top of page

Sınır ötesindeki imgeler ve yüzler


Suriye’de süregiden iç savaş ve karışıklık nedeniyle yurtlarını geride bırakan sanatçıların bir kısmı, Art Unlimited’in çağrısıyla İstanbul’da buluştu. Tek beklentileri ülkelerinin barışa kavuşması olan, kimi yurt dışında sergi de açan görsel sanatçılar, güncel içerikli emeklerine Türkiye’de yeterince sahip çıkılmamasından ötürü kaygı duyuyor. Pınar Öğrenci, Suriyeli sanatçılarla bir araya geldi

Benden İstanbul’da yaşayan Suriyeli sanatçılarla ilgili bir dosya yapmam istendiğinde nerede, nasıl buluşacağımız sorusu gündeme geldi ve hiç düşünmeden Osmanbey’deki atölyede bir akşam yemeğinde buluşmayı teklif ettim. Çocukluğumdan kalan baba mirası bu refleksle aynı sofrayı paylaşmak sanırım hepimizi iyi hissettirdi. Kentin farklı bölgelerine dağılmış, koşulları her an değişme riski taşıyan beş sanatçıyı yemeğe davet etmenin ne kadar iyi bir fikir olduğunu sonradan daha iyi anladım. Zira İstanbul’daki sanat camiası ile iletişim kurmakta, onların arasına katılmakta hayli zorluk çekiyorlardı. Arapçanın müzikal tınısı sohbetin duvarlarını ısıtmıştı, mümkün olduğunca savaştan bahsetmemeye çalışsak da ‘savaş’ bütün hakikati ile sohbeti parçalıyordu. İstanbul’da yaşayan Suriyeli beş sanatçı ile öncelikle Agata Wacinska (1989, Lozan) aracılığı ile tanıştım. Bir sanat galerisinde basın sorumlusu olarak çalışan Agata, İngilizce öğretmenliği yapan erkek arkadaşı Yahya Al Abdullah (Halep, 1985) ile İstanbul’da tanışmış. Yahya ile Agata İstanbul’da tanıştıkları Suriyeli ressamlarla birlikte bir sergi yapmak üzere yola çıkmışlar.

Tanıştığım sanatçılardan Kürt kökenli Mohammad Zaza (Riyad, 1987) Suudi Arabistan’da büyümüş ve 18 yaşında Suriye’ye taşınmış. Babası da ressam olan Zaza’nın Halep (2008-2011), Şam (2009) ve Riyad’da (2012-2013) açtığı toplam 8 solo sergisi var. Beş ay önce İstanbul’a gelen Zaza, Sıraselviler’de bir apartman dairesinde yaşıyor. Suriye’den göç ettikten sonra resminde en çok neyin değiştiği sorusuna ‘renkler’ diye cevap veren Zaza, İstanbul semalarında sürekli yer değiştiren bulutların arasından sızan ışığın ve değişen renklerin kendisini çok etkilendiğini ve İstanbul’un kendisi için son derece ilham verici olduğunu söylüyor. Yaşadığı dönüşümü kabullenmek gerektiğini, aksi taktirde hayatın bir hapishaneye dönüşeceğini belirten Zaza, savaştan sonra geçirdiği hareketlilik yüzünden animasyon işleri yapmak zorunda kalmış. İstanbul’a gelmeden önce bir sürü Arap şehrinde şansını denemiş ve en sonunda İstanbul’da karar kılmış. Zaza’nın atölyesini ikinci kez ziyaret ettiğimde Zaza ve Yahya’nın birlikte pişirdikleri nefis yemeklerden yedik. Yahya’nın şarkıları, Naser’in gitarı, Zaza’nın muhteşem sesi ve çaldığı bendir eşliğindeki Arap müziği arkadaşlığımızı pekiştiren bir tutkal oldu adeta.

Toufic Hamidi (Halep,1988) 2014 yılının Mart ayında İstanbul’a gelmiş. Ailesi hala Halep’te yaşıyor, Toufic ise kendine Aynalıçeşme’de bir ev bulmuş. Litografi eğitimi alan Toufic, savaş başladığında hala öğrenciymiş ve üniversiteyi bitirdikten bir süre sonra İstanbul’a gelmiş. Toufic Hamidi’nin Suudi Arabistan’ın Alkhubar (2013) ve Riyad (2014) şehirlerinde açılmış iki solo sergisi var.

