14 Kasım 2021’de sonsuzluğa yolcu ettiğimiz çok yönlü düşünür, sanatçı, edebiyatçı ve gazeteci Etel Adnan’ı anlama ve tanımaya, her yapıtıyla, tümce ve dizesiyle, seramik, halı, Super 8 film imgeleri ve sezgileriyle adeta henüz başlıyoruz. Bu vesileyle, onun Türkiye ve dünya kültür ajandasındaki kalıcı izlerini taradık. Adnan’ın Guggenheim sergisi ise, 10 Ocak’a dek New York’ta devam ediyor
Yazı: Evrim Altuğ
Etel Adnan Paris’te atölyesinde, 2018, Fotoğraf: James Mollison, Galerie Lelong & Co. izniyle
Etelektüel. 14 Kasım 2021’de, 96 yaşında Fransa’nın başkenti Paris’te yaşamın sonuna gelen, sonsuzluğu da bu sebepten, bıraktıkları denli çeşitlilikle hak ederek, sevgili misali kucaklayan Lübnan-Amerikan asıllı Etel Adnan’ın ardından bende kalan incinin misalen kabuğu bu.
Bir kültür ve sanat gazetecisi, ressam, şair; bir felsefe, tarih ve sosyoloji pınarı olarak Adnan, bilgi, bilinç ve sevginin şefkatli bir dobralıkla harmanladığı bir Akdeniz incisi.
Onu anmak üzere, günlerdir kendisine lâyık bulmaya çalıştığım başlık, tabir bu: Etelektüel. Henüz başlamış kişisel sonsuzluğunun gıpta ettiren gıyabında, acele etmek, ne derece bencilce ise, ikram ettiği ne eksik ne fazla kelimeleri de o bonkör mekân-renkleri de, uçuşkan zamanı tek fırçada kalmaya ikna ettiği ve baktığını göründüğünden hür kılan imgeleri de Adnan’a veda etmek uğruna göze almak o denli zor. Çünkü Adnan’ın sanatı, bir ayna etkisi ve boşluğu taşıyor. Dünyaya onun tersinden bakmak daha sonsuz, pervasız görünüyor.
6 Nisan-8 Ağustos 2021 tarihleri arasında, Serhan Ada ve sanatçı, Adnan’ın yaşam yoldaşı Simone Fattal küratörlüğünde Pera Müzesi’nde İmkânsız Eve Dönüş (1) yoluna koyulan bir kültür ve sanat ikonu, bahsettiğimiz. Ya da Metis Kitap etiketli, operaya bile sıçratılan Arap Kıyameti destanıyla, Everest Yayınları’nın, yine Ada öncülüğüyle ve taptaze çevirileriyle genç kalemler nezdinde harmanladığı kitaplarıyla tırmandığımız bir anlam sediri, tıpkı anmadan duramadığı anavatanı Lübnan’ın bayrağında olduğu gibi.
Institut Français d’Istanbul ve Galerie Lelong&Co. imzasını da arkasına alan sergisi özelinde baktığımızda, kimden söz etmeye gayret ettiğimiz daha iyi anlaşılabiliyor sanki. 10 Ocak 2022’ye dek açık kalacak (2) Light’s New Measure alt başlıklı sergisiyle New York Guggenheim’da da anılan sanatçının, yağlıboya, desen, akordeon defter, leporello, baskı resim, seramik, halı ve film gibi farklı alanlarda ortaya koyduğu üretkenlik ve yaratıcılığı içeren retrospektif nitelikli İstanbul sergisi, LAM -Lille Métropole Musée d'art moderne, d'art contemporain et d'art brut ile Sursock Müzesi gibi kurumların birikimini de ilk kez Türkiye’ye taşımışlığıyla kıymetini teyit ediyor.
Etel Adnan, Beyrut, 1975, Leporello üzerine kara kalem, 17,2 x 11.8 cm, LaM, Lille Métropole musée d'art moderne d'art contemporain et d'art brut, Villeneuve d’Ascq, no. 2018.3.3, Fotoğraf: Nicolas Dewitte I LaM, Galerie Lelong & Co. izniyle
Elbette bu tür girişimlerin arkalarında bıraktıkları görsel ve yazılı kayıtların da kıymeti, kendini böyle anlarda gösteriyor. Editörlüğü yine Ada’ya ait, arşivsel kıymetteki sergi kitabında Ada ile Simone Fattal, Hans Ulrich Obrist, Jean Frémon, Jalal Toufic ve Theodoros Terzopoulos’un kelimeleri, bir araya taşınıyor.
