik geleneği ile tanımlandığı 12 eseri bir araya getiriyor. Tayfun Mumcu, Ecem Arslanay ile mimari dili ve ilk sergi deneyimi üzerine konuştu

2300 kelime

Tayfun Mumcu, Süperpoze sergi görüntüsü

Tayfun Mumcu’nun ilk sergisi Süperpoze’de yer alan 12 eser, genişletilmiş anlamlarıyla mobilyayı ele alıyor. Geniş bir muhayyile, usta bir tasarım ve özenli bir üretimle vücut bulan heykelsi mobilyalar ya da mobilya gibi heykeller mobilyaya dair oturmak, dayanmak, depolamak gibi sabitlenmiş yararlılık olanaklarını oyuncu bir dille açıyor. İzleyicisinin deneyim alanını genişleten bu meşruiyet, memnuniyet verici bir estetik uyarılmanın ötesinde mobilya arketipleri üzerine ontolojik bir sorgulamayı da tetikliyor. Pleksi blok, sedef, pirinç ve krom gibi tasarım pratiğine yabancı malzemeleri bile incelikle sultası altına sokan tasarımcı, seri üretilen mobilya metasına karşılık nev-i şahsına münhasır koleksiyon nesneleri sunuyor. Global sanat piyasasında galerilerin tasarımcılara koleksiyon nesneleri komisyon etmesi yaygın bir durum; ancak bu Türkiye için hayli yenilikçi, imrendirici bir hamle.

Serginin ismi nasıl ortaya çıktı? Eserlerle nereden ilişkileniyor?

Çok düşünmeden, kendiliğinden çıktı. Süperpoze, çakıştırmak anlamına geliyor. Sergide hem malzeme hem de kütle bakımından çakıştırmalar var. Aynı aksta olmayan yüzeyler var, konstrüksiyonuyla fonksiyonu birbirini tutmayan, kendi içinde boşluklar oluşturan bir bar dolabı var; taşıyıcılarını parçalayıp malzeme kalınlıklarını değiştirdiğimiz bir sehpa var. Bunlar aslında farklı eşya parçalarının süperpoze edilip yeni bir eşya oluşturma biçimleri. Sonuçta süperpoze bu işlerin her birini tarifliyor.

Peki sergi nasıl hayata geçti? Sanatsal üretim yapmak hep aklınızda mıydı?

Biliyorsunuz, ben iç mimarım. İç mimarlık bir yönüyle mimarlıkla, bir yönüyle de sanatla iç içe: Bütün disiplinlerle birlikteliği olması gereken bir pratik. Sanata ilgim şüphesiz başından beri var. Çocukluğuma kadar gidebilir; fakat tabii eğitim, disiplin ve işi yapma biçiminiz belirli oranda sizin sanat yapmanızı da şekillendiriyor.

Formasyonunuzu nereden aldınız?

Mimar Sinan Üniversitesi. Köklü bir kurum. Çok iyi hocalar, çok iyi bir ekip ve iyi bir eğitim vardı.

Tayfun Mumcu, Süperpoze sergi görüntüsü

Sanatla ilişkilenmek için de teşvik edici bir ortam diyebilir miyiz?

Evet, sanata biraz daha açıktı; o yönünüze müsaade ediyordu. Sergiye dönersek, iç mimar kimliğim sanatsal pratiğimi doğrudan belirledi. Yıllarca iç mimarlık yaptıktan sonra ansızın resim ya da heykel üretmeyi kendi adıma haklı bulamadım. Orada kendimi doğru ifade edebileceğime inanmadım. Yurt dışındaki müze ve galerilerde mobilyanın belirli bir tarihsel dönemi, o dönemin estetiğini, oranlarını ve gündelik hayatı anlama biçimini çok iyi ifade eden bir mecra olarak değerlendirildiğini gördüm. Kaba ismi mobilya ama fonksiyonundan uzaklaşıp genişlemeye, başka bir uca taşınmaya, heykelleşmiş objelere dönüşmeye çok açık. Birebir fonksiyonu olan -üzerinde yemek yenebilen, ya da oturulabilen- bir ürün de farklı bir dille bir eser haline gelebilir. Bunun sanat tarihi içinde birçok örneği var.

İlk sanat müzelerinde Avrupalının Avrupalı olmayanı fethederek topladığı tasarım nesneleri sergilenmiş. Yani aslında kökeninde tasarım var: Fonksiyonunu yitirmiş olan tasarım...