Maher Abdo (Idlep,1984) önce heykel daha sonra drama eğitimi almış. Bir süre sinema ve televizyon için dekor ve sahne tasarımı yapan Maher, daha sonra resim ve heykel alanına geri dönmüş. Savaş başladıktan sonra bir süre Mısır’a giden Maher, orada bir süre bir film projesi için çalıştıktan sonra İstanbul’a gelmiş. Maher’in ailesi ise Hatay’a göçmüş. Kendisini Kurtuluş’ta iyi korunmuş bir apartmanın bodrum katındaki atölyesinde ziyaret ettim. Sonunda bir atölyesi olduğu için çok mutluydu.

Amjad Wardeh (Şam, 1984) 2002-2007 yılları arasında Suriye Televizyonu animasyon bölümünde çalışmış ve Baladna ve Sabaya dergilerinin sanat direktörlüğünü yapmış. 2009-2011 arasında Şam Üniversitesi’nde asistan olarak çalışan Amjad’ın ailesi Gaziantep’e yerleşirken kendisi İstanbul’a gelip, Bomonti’de bir ev bulmuş.

Naser Nassan Agha (Idleb, 1961) ise Beylikdüzü’nde yaşıyor. Halep, Şam, Amman, Stokholm, Paris ve Madrid’de açılmış çok sayıda solo sergisi var. Ailesi ile birlikte göç eden Naser’in iki çocuğu var. İstanbul’un daha merkezî semtlerinde yaşamanın hayali kuruyor. Hepsi 80 kuşağının gençleri olan dört Suriyeli sanatçının içinde farklı bir kuşağı temsil ediyor. Sohbetimiz sırasında genç sanatçıların sanatı ile ilgili yorumlar yaparak katkıda bulunan Naser, resimlerinde mimarlık ve kente dair elemanlar kullanıyor. İstanbul’un tarihi kent dokusunu çok aşina bulan Naser, son zamanlarda tarihi referanslardan uzaklaşmaya çalıştığını söyledi.

Geleceklerine ve savaşın akıbetine dair belirsizliğin sanatçıların üzerindeki etkisini hissetmemek mümkün değil. Savaş yüzünden sadece doğdukları toprakları değil aynı zamanda evlerini ve sosyal çevrelerini de kaybeden sanatçılar, ailelerinden de ayrı düşmüş. Aileler Hatay ve Gaziantep gibi sınıra daha yakın ve geçim şartlarının daha ucuz olduğu şehirlere dağılırken, sanatçılar İstanbul’da almış soluğu. Son yıllardaki kentleşme politikaları yüzünden bizlere dar gelen şehir, onlar için nefes olmuş. ve Şam birbirlerine çok benziyor. Mimarî elemanların, şehrin planlanma biçiminin onlara hiç yabancı gelmediği açık. İstanbul, Bağdat, Şam, Kahire gibi kültür ve ticaret merkezi olan şehirlerin, doğuya özgü, plansız, daha çok cemaat ilişkileri ile şekillenen tarihsel gelişimi ve 20. yüzyılda geçirdiği modernleşme süreçleri birbirlerine benzer nitelikler taşıyor. Cami etrafında gelişen mahalle strüktürleri, kapalı çarşı, bedesten, hamam gibi kamusal yapılar, konut mimarisindeki çok işlevli odalar benzer tarihi referanslardan sadece birkaçı… Sanatçılar, şehirdeki sosyal yaşamın da Suriye’deki yaşantıları ile çok büyük benzerlik taşıdığını, Türkçe bilmedikleri halde, örneğin alışveriş yaparken, yemek siparişi verirken ya da yolda yürürken kendilerini evlerinde gibi hissettiklerini belirttiler. Suriyeli sanatçılarla bir belgesel film çeken Bilal Alirıza da (Medine, 1988) kültürler arasındaki bu benzerliğin hayatı kolaylaştırdığına ancak sanatçıların sadece kendi aralarında görüştüğüne, İstanbul’daki sanat camiasına entegre olmakta güçlük çektiklerine dikkat çekiyor.

