Sevim Sancaktar küratörlüğünde hazırlanan Maharetli Şeyler sergisi Millî Reasürans Sanat Galerisi’nde 3 Aralık’a kadar devam ediyor. Sergideki işler üzerinden “nesne”nin zengin doğasına ve yeni yaklaşma biçimlerine bakıyoruz
Yazı: Hüseyin Gökçe
Maharetli Şeyler sergisinden yerleştirme görüntüsü
Evimin karşısındaki paslı elektrik direğinin yanına daha uzun yeni bir direk dikildi. “Eski” olandaki kablolar kesildi. İşlevsiz hale getirildi. Artık elektrik iletimi yeni direk üzerinden sağlanıyor. Uzun bir süredir ıskartaya ayrılmış ama bir türlü yerinden sökülmemiş olan ile diğeri -hangisinin uyumsuz olduğu konusunda ciddi tereddütlerim olmasına rağmen- büyük bir uyumsuzluk içerisinde kardeşçe yaşayıp gidiyorlar. İki uyumsuzun yan yan duruşu gibi bir halleri var. Bazen nasıl oldu da hâlâ söküp götürmediler diye kendime sorduğum oluyor. Sonra umarım hiç kimselerin aklına gelip de bir yerlere şikâyet edip onu götürmezler diye bir dilekte bulunuyorum. Onun kullanım amacından koparılmış olması bende farklı elektriklenmeler yaratıyor. Bu yeni hali farklı bir bakış sağlıyor. Uzamla ve diğerleriyle başka türlü bir ilişki kuruyor. Şöyle bir gerçek de var: Bir şey işlevini yerine getirmeyip ıskartaya çıkınca bir an önce ondan kurtulmanın yollarını arıyoruz. Paslı direkten henüz ondan kurtulmasak da, aramızdan ayrıldığında onun aydınlattığı geceler hiç olmamış, o gecelerde ve sokaktan hiç geçmemişiz yani hafızada, yaşamda ve uzamda yarattığı etkiler hiç olmamış gibi bir davranış sergileyeceğiz. Oysa önemli bir faildir. Geceyi ve gündüzü farklı tarzda büyüttüğü çok zamanlar oldu. Nesnelerin işlevi üzerinden bir okuma yaparsak, elektriğin ve buna bağlı olarak sokak lambalarının ortaya çıkmasıyla gecenin keşfedilmesi ve böylece kent kültüründe yaşanan değişimlerin bilgisine varabiliriz.
Maharetli Şeyler sergisinden yerleştirme görüntüsü
Sevim Sancaktar küratörlüğündeki Maharetli Şeyler’in oluşma süreci odağına aldığı maddenin yapısından farksız değil. Öncelikle yazar ve sanatçılar Metehan Özcan, Gökhan Mura, Gülşah Mursaloğlu, Emre Gönlügür ve Ezgi Bakçay metinleriyle davet edilmiş. Daha sonra bu okumalarla davet edilen sanatçıların işlerinin ve arşivsel malzemelerin bir araya gelmesinden kotarılmış bir sergi. Kimi sanatçılar birbiriyle yazışarak düşünsel ve düşsel açıdan birbirlerini besliyor. Metehan Özcan ve Gülşah Mursaloğlu’nun yazışmaları; üretim pratikleri, merak ettikleri konular, birbirlerinin eserleri hakkında ne düşündükleri ve üretim süreçleri gibi konularda oldukça detaylı bilgiler sunuyor. Bir yazışmada Metehan’ın Gülşah’a palmiye ve okaliptüs ikilisinin kentle kurdukları ilişki üzerinden tartışmak gibi ilginç bir önerisi var. Sanatçıların bir kısmı da okumalar sonucunda bağlama en uygun işlerini göstererek serginin anlam dünyasını çoğaltıyor. Birbirine ilmeklenen eserlerin, temsillerini ve maddenin işlevlerini sökmeyi deneyen bir yanları var. Kimi eserler de nesneleri işlevlerinden koparmanın sınıfsal açıdan bir değişikliğe neden olmayacağını ayrıca sınıf ayrımının temsilleri ortaya çıkaran bir yapısı olduğu ve bundan kaçmanın da pek mümkün olmadığını dile getiriyorlar.