Tabii, ortada bir fikir var. Bu fikrin nasıl gerçekleştirileceği ortama, medeniyete ve teknolojiye göre değişiyor. Bu bazen mühendis formatında bir sanatçı oluyor, bazen mimar formatında. Bazen de mobilyacı formatında oluyor. Bu sergide yaptığım şey bildiğim, ya da en azından yapmayı uzunca bir süredir sürdürdüğüm işi sanat ölçeğine nasıl taşıyabileceğimi çalışmak oldu. Bir çerçeve belirlemek adına malzemeye odaklanmaya, bu konuda kendimi zorlamaya karar verdim. Ahşapla, metalle, camla ya da tekstil ürünleriyle çıkardığım fonksiyonel tasarımları bu sergide yabancı olduğum malzemelerle -blok, akrilik, pleksi bloklar, paslanmaz çelik ve pirinç, pleksi levha, yapay kürk, sedef- görmeyi denedim. Farlı çağların ve farklı akımların malzemelerini bir araya getirmek istedim. Nihayetinde yaşadığımız dönemi temsil eden şey bütün geçmiş deneyimleri ve onlara ait malzeme bilgisini bir araya getirebilme cesareti olmalı diye düşünüyorum.

Tayfun Mumcu, Süperpoze sergi görüntüsü

İç mimarlık ve ürün tasarımı pratiğinizde ahşap oymalar, kabriyol bacaklar, figüratif desenler gibi premodern jestler var ancak bu sergide daha evrensel, daha modernist bir dil hakim. Bu bilinçli bir tercih mi? Yoksa kendi tasarım dilinizin dışına çıkmanın doğal ve hesaplanmamış bir sonucu mu?

“Bugüne kadar yaptıklarımın dışına çıkmalıyım,” kurgusuyla yapınca samimi olmayan, izleyici ikna etmeyen bir şeyler yaratma tehlikesi de var. Belki bu fikir arka planda etkin; ancak sonunda aldığım geri bildirimler gösteriyor ki çıkan ürünler benim tasarım pratiğimden çok da kopuk değil. Daha önce yaptıklarımın üzerine eklenen bir şey olmuş. Ahbaplarımdan ve müşterilerimden “Başka bir dil, başka bir malzeme paleti de olsa senin elinden çıktığı belli oluyor,” tepkisini aldım. Tabii hiçbir zaman kendinize objektif bakamıyorsunuz. Zaman içerisinde bir gelişiminiz var. On sene önce yaptığınız işten nefret edebilirsiniz. Dışarıdan izleyen onu sizin özgün kronolojik tarihiniz olarak gözlemlediği için objektif bakma cesaretine sahip olabilir. Sonuçta bugüne kadar sedefle hiç çalışmadım, pirinç ve paslanmaz çeliği hiç bir arada kullanmadım, mermer plakayla akrilik bloğu birleştirmek aklıma gelmedi; ama burada bu uç yaklaşımları denemek istedim.

Çok güzel bir geri bildirim almışsınız. Yaratımlarınızın otantik olduğunu gösteriyor. Öyle değil mi?

Evet, çok güzel. Bir kere çok tatmin edici. Ben yaptığım şeyi bir an önce unutup bir sonraki şeye geçmeyi seven biriyim. İşlerimde de böyle. Burada yeni bir alanda bir şey üretmeye çalışmak, önceki tecrübelerim üzerinden kendim için farklı bir dil geliştirmek keyifliydi.

Serginin ismi ve basın bültenindeki görsel aklıma hemen Hal Foster’ın Gehry Evi için ustalıkla yapıştırdığı bir etiketi getirmişti: Grunge. Sergiyi gezerken de yer yer eserlerin bu türden bir mimari grunge’lığa sahip olduğunu düşündüm. Buna katılır mısınız?

Katılırım. Bir dışta kalma isteği var: “Ben sehpayım ama olmak istemiyorum,” gibi; ya da “Yaramaz bir sehpayım” gibi...

Tayfun Mumcu, Süperpoze sergi görüntüsü

Üretim metodolojiniz nasıldı? Bir ürün tasarımcısı gibi planlar, görünüşler ve detaylar çizerek mi ilerlediniz? Yoksa malzemeyle doğrudan maddesel temasa mı geçtiniz?

Çalıştığım malzemelerin teknik sınırlamaları vardı. Kalın akrilik blok -ki temin edilmesi de çok zordur- ahşap gibi yontulabilir, vidalanabilir bir malzeme değil. Kullandığım mermer çok kırılgan. Buradaki malzeme birlikteliği farklı atölye ortamlarında gerçekleşti. Bir mermer atölyesinde pirinç imalatı yapılmıyor; ama onlar sonunda birleşerek bir eser haline geliyor. Önce fikir eskizleriyle başladım.