İstanbul hızla yükselip betonlaşırken demografik olarak da çeşitleniyor. İstanbul’a gelen Suriye’liler sınıfsal durumlarına göre farklı semtlere dağılmış durumda, Bilal Alirıza’nın deyimiyle, İstanbul’da da Suriye’dekine benzer şekilde merkez ya da periferiyi kullanıyorlar. Periferide yaşayanlar Beylikdüzü gibi uzak semtleri, zenginler Nişantaşı’nı, alt-orta sınıflar İkitelli, Aksaray, Yusufpaşa, Kocamustafapaşa, Vefa civarını, en alt sınıflarsa Küçük Pazar gibi semtleri tercih ediyor. Anadolu şehirlerinde ise durum farklı, örneğin Gaziantep’de sınıfsal olarak ayrılma şansları olmayan Suriyeliler belli mahallelerde toplanmış. Anadolu şehirlerinde İstanbul’a göre daha çok dirençle karşılaşan göçmenler, yerel halkın ve koşulların baskısıyla bir arada kalmak gereği duyuyor.

İstanbul Doğu’daki kültür şehirleri arasında güvenle buluşulabilecek nadir merkezlerden biri konumunda. Orta Doğu ülkeleri arasındaki gergin ve istikrarsız ilişkiler insanların seyahat özgürlüğünü etkiliyor. Bir İranlı için Kudüs, İsrail’li ya da Suudi Arabistan’lı için Tahran’a gidip yaşama şansı neredeyse olanaksız... Gazze daha kısa bir süre öncesine kadar ateş altındaydı, Halep ve Şam kan ağlıyor. Bu durumda İstanbul hala güvenli bir merkez halindeyken Arap ülkelerinden gelen bütün göçmenlerle birlikte sanatçı, aydın ve bilim adamlarının yarasını sarmak ve onlara ev sahipliği yapmak zorunda. Tarihsel olarak bunu gerçekleştirmesi belki de bir zamanlar sahip olduğu kültürel çeşitliliği yeniden kazanması için bir fırsat olabilir. Naser’in ‘Biz Suriyelilere daha ne kadar katlanacaksınız?’ sorusu hissettiği yabancılığı özetliyordu. Suriye’liler söz konusu olduğunda toplumun neredeyse bütün tabakalarından ‘ama’ ya da ‘ancak ile başlayan şikayet cümleleri duyuluyor. İçimizde zaten hep varolan ulusçu sahiplenme duygularını bu defa Suriyelilere karşı kullanmaya başladık. Oysa Suriyeli’ler kendilerinin Türklere diğer Arap ülkerinin vatandaşlarına göre daha çok benzediklerini düşünüyorlar.

Bir kültür şehri olarak İstanbul büyük bir sınavdan geçiyor, bize çok benzeyen, kalbimizin kapılarını açma yürekliliği gösterirsek farklılıklarından beslenebileceğimiz Suriyelilere karşı olan genel negatif algımızın, kabullenme ve içtenlikle sahiplenme yönünde değişmesi gerekiyor. Sadece İslamiyet ve hatta bugünlerde artan bir şekilde mezhepler üzerinden kodladığımız bu kültüre dönüp bakmanın, zenginliğini fark etmenin zamanı çoktan gelmedi mi? Zaza’nın dediği gibi, evler başımıza yıkılsa da, sevgi hala büyüyor…

Sanatçılara sorduk:

1. Yaşanan bu trajedi ve çatışma ortamında mevcut sanatsal ifade biçiminizde herhangi bir dönüşüm yaşanmış oldu mu ?

2. Gösterdikleri zihnî ve kültürel emeğin tanınması adına Dünyadan beklentileri ne?

3. Ortadoğu, sözgelimi Lübnan, Birleşik Arap Emirlikleri ve hatta Türkiye’ye nasıl bakıyorlar ?

4. Suriye’deki savaşın başından bu yana özellikle söylemek istediğiniz bir husus var mı?

Mohammad Zaza (Riyad, 1987, Halep Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi, Resim, 2006-2011)

1. Gerçek sanat hiç bir zaman insanlığı ölümsüzleştirmenin bir aygıtı olmadı. Sanat hep bildik manada, bir bilim olarak ele alınageldi. Sanat, hayal gücünün bariz bir biçimi olarak sizi hep sınırların ötesine taşır. Eğer öyle olmazsa, o insan yapısı bir şey olur.