Yunan bir anne, Suriyeli bir babanın kızı olarak Beyrut’ta dünyaya gelen Etel, Pera’ya misafir değil, ev sahibi olarak geldiğini, şöyle kayda taşıyor, bu mühim girişim ve yayının önsözünde, Aralık 2020’de, Paris’te dünyalara yolculuk ettiği o küçük, ahşap çalışma espasından bize seslenirken (2):
“Türkiye hep günlük hayatımın arka planında idi. Çocukken Türkçe ve Fransızca konuşuyordum, daha sonra okulum nedeniyle Fransızca baskın çıktı. Fakat ne zaman Şam’daki ailemi ziyarete gitsem, babamla konuşmalarımda, Türkçe hep geri geliyordu. Kendimizi çoğu zaman bir Osmanlı ailesi olarak görürdük; zira, babam Harbiye’den kurmay subay olarak mezun olmuştu ve Mustafa Kemal’in sınıf arkadaşıydı. Babamı bir tek, Atatürk öldüğünde ağlarken görmüştüm. Birinci Cihan Harbi’nden kısa zaman önce babam, İzmir garnizon kumandanı olarak atanmıştı. Doğma büyüme İzmirli genç bir Rum olan annemle orada tanışmış ve evlenmişti. Babam Müslüman, annemse Hıristiyan olduğundan, bu sıra dışı bir evlilikti. Babamın doğduğu şehir olan Şam’da ilk karısı ve üç çocuğu yaşıyordu…”
Adnan’ın yapıtlarının ışığı, Akdeniz’in değişken ruhlu delişmen güneşinden besleniyor. Ada da Jalal Toufic sayesinde kehanet etkili, 1975 tarihli Arap Kıyameti ile keşfettiği sanatçının işleriyle, ilk defa 1992’de, Beyrut’taki Karantina isimli metruk, harap organize sanayi bölgesinde tesadüf eseri keşfettiği sergiyle daha bir yakınlaşıyor.
Etel Adnan, Dağlar, yak. 1980, Kâğıt üzerine sulu boya, 28 x 34,5 cm, © Etel Adnan, Galerie Lelong & Co. Paris izniyle
Pera Müzesi’ndeki sergisi ile pek çok izleyiciyle ilk defa benim de izleme, deneyimleme talihinde olduğum eserleriyle Adnan, annesi Rose Lily Lecorte ve babası, Çanakkale gazisi Kurmay Albay Asaf Kadri Bey’den yazgısal nedenlerle devraldığı dünya çapındaki “seyyar yurttaşlığı”, gerek harfleri gerekse renk ve biçimleriyle, edebiyattan gazeteciliğe, felsefeden eleştiriye pek çok yüzeyde okunur ve görünür kılmak için, sürekli emek sarf etti. Bunu da bir gazeteci hızı, bağımsızlığı ve merakıyla, ama sürekli ABD’deki penceresinden odaklandığı Tamalpais Dağı’nın verdiği bireysellik nezdiyle sundu. Amerika, Fransa ve Lübnan, Adnan’ın tecrübe ettiği bu dinamik, sınır ötesi yurdun en etkin coğrafyaları olarak belirdi. Bu kıtalar üstü sorumluluk, onu analitik, koşulsuz hümanist bir varoluşa sürüklediği içindir ki gerek plastik sanatlar gerekse edebiyat, basın ve felsefe alanındaki tavizsiz, hür üretkenliği, bitmek bilmez bir mukayeseci eleştirellikle perçinlendi.