Peki malzeme paletini eskizlerden önce mi oluşturdunuz?

O bir adım sonra çıktı. Önce formların, kütlelerin ön eskizleri geldi. Özellikle boyutlarda malzeme belirleyici oluyor. Malzemeyi ne kadar eğip bükebildiğinizi bilmek çok önemli. Başınızı alıp gidemezsiniz. Atölyenin uygun işçilikle parçaları bir araya getirebilme kapasitesi de hep kafanızın bir köşesinde duruyor. Bağımsız bir şekilde “Onu oradan, bunu buradan birleştirerek hallederim,” diyemiyorsunuz. Başında beklemeniz, yönetmeniz gereken bir kadro var. Bir bakıma onların da işine müdahil oluyorsunuz ki bu onlar için antipatik bir durum. Malzemeyle ilgili tüm hâkimiyet bende olsun isteyebiliyorum. Özellikle bu zor malzemelerin yontma ya da form verme sürecinde ister istemez devreye girdiğim oldu; çünkü hayal ettiğim yüzeyi başkasının eliyle alamadım. Geometriyle çözülebilen konularda ise daha önce çalıştığım uzman bir ekibi atölyede yönetmem yeterli oluyor.

Çizimlerinizin maddesel karşılığını birebir aldınız mı yoksa imalat sürecinde değişiklikler oldu mu? Hepsi istediğiniz değişiklikler miydi?

Ben proporsiyon olarak doğru çizebiliyorum. Bu önemli bir şey. Sadece eskiz yapıyor bile olsam bu eskiz ölçekli çıkıyor. Cetvelle ölçtüğüm zaman birebir 1/50 ölçeğini tutturduğumu görebiliyorum. Autocad jenerasyonundan önceki jenerasyona aitim. Bizim dönemimizde el eskizi çok önemliydi. Printer yaygın değildi. Daha büyük inşaat şirketlerinde kullanılan blueprint’ler vardı. Biz bölümde ve mesleki pratikte aydıngere ya da eskiz kâğıdına Rapido ile çizerdik. Dolayısıyla alışkanlık yaratacak kadar uzun bir süre bu işi kalem ve kâğıtla yaptım. Ölçekli çizebilmek, malzemeyi çizimle ifade edebilmek önemli oldu. Bir dönem iç mimari için çok önemli olan “Anlatım Teknikleri” dersini verdim. Eskiz aslında sizi hayal etmeye de yönlendirir. Örneğin mermer, ahşap ve demirle oluşan bir mobilyayı aynı çizgi değerleriyle çizemezsiniz. Dolayısıyla kâğıt üzerindeki etki sizi belirli bir aşamaya kadar yönetir. Çizim aşamasında bu bakımdan doğru kararlar verdiğimi düşünüyorum; ama belirli detayları atölyede değiştirdiğim oldu. Tabii bunlar hep iyiye dönük değişimler oldu. Sonuçta “Bu oldu,” dediğiniz noktaya ancak atölyede varıyorsunuz.

Tayfun Mumcu, Süperpoze sergi görüntüsü

Software ile ilişkinizi soracaktım, ama büyük oranda yanıtlamış oldunuz. Bu işlerde malzemeler arası görsel etkileşim çok yüksek. Size hayli yabancı malzemeler olduğunu da düşünürsek bütün bu etkileşimleri -yansımaları ve gölgeleri- analog yöntemlerle öngörmek zor oldu mu? Biliyorsunuz, karmaşık algoritmalarıyla render programları bu konuda kusursuza yakın hesaplar yapabiliyor.

Mesela aşağıdaki bir işte tahmin etmediğim bir detay çıktı. Duvardaki aynaya geçme bir pleksi blok var. O iş sürpriz yapıp duvardaki gölgeyle büyük bir haç oluşturdu. Tasarlarken böyle bir ifade tahayyül etmemiştim. İki taraftan aydınlatılınca duvardaki yansımalarının da katkısı oldu. Tek başına belki çıplak durabilecekken dolu ve kuvvetli oldu.

Neredeyse hepsinde bir optik oyun var. Bu malzemenin getirdiği bir şey mi?

Tabii 9 cm’de ışık kırılıyor, yansıyor. Bu da işe ilave detaylar getiriyor. Işık bir anda mobilyanın üstünde farkına varmadığınız bir eleman oluveriyor. Mesela abajurları da ortada bir yerde yaksak daha çıplak bir ifadesi olurdu; ama duvara dayanınca zenginleşti. Paravanda da ışığı arkadan verelim ki yerdeki yelpaze gölgeleri görelim dedik. Işıkla hepsi başka ifade kazandı.