2. Dahil olduğumdan bu yana, ben hep toplumdan ve içerdiği farklılıkların neleri içerdiğinden, bunlardan bize neyin geleceğinden yana ilgili oldum. Sanatın insancıl referansları vardır ve içerisinde bana dek erişen etkileyici unsurlar barındırır; bu da bana sanatın aynı zamanda hem yeni, hem de eski bir dil olduğunu açıklar.

3. İstanbul’daki son durağımda halâ kendimden yola çıkıyor ve bunun çok büyük çeşitliliğini gözetiyorum. Bu çeşitliliğin, bölgede uyumlu bir toplum adına son betimleme biçimi olduğu kanısındayım.

4. Bir metinle meşgul olduğum sırada, Arapça’da ‘hawa’ olarak nitelenen‘yerle bir’ ifadesine takıldım ve bu benim kışkırtılıp meraklanmama yol açtı; bu kelimenin kendi anlamını dahi aşan ‘müziği’ni işitir vaziyetteydim. Sonrasında bu kelimenin eylemsiz olduğunu ve geçen zamanla birlikte giderek keskin şekilde her şeyin değişimi fikrinin de karşısında durduğunu düşündüm; ve şimdi… resim yapıyorum. ‘Sevgi halâ büyümeyi sürdürüyor, ancak insanlık henüz bunu görebilmiş değil’.

Toufic Hamidi (Halep, 1988, Halep Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi, Litografi (Baskı), 2006-2011)

1. Evvelâ, bu süreç benim için sanat üzerinden kendimi her seferinde daha fazla keşfetme anlamını taşıyor. Özellikle savaş süreci ve sonrasını kişisel etkileriyle duyumsuyorum. Bu ana unsur özellikle Suriye’den ayrıldıktan sonra, ülkeme dönüp, oradan gelen imgelere baktığımda etkili oluyor. Aynı zamanda oradan hakikat bağlamında gelenleri izlerken, ‘Peki ben elimdekini nasıl sunabilirim?’ anlamında bir hisle doluyorum. Herşeyden öte, orada sahip olduklarımızla ve daha önce vatanımızda mevcut herşeyle ilgili olumlu bir imajı verebilmeyi arzu ediyorum.

2. İkinci olarak, daha özel bir durum yaşanacağı kanaatinde değilim. Neticede bu sanat ve eğer önemliyse, kendini belli eder.

3. Üçüncü olarak, mekân değişikliği ile ilgili durumun kendince hem olumlu, hem olumsuz detayları bulunuyor. Buna gittiğiniz kentin ruhunu veya dil sorununu örnek verebilirim. Ama günün sonunda, her şey sanatçıya ve emeğine bağlı.

4. Son olarak, savaş her şeyi daha da berraklaştırdı ve hakiki hale getirdi. Artık savaş durumu ve onun günlük ayrıntıları üzerinden, kendim, ailem hakkında daha fazla şey biliyorum.

Maher Abdo (Idlep,1984, Şam Üniversitesi, Drama Yüksekokulu, 2004 - 2008)

1. Suriye’deki savaş esnasında yaşadığım ikâmet döneminde ve oradan ayrıldıktan sonra sanırım sanat tarzım çok değişmiş değil. Ama gayet tabii, tekniğim ve malzemelerimde bir nebze değişiklik oldu. Vatanım Suriye’ye karşı halâ aynı kaygı dolu hislerle yaklaşıyorum.

2. Tecrübelerime dayanarak, içimde olup bitenlerin insanlara ulaşması için büyük çaba sarf ediyorum. Sanat, her ne kadar estetik unsurlarını tuvalden ediniyor olsa bile, hakikati temsil etmekle yükümlüdür.

3. İstanbul’dan önce Mısır’a gittim. İstanbul’da, insan ilişkileri bakımından, sokaklarına varıncaya dek daha iyi koşullarla karşılaştım. Burada Türkiyeli arkadaşlar ve meslektaşlarımla tanışma imkânına sahip oldum. Birlikte kolektif sergiler veya farklı sosyal faaliyetler gerçekleştirmeyi umuyorum.

