top of page

Şiddet şiddeti doğurursa

Sanem Öge'nin Gamze Arslan’ın öykülerinden uyarladığı Parça/Parça oyunu 17 Nisan’da Bahçe Galata’da sahneleniyor. Oyunu anlattığı hikâyeler ve seyirciyle kurduğu ilişki üzerinden ele aldık


Yazı: Nilgün Firidinoğlu


Sinem Öcalır, Cenk Dost Verdi ve Sanem Öge


Yaşar Nabi Nayır Gençlik Öykü Ödülü sahibi (2016) Gamze Arslan’ın Çerçialan ve Kanayak öykü kitaplarından Sanem Öge’nin uyarladığı ve yönettiği Parça/Parça, parçalanmış bedenlerin, ruhların, duyguların, zihinlerin “parça parça” anlatıldığı bir oyun.


Oyun, fiziksel ve ruhsal şiddete, toplumsal değer yargılarının şiddetine maruz kalmış üç insanın kendilerine sunulan bu yaşamın kaçınılmaz sonucunu ya da kaçınılmasına imkân tanınmayan “son”larına giden süreçleri anlatıyor. Şiddet şiddeti nasıl doğurur? Mazlum zalime mi dönüşür? Herkes ektiğini mi biçer? Yaptıklarından pişman olmaz da insan aklı yapamadıklarında mı kalır? Karakterler kendi hikâyelerinde yol alırken seyirciyi de bu ve benzeri sorularla karşı karşıya bırakıyorlar.


Sanem Öge yönetmenliğindeki Parça/Parça oyunu


Kapalı bir mekânı -evi, odayı, işyerini- imleyen sahnede bir masa üzerinde ekranı seyirciye dönük bir dizüstü bilgisayar. “Mâkus” talihlerinde ortaklaşan, anlatılarında farklılaşan Sinem Öcalır, Cenk Dost Verdi ve Sanem Öge’nin canlandırdığı üç karakter sırasıyla geliyor sahneye. Oyuncu/karakter sahneyi seyirciyi mekânı deneyimleyerek mekâna, mekândaki bedenine alıştıktan, kendini oraya yerleştikten sonra sırtı seyirciye dönük olarak tabureye oturuyor. Bundan sonra çok nadir anlarda ve çok kısa sürelerle oyuncuyu ayakta görüyoruz. Oyuncunun masanın üzerindeki dizüstü bilgisayar ekranına yönelen bakışlarıyla birlikte yüzü projeksiyonla yansıtılıyor. Ve seyirci yer yer tüm gerçeküstülüğüne, mizahına karşın anlatının gerilimine kapılacak bir hikâyenin/itirafın/yüzleşmenin şahidi/muhatabı olarak konumlanıyor.


Kendisiyle yapılan bir söyleşide yönetmen Sanem Öge, Parça/Parça’da konvansiyonel tiyatronun kurallarıyla uğraşan sahneleme tekniğinin yeni olmasa da riskli olduğunu söylüyor.¹ Burada riskle işaret edilen ise kullanılan anlatım araçlarının ya da tersyüz edilen konvansiyonların sadece biçimsel bir “süs” olarak kalma riski. Her bir hikâyenin tek tek anlam katmanlarını açan, oyuncunun bedenini bir anlatım aracı olarak sınırlayan/zorlayan ama tam da bu yüzden oyuncuyu özgürleştirme potansiyeli yüksek bir dramaturji/reji ile riskin asgari düzeye indirilmeye çalışıldığı söylenebilir.


Sanem Öge yönetmenliğindeki Parça/Parça oyunu


Sınırlama: Tabure üzerinde sırtı seyirciye yüzü bilgisayar kamerasına dönük oyuncunun kendini göstermek üzere, kendini içine çerçevelediği alışıldık bakışın/görüşün dışında bir konumlanma söz konusu.


Özgürleşme: Burada daha çok rejide ve oyunculukta potansiyel özgürleştirici alanlardan/anlardan söz etmek gerekiyor. Seyircinin fiziksel mevcudiyetini arkasına/sırtına alan oyuncu ekrana yansıyan yüzüyle tekinsiz hikâyesini anlatırken yüzünde beliren acı, pişmanlık, öfke, masumiyet gibi duyguları oyuncunun sırtına toplaması, bir ifade aracı olarak bedeni/gövdeyi/sırtı ekranla rekabete sokabilecek potansiyeli barındırıyor. Bu tercih edildiği takdirde rejinin konvansiyonel olana “karşı” tavrı çok daha keskin bir ifadeyle sahnede görünür olabilirdi. Oyuncunun bedenini gövde ve kafa/yüz olarak hem kavramsal hem de eylemsel anlamda parçalamasına imkan sunan reji de bu potansiyel ifade alanlarının açığa çıkması için kuşkusuz seyir deneyimi de etkili bir dinamik. Oyuncunun ekrana eğilerek, ekrana doğru konuşmasıyla ortaya “bölünmüş” bir beden çıkıyor. Oyuncu kafasını ekrana doğru uzatırken projeksiyondan takip edilen kafa ve dijital bir aracı olmadan seyircinin takip ettiği bir beden. Bu bize iki ayrı gerçeklik/algı düzlemi sunuyor. Ekranda gördüğümüz anlatan kafa/yüz ile çoğunlukla kafası olmayan, ekrana yansıyan yüze kendini teslim eden seyircinin “görmezden geldiği” fiziksel bedenin anlattığı hikâye.


Sanem Öge yönetmenliğindeki Parça/Parça oyunu

Oyuncunun kendi görüntüsüne/ekrana doğru yönelmesiyle omuzları arasında gömülürken, giderek kaybolan kafa seyircide, kesilen, ekrana fırlatılmış “kesik baş” algısı yaratıyor. Sahnelemedeki algısal kırılmaların/kesilmelerin içerikle (şiddet, delilik, kopan, kesilen parçalanan bedenler) ilişkisinde organik bir bağdan söz etmek mümkün. Ancak bu bağın çok daha güçlü kurulması için oyunculukta/rejide daha fazla risk alınması gerekiyor. Kaldı ki alınması halinde, risklerin bu oyun ve topluluk için heyecan verici imkanlar yaratacağını görmemek mümkün değil.

Oyuncuların performansı, karakterlerin, eylemleriyle düşünceleri, duygularıyla bedenleri arasındaki kopuşlara işaret ediyor. Her bir karakterin yaptığı eylemin ardından hem pişman hem memnun olduğuna hem suçluluğuna hem de masumluğuna tanıklık edebiliriz. Nasıl olur da insan bunların hepsi olabilir? Ancak “parça parça”... Peki o zaman hikâyelerde anlatılan bu suçların faili kim? Mâruz kalınan şiddetin beslediği duygular mı? Bu şiddetin paralize ettiği akıllar mı? Yoksa kafası uçmuş, kuklaya dönmüş bedenler mi? Cevapları akşamdan sabaha bulunması güç sorular kuşkusuz... Ancak Gamze Arslan’nın güçlü anlatıları ve Sinem Öcalır, Cenk Dost Verdi ve Sanem Öge’nin etkili oyunculuklarıyla üzerine düşünmek için vaktimiz var...Oyunun bir sonraki gösterimi 17 Nisan’da Bahçe Galata’da…


 

¹: Ayşe Özlem İnci, “Dijital Tiyatroda Bir Süs Olmaktan Çıkması” Gamze Arslan ve Sanem Öge ile Söyleşi: https://t24.com.tr/k24/yazi/dijital-unsurun-tiyatroda-bir-sus-olmaktan-cikmasi,4008 (çevrimiçi. 30.12.2022)


bottom of page