Her heykel belirli bir mobilya arketipini çağrıştırıyor. Sizce bu çağrışım süreci nasıl işliyor? Acaba antropometrik kararlar mı etkili? Nesnelerin yükseklik, derinlik ve genişliklerinin uzuvlarımızla nasıl ilişkilendiği onlara dair niyet ve eylemlerimizi doğrudan belirliyor olabilir mi?

Hepsi kendi arketip öznelerini refere ediyor. Aynı dili konuşan orijinal haline, ham haline bir şey söylüyor. Bunu engelleyemezsiniz. Bu her konuda var.

Tayfun Mumcu, Süperpoze sergi görüntüsü

Aynalayan nesneyi arketip özne üzerinden hesaplı bir şekilde mi kurdunuz? “Ben sandalye arketipini bozacağım,” dediğiniz analitik bir deformasyon mu iş başındaydı?

Hayır, ben bitmiş esere konsantre oldum. Yoksa bir mobilya arketipini çeşitli araçlarla distort eden bilgisayar programları da var.

Heykellerinizi seyirlik tefekkür nesneleri olarak mı tanımlamalıyız? Yoksa çeşitli kullanımlara, etkileşimlere açık mı?

Bence buna tamamen açık. Gündelik hayata dâhil olma potansiyeline sahip. Birincil amacı heykel olmak değil. Zaten geldiğim disiplin de iç mimari. Nesnelerin birbiriyle olan ilişkisi, proporsiyonları, ortak dili bir atmosfer yaratıyor. Bu eserler de kesinlikle iletişime açık. Hatta kendi yaptığım bir iç mimari projede kullanmayı önerebilirim. Sergi kurulum sürecinde “Acaba bunları bir platform inşa edip onun üzerinde mi sergilesek?” diye sorguladık. Tankut ve Doğa’nın önerisi doğal hallerinde bırakmak oldu. “Bu bir sehpa ama heykele benziyor,” ya da “Bu bir heykel ama sehpaya benziyor,” hissiyatını bozmayalım diye düşündük. İzleyene bıraktık ki o kafasında istediği gibi yerleştirsin.

Sanatla tasarım arasındaki sınır günümüzde ne durumda? Giderek belirsizleşiyor mu? Belirsizleşmeli mi?

“Birbirinden kesinlikle ayrılmalı,” gibi bir görüşüm yok. Sanatçılar tasarım yapabilirler ve tasarımcılar da sanat yapabilirler. Yapsınlar. Sonunda karar verecek olan sanat tarihçileri vardır; sanat eleştirmenleri vardır. O günkü şartlarda nereye oturması gerektiğini söylerler. Aktör olarak bir de galeriler var tabii. Galeri bir yetenek avcısı gibi davranabilir. Işık gördüğü bir kişiyle -bu kişi her zaman sanatçı olmayabiliyor- çalışmak isteyebilir. Benim profesyonel anlamda bir sanat geçmişim olmasa da Doğa ve Tankut’tan hep “Bizle bir sergi düşün,” önerisini duydum. Arkadaşlığımız boyunca benden böyle bir sürpriz beklediler. Bu şu an gerçekleşti. Onlar da “Evet, biz bunu bekliyorduk senden,” dediler. Yaptığımız şeyden hepimiz memnunuz. Onların öngörüsü ve motivasyonu çok cesaretlendirdi. Asıl soruya dönersem, bana tasarım ve sanat bir cümlenin içinde fazla geliyor. Bir sanat ürünü ya da bir sanat fikri içinde düşünmeyi, yaratmayı, söylemeyi, hareketi barındırır. Tasarım gerçekleştirmek üzerine; dokunmak, görmek, somutlaştırmak üzerine. Yaptığınız, ürettiğiniz her şey sanat eseri olmak zorunda değil. Bu da uzunca bir çizgi: Bir başında belki sanat eseri, sonunda da belki tasarım ürünü var. Her şeyi sanat eseri tanımına sokmaya uğraştıkça kavramlar karışıyor, birbirine geçiyor. Anlatmakta zorlanıyoruz. Aslında bu çizgi tüm ülkelerin kendi pazarlarındaki ana konu. Bu gelişime büyük resim içinde bakmalı. Dolayısıyla bu sanat tarihçilerinin, sanat eleştirmenlerinin işi olmalı. Bence üreten insanın da buna çok takılmaması lazım.

Tayfun Mumcu, Süperpoze sergi görüntüsü

Üretim sürecinizde ne derece özerktiniz?