4. Şu anda gördüğüm sorun o ki, Suriye’deki savaş henüz sona ermiş değil. Gelecekle ilgili büyük bir bulanıklık ve gizem mevzubahis. Şu aralar halen Türkiye’de bir iş aramaya ve tuvalle ilişkimi sürdürebileceğim bir mekân bulmaya çalışıyorum.

Amjad Wardeh (Şam, 1984, Şam Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi, Resim)

1. Yapıtlarıma işlemiş çatışma unsurları veya etkilerinden söz edersek, tekniğimde çok fazla bir değişim olduğunu söyleyemem. Ancak, son durumun üretim tarzım ve ele aldığım konular üzerinde çok büyük etkisi olduğunu ifade edebilirim. Hemen her tuvalimde, adeta olağan bir biçimde gri renkler hakim, ancak sıcak renklerle daha fazla kontrast yaratmaya yöneldim. Suriye’deki devrim hareketi 2013’te başladığı günlerde her şey çok barışçıldı ve eserlerim de bunu destekler bir halde idi. Bugün, kendimi ülkemde olanlardan ne kadar bağışık tutmaya çalışsam da, halâ bunu tuvallerimde görmem mümkün.

2 ve 3. Türkiye’de yaşamaya çalışan Suriyeli bir sanatçı olarak bana daha fazla ilgi gösterilmesini arzu ederdim! Burada benim gibi olanlara karşı, diğer ülkelere oranla daha az fırsat oluştuğunu gözlemliyorum.

Naser Nassan Agha (Idleb, 1961, Halep Güzel Sanatlar Merkezi (1982), Halep Arap Müzik Enstitüsü (1984))

1. Aslına bakılırsa, Suriye edebiyat, drama ve resim alanında bir tür yaratıcı süreç yaşıyordu ve Şam bu anlamda sanatla ilgilenen kişiler için bir çekim merkezi idi. Ancak savaş, beraberinde değerlere yönelik de bir yıkım sürecini getirdi ve bu, bir çok sanatçının ülkeden zorunlu olarak göç etmesine neden oldu. Hepsi, yeni bir yaşam için ülkelerini terk ettiler ve bu da toplumda bir ayrışmaya yol açtı. Sözgelimi drama alanında ben kimi sosyal vakalarla ilgili TV yapımları ürettim. Bu yönüyle sanat, medya veya gazetecilik misali bir ayna vazifesi göremez. Bir diğer deyimle, Suriye’deki sanatsal hareket aynı zamanda kültürel de bir projedir ve bu proje, edindiği konu başlıklarının özünü, ülkenin halihazırda içerdiği ve modern yaşam biçimlerinin devamını da sağlayabilecek çok zengin tarihsel birikimden alır.

2. Bu noktada bizim beklentimiz, kültür kurumlarının yaşadığımız yerlerdeki kesimlerle olan ilişkilerimizi güçlendirici yapıtlarımızı sergilememize imkân tanımalarıdır.

3. Savaştan önce Suriyeli sanatçılar için Arap dünyasına gidip sergi düzenlemek kolaydı. Ancak çatışma süreciyle birlikte bölgesel politikalar da bu dünyaya ağırlığını koydu ve sanat eskisi kadar önemli olmaktan çıktı. Şu anda yapılması gereken, dürüst ve onurlu bir iletişim biçimi olan sanatı, politikanın önüne geçirmek ve insanları bir araya getirici bir unsur olarak değerlendirmek olmalı.

4. Savaş ve toplum üzerindeki sonuçları, insanları saygın bir yaşam sürmekten alıkoyuyor. Karanlık güçlerin ortaya koyduğu yıkım, en basit insan haklarını dahi hiçe sayıyor. Biz, birkaç arkadaş olarak tüm güçlüklerine karşın sanatı sürdürmeyi korumaya çalışıyoruz. Bu uğurda Suriye halkının, kültürün ve tarihinin güzelliklerini yansıtır birkaç sergimiz dahi oldu. Ancak maalesef, bu arkadaşlarımızın çoğu artık yok ve bizler, birkaç kişi burada bekliyoruz. Rüyamız, soğuk kentlerin parçalanmış kaldırımlarında sürüyor. Bu uğurda küçük bir ılıklık dahi bize yeter oysa.

*Bu yazı, ilk olarak Art Unlimited Şubat 2015 sayısında yayımlanmıştır.

Comments


bottom of page