Etel Adnan, Morning, 2019, Seramik, 160 x 200 cm, Galerie Lelong & Co. Paris izniyle
Tıpkı Ada’nın tahlil ettiği gibi, “...Adnan dilini, dillerini kendi seçti. Şiirle ve felsefeyle bağlandığı Fransızca’yı dili olarak benimsedi. İlk yazılarını, şiirlerini o dille yazdı. Madem bir dili yoktu, dilleri çoktu, yazdığı dilin içinde yaşayacaktı. Ta ki Cezayir Savaşı’nda, benimsediği dilin, sömürgecinin, ezenin, haksız galibin dili olduğunu görene kadar...Hiç kimsenin toprağı olmayan, dillerin ülkesi, Amerika Birleşik Devletleri’ne gitmeyi böylece seçti.” (3)
35’inde ABD’ye giden ve ilk sergisini burada açan, “Artık Fransızca yazmama gerek yoktu, Arapça resim yapacaktım,” diyen Adnan, halı dokuma atölyelerinden felsefe kürsülerine, onuruna kitapla uğurladığı, Maine’de ağırladığı dostu, tanınmış yazar Marguerite Yourcenar’dan, kendisine Japon yelpaze-defterleri keşfettiren gazi Rick Barton’a pek çok gönül ve eylem bağıyla, kopmaz bir tutarlıkla bir araya geldi. Küçüklüğümüzün emsal televizyon içeriği San Francisco Sokakları’nda gezinen Paris sokak parfümlü 68 ruhuyla fokurdayan Kaliforniya’nın isyan, siyaset ve yaratı evreninde, varoluş alfabesinin görsel ve işitsel köklerini, tohumlarını sabırla, şefkatle, ayıkladı. Çünkü kendi sözleriyle, “öldüğünde, evren en iyi dostunu, onu tutkuyla seven birini kaybedecek”ti. (3)
Etel Adnan: Light’s New Measure sergisi yerleştirme görüntüsü, Solomon R. Guggenheim Museum, New York, Fotoğraf: David Heald © Solomon R. Guggenheim Foundation, 2021
Zaten Adnan’ın imgelerinde, annesinin Meryem Ana ikonaları ile kurduğu o şifacı irtibat da hep mevcut idi; hayat yoldaşı Fattal’a göre. İzleyiciye etkin, koruyucu bir enerji trafiği aksettiren tükenmez bir sorgu ve analiz vesilesiydi, birer tılsım gibi. Adnan’ın deneyimlediği neredeyse, metafizik bir fotosenteze bile benzetilebilirdi, tıpkı ABD, Marin County’deki evinin penceresinden alıp başını gittiği, post-empresyonist öncü Cézanne’ın (ve dahi Adnan’ın da defaten) resmettiği Saint-Victoirevari o Tamalpais tepesi gibi.
Dünya sanat camiasının bilhassa 2012 tarihli Documenta 13 ile hak ettiği seviyede alkışladığı, yapıtları British Museum’dan Centre Pompidou’ya, Tate Modern’den Whitney Amerikan Sanatları Müzesi’ne birçok envanterde yer bulan biri, Etel Adnan, bahsetmeye gayret ettiğimiz: Ne dizeleri ne metinleri ne de renk ve jestleriyle gözünü, sesini, sözünü sakınmamış bir dünya aydını.
“Nihayetinde gerçek evimiz, hayatımızdır,” diyen, küçük, sarı kâğıtlara Obrist’in dijital çağrısı üzerine bıraktığı mıknatıslı ifadelerde, “kimliğiniz mahpushanenizdir,” yazıp, altını Etel diye imzalayan, buna karşın, mimarinin hayatımızdaki böylesi varlığını inkâr bir yana, dostu, küratör, eleştirmen ve yazar Hans-Ulrich ile yine Eylül 2011’deki bir sohbetinde, “İnsan hiç müzik dinlemeden veya hiç şiir okumadan yaşayabilir, ama her zaman mimarinin içindedir,” de diyen, bu uğurda da milimetrik kâğıda hayalindeki evin planını çizip, bırakabilmiş bir aydın. Aydın, çünkü Tuzlu Su kavramsal çerçeveli, küratörlüğü Carolyn Christov-Bakargiev’e ait 2015 İstanbul Bienali’ne davet edildiğinde, Pera Müzesi sergisinin yayınında da şerefine tekrar ve hak ettiğince kalıcılaştırılmış, Osmanlı İmparatorluğu’nun Sonu Hakkında, otobiyografik bir leporello ortaya koydu ve bu yapıt, bienalde bir yardımcı nezaretinde teşhir edilse de bunun yanına bu çalışmadaki metinlerin Türkçe ve İngilizcesi, plastik bir poşetle bırakıldı. Duvara da asılmak istense de bu yapılmadı. Pera Müzesi yayınında kaleme aldığı metinde Jean Frémon, Adnan’ın yazdığı bu tanıklığın, kişisel anılardan ve öykülerden hareketle, Türk ailelerin Ermeni ailelerle ilişkisini anlattığını vurguluyordu ve altını çiziyordu: “Ama bu, hâlâ Türk yetkililerin ciddiyetle üzerinde durduğu çok nazik bir konudur.” (3) Nitekim Pera Müzesi’nde 6 Nisan 2021’de İmkânsız Eve Dönüş yolculuğuna çıkan Etel Adnan’ın bu tanıklığının akabinde, 25 Nisan 2021’de, koltuğu Cumhuriyetçi iş insanı Trump’tan devralan Demokrat partili ABD Başkanı Joe Biden, 1915’te yaşananları resmen “soykırım” ifadesiyle tanımladı. Türkiye sert tepki gösterdi. (4)
Etel Adnan, Tamalpaïs Dağı Üzerinde Güneş, 2016, Gravür, 19 Edisyon, 57 x 62 cm, © Etel Adnan, Galerie Lelong & Co. Paris izniyle
Pera Müzesi’nde izlediğimiz miras değerindeki sergiye tekrar odaklanınca, etkinlik, dönemin delişmen modernlik sadakatinin boya ve fırça tazeliğindeki ibret vericiliğini kapsayıcı niteliğiyle de kayıtlara geçti. 1960’ların Kaliforniyası’na olanca kişiselliği, yalınkat hakikat derdiyle yaklaşan Adnan’ı tanımak, görmek bu sayede mümkün olabildi.