Tankut ve Doğa eserleri bitince gördüler. Sergi açılışından bir hafta önce galeriye yerleştirdik. Süreç boyunca eserlerin sadece sözlü anlatımını duydular. Birkaç eskiz görebildiler. Tabii bu durum bana çok güvenmelerinden kaynaklanıyor. Onlara çok teşekkür ediyorum. Vizyonlarını takdir ediyorum. Anlıyorum ki galerinin bildiği değil de hissettiği şey çok daha önemli oluyor. Bazen bir eser gelir, sizi hiç şaşırtmaz, sizde hiç ilgi uyandırmaz ama “Satılsın yeter,” diye düşünürsünüz. Bu serginin onları etkilediğini görebiliyorum. Çok hoşlarına gitti. Tabii bu bana daha fazla keyif veriyor.

Nasıl yorumlar aldınız? Müşterilerinizden bu sergiyi heyecanla bekleyenler olduğunu tahmin ediyorum. Yeni karşılaşmalar da yaşadınız mı?

Sağ olsunlar, müşterilerimin katılımı çok yüksekti; fakat yeni karşılaşmalar da yaşadım. Açılışta galerinin tanınmış sanatçılarıyla tanışma fırsatım oldu. Hepsinden çok güzel şeyler duydum. Burada böyle bir çalışma beklemediklerini, son derece etkilendiklerini söylediler. Benim bildiğim ve galerinin de söylediği kadarıyla Türkiye’de ilk defa yapılan bir şey. Mobilya başlığı altında bu dilde bir sergi hiç yapılmadı. Bunu gerçekleştirmiş olmak da ayrıca tatmin edici. Yurtdışında pazarı geniş; ama bizde oluşmadı, oluşamadı. Bu yüzden bir farkındalık yaratmak, yeni bir çıta oluşturmak önemli.

Kürk modernist estetiğin hijyen, sadelik, rasyonellik idealleriyle çelişen bir malzeme. İnsanın hayvani tarafını, tenselliğini vurguluyor. Bu yüzden Adolf Loos gibi dekorasyonu suç ilan edecek kadar katı bir modernistin evinde kürkle kaplı bir yatak odası olması mimarlık tarihi açısından da tartışmaya değer bir konu. Kürkün beyaz, steril, pürüzsüz ve terbiyeli yüzeylerle birlikteliği kuşkusuz ki yaygın değil. Siz kürkte (yapay) nasıl karar kıldınız? Bir zıtlık oluşturmak istediniz mi? Aklıma Gio Ponti’nin ünlü bir koleksiyoncu için tasarladığı bir ev geliyor. İç mekânları Nanda Vigo imzalı bu ev boydan boya beyaz seramik kaplı olmasına karşın kürkle kaplı, kunt bir spiral merdivene sahip.

Yapay kürk kullanmak en son aldığım malzeme kararıydı. Eşyaların soğukluğunu göz önünde bulundurunca ortaya çıktı.

Dengelemek amacıyla mı çıktı?

Tam dengelemiyor aslında. Baktığınızda yapay kutup ayısı postu: O coğrafyanın hissini veriyor. Bir yandan da evet; öyle bir denge gerekli gibi geldi. Başka renk bir malzeme istemedim. Tekstil istemedim. Dokuma olmasın, organik gözüksün istedim. Daha önce mobilya üstünde kullanmadığım bir malzeme olması da beni tetiklemiş olmalı.

Tayfun Mumcu, Süperpoze sergi görüntüsü

Sanatsal üretiminiz nasıl ilerleyecek? Planlarınız neler? Denemek istediğiniz başka medyumlar var mı? Mesela mobilyalara video gibi başka medyalar entegre etmeyi düşünür müsünüz?

Tankut ve Doğa ile başladı bu süreç. Dediğim gibi, onlara müteşekkirim. Aslında bundan sonrası için birkaç fikir var. En kısa zamanda bir şey daha yapmamız gerektiğini hissediyorum. Yapacağız diye düşünüyorum. Galeri mekânında mı olur onu bilmiyorum. Başka mekân arayışımız da var. Mekânla bağlantılı bir iş, bir yerleştirme, düzenleme, giydirme olabilir. Video hiç bilmediğim bir şey. İzlemeyi severim tabii ama tekniğini bilmiyorum ve öğrenmekle de ilgilenmedim. Herhalde video hiçbir zaman olmaz. En fazla fotoğraf olabilir. Kolaj kesinlikle olabilir. Bildiğim atölye ortamında çoklu çalışarak üretmek isterim, çünkü ona alışığım. Atölyede tek başıma çalışamam diye düşünüyorum. Ben bu eserlerin imalatını İstanbul’da dört farklı atölyede takip ettim. Muhtemelen yine ekipli bir iş yaparım.

bottom of page