Damla Sari, Sinetik, 2016, Değişken boyutlar, sandal küreği, sensör, kinetik motor
Maharetli Şeyler paslı elektrik direğinde olduğu gibi maddenin failliğinin her an etkilere ve etkilenmelere yol açsa da insan açısından onların etkilerinin anlaşılmamasına işaret ediyor. Bu da, nesnelerin düzenlenmiş ve yönlendirilmiş bir anlayışla yaşama sunulmasından kaynaklanıyor. “Uzağa itilmiş” nesnelerin varlığı ve buna bağlı imgeleri onlarla bir “yakınlık coşkusu” kurmayı engelliyor. Oysa şeyler arasında her zaman bir “yakınlık coşkusu” vardır. Damla Sari’nın Sinetik işinde olduğu gibi, şeyler temsillerden ve işlevinden koptuğunda bu coşkuya tanık olmamız işten bile değildir. Kinetik motor, sensör ve sandal küreğinden oluşan çalışma, galerinin bir duvarını boydan boya kapatırken maddelerin hareketinden açığa çıkan enerjiden kaynaklanan sesler başka türlü görsel ve işitsel bir ortam sağlıyor. Yine de bu sesin sandalla kürek çekerken bıraktığı bir sesi imlemesi de söz konusu.
Metahan Özcan ve Umut Altıntaş, Sesliresim, 2021, video 7’18’’
Metahan Özcan ve Umut Altıntaş iş birliğiyle oluşmuş Sesliresim adlı video çalışma sanatçıların da belirttiği gibi sesin imgeyi hareketlendirme olasılıklarını araştırmaya yönelik bir eser olmasıyla dikkat çekiyor. Proust’un madlen çöreğinin kokusundan bütün bir yaşamı olduğu gibi hatırlamaya yönelik çabasına benzer bir tarafı var. Görüntüler yoluyla oluşmuş imgelere bir yerde sesin eşlik ettiğini nedense hep göz ardı ederiz. Görmeye ve şeyleri soğurmaya alışmış zihin diğer duyuları baskılayarak tıka basa imajlarla hafızayı doldurur. Buradan hareketle seslerle hareketlenen imgeler, farklı imge üretimine katkı sağlayacağına şüphe yok.
Zeynep Kayan, video, 2022
Durağan bir şekilde bekleyen ve hayatımızda sadece üzerinde oturmak için kendi varlığını kabul ettiren sandalye Zeynep Kayan’ın iki video işinde hareketli bir nesneye dönüşüyor. Bir ipe bağlayarak çekiştirdiği sandalye bir yerden bir yere taşınırken, itilirken ve çekilirken oluşturduğu sesler cızırtılı bir şekilde işitilirken; taşıma, çekme, itme gibi eylemlerin hayata dair farklı anlamlar üretecek bir potansiyeli de var. Gülşah Mursaloğlu’nun lahananın silika jelle girdiği ilişkiden arta kalan görünümlerini yorumladığımızda şeylerin birbirini etkileme ve birbirinden etkilenme süreçlerini açığa vurduğunu söyleyebiliriz.
Önde: Sevim Sancaktar, Otur ki Hatırlasın, yerleştirme
Arkada: Mehtap Baydu, Osman, 2009-, Performans, fotoğraf, belge
Yukarıda değindiğimiz eserlerin yanında Sevim Sancaktar’ın galerinin ortasında kendine yer bulan ve müdahale edilmiş sandalyelerden oluşan Otur ki Hatırlasın işi; "yamuk bakmak" için bir uzam yaratıyor. Bu da nesnelerdeki bir değişimin dünyayı başka türlü algılama, yorumlama ve kavramada çok yönlü bir kudrete sahip olmasına yönelik vurguyu güçlendiriyor. Böylece cızırtıları bol, pürüzlü ve uyumsuz bir sergiyle karşı karşıya olduğumuzu vurgulayalım.