Yalnız, yine İstanbul kültür ajandasının yerinde refleksinin hakkını vermek durumunda olursak, sanatçının, Arap Kıyameti’ne adanmış özel bir sergi projesi daha, tam da bu süreçte yine Beyoğlu Asmalımescit’teki Martch Art Project’te Eylül-Ekim aylarında, 11 Lübnanlı imza ile küratör Karina el-Halou öncülüğünde sunuldu. Sarı Bir Güneş Siyah Bir Güneş isimli sergiye Adnan başta gelmek üzere, farklı disiplinlerden işleriyle, Vartan Avakian, Nadim Asfar, Gregory Buchakjian, Simone Fattal, Sirine Fattouh, Danielle Genadry, Lamia Joreige, Mireille Kassar, Stéphanie Saadé, Roy Samaha katıldı. (5)
Karina el-Halou küratörlüğündeki Sarı Bir Güneş Siyah Bir Güneş sergisinden yerleştirme görüntüsü, Martch Art Project, 2021, Soldan sağa sanatçılar: Etel Adnan, Sirine Fattouh, Simone Fattal, Vartan Avakian, Fotoğraf: Kayhan Kaygusuz
Galerie Lelong&Co. için yazdığı bir metinde “Renk tüpten çıktığında onu karıştırmak istemiyorum, rengin neşesinde anında bir güzellik var,” (3) diyen Etel, Pera Müzesi’ne Zeytin Ağaçları’yla dönmüştü. Obrist’in saptamasıyla Paris’teki naif çalışma masasının düz sathı üzerinden keşfe, tespite kalkıştığı Dünyanın Ağırlığı’nı, güneşin türlü kostümleriyle, Ayın Ağırlığı’nı da aynı büyüyle önümüze koymuştu. Zaten ne (6) diyordu? “Denizi yalnızca yüzmenin zevki için değil, kendisi için de seviyordum. Renkleri ve hareketleri beni büyülüyordu. Bir gün, onun hakkında bir şiir yazmaya başladım. Le Livre de la Mer adını verdiğim uzun bir şiire dönüştü. Deniz, güneş ve aralarındaki kozmik evlilik üzerineydi şiir. İlgimi çeken tek evlilik.” Bu halet-i ruhiye ile, Gezegenler’ine, Uydular’ına, Takımyıldızlar’ına, Çiçekler’ine bu kadar sadık, eline, gözüne her geçeni şefkat ve tutumlulukla geleceğe bırakabilmenin demini tutturabilmiş bir varlık daha var mıydı?
Solda: Etel Adnan, Ayın Ağırlığı 15, 2018, Tuval üzerine yağlı boya, 33 x 24 cm, © Etel Adnan | Özel koleksiyon, Galerie Lelong & Co. Paris izniyle
Sağda: Etel Adnan, Dünyanın Ağırlığı 33, 2017, Tuval üzerine yağlı boya, 33 x 24 cm, © Etel Adnan | Özel koleksiyon, Galerie Lelong & Co. Paris izniyle
Leporello’larında Akdeniz ıhlamur kokularını, şilep baca dumanlarını ve kır esintilerini harmanlayan bir görsellik çiftçisi gibi yaşadı, Etel Adnan. Bununla da kalmayarak ürettiği nice kitabı, tarihin resmîlikten gayrı resmî ve fakat tam da bu sebeple ne denli samimi, sahici olabileceğinin birer nüshasına büründü. Everest Yayınları’nın Haziran 2021’de Ada öncülüğünde derlediği, farklı çevirileriyle Adnan’a daha da zenginlik katan çevirmenlerin destek verdiği dile kolay sekiz kitabı tek ciltte buluştu ve bu anlamda çok değerli bir duygusal, düşünsel mahsul gibi, kendisini çok daha iyi anlayıp, tanıyabilmemiz uğruna önümüze kondu.
Sözgelimi, “İlk yaratıcı eserlerimin, günah çıkarma sırasında uydurulmuş hayali günahlar olduğunu söyleyebilirim,” diyen (6) Adnan, eserlerinin yaşamına ne düzeyde yaklaşık olduğuna dair şu (6) ifadeleri kullanıyordu: “Bir insanın hayatı ile yapıtı arasında diyalektik bir ilişki vardır. İlki diğerine tesir eder ama yapıt da karşılığında hayata etki eder. Bu durum çift taraflıdır, hayat diye adlandırdığımız ile yaradılış diye adlandırdığımız esrarengiz süreç hem birbirine bağlıdır hem değildir, birbiriyle kesişir ve birbirlerinden beslenir.”
Etel Adnan, İsimsiz, 2015, Tuval üzerine yağlı boya, 38 x 46 cm, © Etel Adnan | Özel koleksiyon, Galerie Lelong & Co. Paris izniyle
Çok kültürlülük, Adnan’ın yazgısıydı, geleneği ve geleceğiydi de. O yüzden gelin, baştan bu yana aktarmaya çalıştığımızı bir de kendisinin ömrünün aynasıyla, kaleminin yankısında görelim:
“Annemle babam, birçok kez köklerini terk etmek zorunda kaldıklarından evde; babamın Arapça Kur’an’ı, annemin Yunanca İncilleri, babamın İstanbul’da Harp Okulu’na gittiği dönemden kalma Türkçe-Almanca bir sözlük, Kleopatra ve Mısır çölünün Tanrıları üzerine birkaç Yunanca roman ve aşk hikâyeleri vardı. Annem hayatının belirli bir döneminde bu hikâyeleri bizimle kısa bir süreliğine yaşamaya gelen yeğenine yüksek sesle okumuştu.”
Etel Adnan ve yapıtlarını geleceğe yaraşır bir dobralıkla deneyimlemek uğruna, yine kendisinin ifadelerine sığınalım, derim. Şunu (6) diyor: “Descartes’ın ünlü felsefe formülüne (‘Düşünüyorum, öyleyse varım,) bir karşılık olarak Arap’ı tanımlayan varoluş formülü şöyle olabilir: “Yokum, öyleyse benim.” Sürgün, bu marjinalelleşmenin ve tamiri mümkün olmayan kaybın bilincidir.” Dayanamayıp, şu sözlerini yine bir ödev ve miras misali sizinle paylaşmak (6) durumundayım:
“...Ekolojik bir felaket yaşıyoruz. ‘Doğa’yı katlediyoruz. Sonsuz ve bakir bir doğa hayal etmek artık neredeyse imkânsız ve bu yaşadığımız dünyada yer kalmadığından, hayal gücümüz bir kâinat fikrine, kozmosa yöneliyor. Şehir/doğa karşıtlığı, erkek/kadın karşıtlığına benziyordu. Bu zıtlık kaybolmaya başlıyor. Düşüncenin kozmosa, insanlığın androjenliğe yöneldiği bir birlik kavramına doğru, belki de memnuniyetsizlik içinde, yeniden ilerliyoruz.
Mekân olgusu, doğa fikrinin; insan-kişi olgusu ise eril/dişil eşleşmesinin yerini alıyor.
Nereye gidiyoruz?
Ormanlar kavramlarla aynı anda yok oluyor. Gılgamış Destanı’nda Gılgamış, Lübnan’daki sedir ormanının ruhani koruyucusunu öldürür. İştar, öfkesine hâkim olamaz ve bunun sonucunda ölümsüzlüğünü yitiren Gılgamış hayatını kaybeder.
Ormanlarımız ve mitlerimizi kaybetmekle neyi kaybedeceğiz? Dişil olanın miti ölüyor. Dişil kimliğimizi yitirecek miyiz; kadınlığa dair imgemizin yerini ucube görünümlü bir şey mi alacak?
Yoksa özgürlüğe, başka bir ifadeyle bir yenilenmeye doğru mu gidiyoruz?”
Sonsuzluğa gönüllü sürgün bir Etelektüel, Sorbonne’da başlayan felsefe eğitimini hayattan yana saf tutarak ileride yarıda bırakmış bir zihin; Adnan’ı anlama ve tanımaya her yapıtıyla, tümce ve dizesiyle, seramik, halı, Super 8 film imgeleri ve sezgileriyle henüz başlıyoruz. Bunun için gereken tüm duyulara, akıl ve yüreğe sahip olmamız, yani onun içinden taşırdığı insanca var olabilmemiz, yeterli.
Comments