Maharetli Şeyler’de olasılıkların artmasının nesneye yaklaşma biçimini değiştirebileceğine şu argümanlar üretilerek yanıt arandığı ileri sürülebilir: Nesneleri yerli yerinde tutamayız. Onlara yerler ve işlevler atayıp duramayız. Onlara, işlevlerinin bir amaca hizmet etmesinden başka bir önemleri yokmuş gibi davranamayız. Ki onların buna izin vermeyecek bir yapısı var. Bizimle karşılaşan veya buluşan nesnelerin ne türden hallerin yaratımına yol açacağını bilemeyiz. Bir tesadüf anının yaratacağı uyumsuzluğu kestiremeyiz. Puslu bir havayı dağıtmasını ya da neşenin doruğa çıktığı bir günde birden durgunlaşmamızın nedenini tahmin edemeyiz. Yaşamı beraber örgütlediğimizden bir haber, onlarla beraber yaşayıp gitmemizin de bunda payı var. Bu örgütlülükten bir haber olmamız ise onlarla olan ilişkimizin bir hiyerarşi içerisinde gerçekleşmesinden kaynaklanıyor. Onların “yaşamın içine nasıl sızdığını” bilmeden…
Şu hataya da düşemeyiz: Onları yüceltemeyiz. Bu anlamda daha yatay bir ilişki icat etmenin yollarını aramamız gerekiyor. Bu da insan merkezci bir yaklaşımla çok zor görünüyor. Sorunun kaynağı bu merkez olduğu için bu problemi madde ile birlikte hareket ederek aşabiliriz. Maddenin failliği onlarla olan ontolojik, etik, epistemolojik ve politik bir ilişkiselliğin oluşmasına katkı sağlayacak bir güç olarak duruyor. Nesnelerin farklı tarzda iletişim ve etkileşim kurmasıyla insan merkezli yükten kurtulmak o kadar da kolay olmasa gerek.
Emre Gönlügür, Kapıcı çağrı panosu
Bu argümanları desteklemek için yukarıda andığım işleri tekrar örnek gösterebileceğim gibi Emre Gönlügür’ün kapıcı çağrı panosu işini, bu eserden yola çıkılarak yazılmış metinden hareketle davet edilen Gülsün Karamustafa’nın Kapıcı Dairesi eserini ve Gökhan Mura’nın kumbaradan küçüksaate çalışmasını yardıma çağırabilirim. Yukarıda yer verdiğim kimi argümanların sosyo – ekonomik, sınıfsal ve kültürel açıdan nasıl ters yüz edilebileceğini gösterebilirim. Nesneleri işlevinden koparmaya çalıştığımızda sınıfsal ve sosyo – ekonomik açıdan nelerin değişebileceği konusunda tereddütlerim var. Emre Gönlügür’ün çocukluğunda dedesi ve anneannesinin kapıcı dairesindeki evlerinde tanık oldukları sanatçının kendi kişisel tarihinde önemli bir iz olmasının yanında toplumsal yaşantımızda ve hafızamızda da bir yer ediniyor. Onların “kapıcı” olarak adlandırılmaları, apartmanın en alt katında belki de odunluktan bozma ve kalorifer boruların geçtiği bir yerde ikamet etmeye çalışmaları, apartman sakinlerinin hiyerarşik bir ilişki içinde bir zille kapıcı çağrı panosuna basmaları sınıfsal ayrımı açık ediyor.
Gülsün Karamustafa, Kapıcı Dairesi, 1976, Kağıt üzerine karışık teknik, 30x40cm
Bu anlamda Gülsün Karamustafa’nın Kapıcı Dairesi eseri Emre Gönlügür’ün işiyle bir diyaloğa giriyor. Resimde sosyo – ekonomik koşulların ev içi eşyalardan kadının ve çocukların giyim ve kuşamına yansımasına kadar birçok göstergeye şahit oluyoruz. Koşulların önemli bir ölçüde hayatları kurma ve onu temsil etmede bir etkiye sahip olduğunu bir kez daha anlıyoruz. Temsilden kaçmaya çalışırken gerçekliğin ağır hükmü altında kalakalıyoruz. Bu anlamda, nesnelerin “politik failliği ve hafızasıyla” insanın politik failliği bu ayrımı aşabilecek bir kuvvet oluşturabilir.
Gökhan Mura’nın Kumbaradan küçüksaate adlı işi yine toplumsal tarihimizde yer etmiş bir nesne olan kumbaradan yola çıkıyor. Seri üretimle üretilmiş nesnelerin eşsiz nesnelerden daha çok toplumsal hafızada yer ettiğini önemseyen Mura, İş Bankası’nın 1928 yılında milli tasarruf etme ve biriktirme güdüsünü teşvik etmek amacıyla piyasaya sürdüğü kumbaraların zamanla kullanım amacının dışında kent meydanlarında kendine yer bulmuş küçük saatlere dönüşmesinin izini sürüyor. Kumbaranın öyle ki Adana’da “Küçük Saat” adlı bir semte dönüşme gibi bir hikâyesi de var. Mura kumbarayı arşivsel bir şekilde ele alıyor. Bu arşivde yer alan materyaller sayesinde zamanla sermayenin gazetelerde ve kamusal alanda kendine yer bulmasına da tanık oluyoruz. Toplumsal hafızanın oluşmasında nesneler önemli bir yer sağlarken, dönüşen ve değişenin sermaye olduğu ve onun dönüştürüp değiştirdiği hayatlar gözden kaçmıyor.
Gökhan Mura, Gazete küpürleri, kumbaralar, kartpostallar, farklı zaman dilimlerinden, Türkiye İş Bankası Müzesi Arşivi.
Mehtap Baydu’nun performatif işi Osman, serginin katalog metninden edindiğim bilgiler vasıtasıyla sanatçının 2009 yılında beri yaşatmaya başladığı hayali bir insan. Almanya’daki göçmen işçi grubu arşiv fotoğrafları aracılığıyla oluşturulmuş kurmaca bir karakter. Bu işin uzun yıllara yayılmasında Osman’ın hayali bir karakter olarak hayatını sürdürme iddiasında olmaması. Bir ikamete sahip olmayı ve resmi olarak onaylanmayı istiyor. Her hayali şeyde olduğu gibi bunun da gerçekleşmesinin zaman alma durumu var. Onun için kendi imgesini makul ve makbul hale getirmekten başka çıkar yol kalmıyor. Almanya’da Türk erkek imgesine olabildiğince sadık kalarak arzusunu yerine getirmenin yollarını alıyor. Bir erkek gibi giyinip tavırlarını onun gibi yaparak oluşturulmuş imgeye sadık kalmanın onay almak için yeterli olabileceğinin oldukça farkında. Farklı yerlerde bu karakterle performanslar yaparak var olmayan varlığını nüfus dairesinde kayıtlara geçirebiliyor. Yani resmi olarak bir süre yaşatmış oluyor. Kurmaca bir karakterin erkek egemen klişelerle dolu bir imgeyle resmi olarak tanınıyor olması devletin makul ve makbul bir vatandaş imgesi olmasından kaynaklandığı söylenebilir. Zaten bu kategorilere girmeyenler gerçek de olsa hayalet muamelesi görüyor.
Meliha Sözeri, Yük, 2015, Paslanmaz çelik delikli tel, yerleştirme
Gökhan Mura’nın kitap için kaleme aldığı yazıdan ödünçle alınan ve sergiye ad olan Maharetli Şeyler, eli yatkınlık ve beceri gibi insana ait olduğu düşünülen bu özellikleri nesnelerde görebiliyor. Onların mahareti toplumsal yaşamda ve hafızada önemli bir yer edinmesinin yanı sıra nesnelerin olasılıklarla farklı anlam ve imge üretebilmesinden kaynaklanıyor. Onların da mahareti sergideki işlerde görüldüğü kadar sınıf ayrımının olduğu bir dünyada koşulların yaşamı belirlemede önemli bir etken olması, hem bu şartları hem de bu koşulların oluşturduğu temsilleri yıkmakta zorlanması kadar. Buradan da nesnelerin “politik failliği” ve hafızasına gerekli önemi vermekle, politik praksisin göz ardı edilmemesi gerektiği gibi bir sonuca varılıyor. Yine de her şeye rağmen sıradan şeylerin mahareti saymakla bitmeyeceğe benziyor.
Comentários