Muhabbetle tedavi
- Murat Alat
- 26 dakika önce
- 4 dakikada okunur
Murat Alat'ın unlimitedrag.com üzerinden yayınlanan Egzersizler isimli serisi hakikati ortaya çıkaran bir araç olarak serbest çağrışım üzerine düşünen yazısıyla devam ediyor
Yazı: Murat Alat

Saygıdeğer Sigmund Freud bilinçdışını icat mı etti keşif mi bilinmez ama bilincimizin dışına ulaşmak için geliştirdiği yöntem uzun süredir beni büyülüyor; büyülemekle de kalmayıp sanat, hayat, evren ve her şey üzerine kafa patlatırken has yardımcım oluyor. Hayatı, evreni ve geride kalanların yekûnunu şimdilik bir kenara bırakıp sanatı odağıma alırsam, mevzubahis ister sinema olsun ister edebiyat isterse de güncel sanat; ezcümle mecrası, türü, tekniği, konusu ne olursa olsun her türlü sanat eseri üzerine düşünürken bu sihirli araca gidiyor elim ilk olarak. Bu isviçre çakısı gibi aracın adını hemen yazayım: serbest çağrışım. Okumakta olduğunuz yazıda ve müteakip yazılarda serbest çağrışımla olan münasebetimi, onu nasıl ve neden sanat eserlerini analiz etmek için neredeyse bir refleks olarak işe koştuğumu yine serbest çağrışımı yardıma çağırarak açıklamaya çalışacağım. Buyurun…
“Serbest çağrışım” adlı mucizevi araçtan lisans eğitimim sırasında psikanaliz üzerine aldığım derslerde haberdar oldum ama açıkçası ona saygıda kusur ettim ve bu soğuk tanışma bana onun kudretini faş etmekten ziyadesiyle uzak kaldı. Serbest çağrışımın büyüleyici yanını anlamak için onu iş başında görmek gerekirmiş, çok sonra anladım. Üniversitede geçirdiğim yıllarda beni en çok etkileyen ve etkisi çok şükür ki halen süren derslerin müellimi Tuna Erdem, Sinema Çalışmaları Yüksek Lisans Programı kapsamında sinema kuramı ve beden ilişkisine dair derslerine başlarken, ortaya bir kelime atar hemen ardından da öğrencilerinden bu kelimeyi duyduklarında akıllarına gelen ilk şeyi dillendirmelerini isterdi. On-on beş öğrenciden gelen alakalı alakasız on-on beş kelimeyi düzensizce tahtaya yazan Tuna Erdem, herkes sustuktan sonra bu kimi zaman tereddüt içinde kimi zaman da büyük bir özgüvenle söylenmiş kelimeleri hayran olunası bir ustalıkla, adeta dans ede ede birbirlerine bağlar ve tahtadaki kaosu ipliği kılarak kendisinin dersi başlatırken ortaya attığı ilk kelimenin/kavramın mahiyetini sıkı sıkıya bir kilim gibi dokurdu. Elbette Tuna Erdem’in kullandığı bu yöntem, çok sonraları anlayabildiğim üzere, psikanalizdeki serbest çağrışım tekniğine dayanıyordu ve de terapistle danışan arasında geçen o gizemli psikanaliz seanslarıyla aynı dinamiği paylaşıyordu. Bu noktada hocama saygımdan eklemem gerekir ki onun derslerdeki etkileyici performansı sonrasında biz öğrencileri adeta büyülenir ve ders çıkışlarında uzun süre sessiz kalarak bedenimize kattığımız bu eşsiz besini sindirmeye çalışırdık. Güzel günlerdi.
Tuna Erdem’in etkileyici dersleri her ne kadar bana serbest çağrışımı iş üzerinde görme fırsatı tanıdıysa da ben o sıralarda zarftan ziyade mazrufla ilgilendiğimden olsa gerek açıkçası yöntem üzerinde pek durmamıştım ve serbest çağrışımı birebir deneyimleyip hikmetine ermem ancak birkaç yıl sonra başlayan ve epey uzun süren kendi terapi sürecimde mümkün oldu. Kapitalizmin bizlerden mütemadiyen ruhsal marazlara sahip bedenler imal ettiği düşünülürse günümüzde masraflarını zorlanarak da olsa karşılayabilecek pek çok bireyin terapi odasıyla şöyle ya da böyle tanıştığının farkındayım ve bu acı sebepten ötürü bundan sonra yazacaklarımın hatırı sayılır büyüklükte bir grup için anlaşılır olacağını da biliyorum ama ben yine de yolu terapi odasından geçmeyen şanslı/şanssız kimseler için süreci kısaca ama el verdiğince açıkça tasvir etmeye çalışacağım.
Bilinir ki kurallarını Freud’un koyduğu psikanalitik terapiden döneminde “muhabbetle tedavi”* olarak bahsedilirmiş. Günümüzde de kökeninde psikanalitik yöntem olan herhangi bir terapi ekolü danışanla terapistin muhabbeti üzerine kuruludur lakin işin püf noktası terapistin asgari seviyede konuşması, muhabbeti de her zaman danışanın başlatmasıdır. İster ilk seans olsun ister yüzüncü, danışan terapistin karşısında koltuğa oturduğunda ya da sırtını o bilge kişiye verip divana uzandığında konuşmaya başlamakla mesuldür. Bu noktada en büyük dert danışanın konuşmaya nereden başlayacağıdır ve bu an pek çok pozitif etken tarafından canhıraş belirlenmeye çalışılır. Söz konusu ister terapistten ve terapiden duyulan korku olsun ister danışanın seans ücretlerinin yüksekliği sebebiyle derdini bir çırpıda anlatıp hesaplıca şifa bulma dürtüsü isterse de insanın çektiği cehennem azabından bir an önce kurtulma arzusu, konuşmayı başlatacak ilk kelime her zaman naiflikten, tarafsızlıktan uzaktır. Öyle bir an gelir ki insan tüm muhabbeti terapist başlatsın, çıkışa giden yolu o göstersin diye çaresizce bekler ama yüzünde mesafeli bir gülüş olan bu kudretli şahıs soğuk bir “buyurun”dan başka bir şey demez inatla. İşte serbest çağrışım tam da bu anda devreye girer ve danışanın ağzından alakalı alakasız bir kelime zorla da olsa dökülür. Terapi odasının sırrı, terapistin hikmeti de buradadır. Bu çoğu zaman gündelik hayatın içinde saçma olarak addedilecek ilk kelime aslında tam da en söylenmesi gereken, en doğru şeydir ve de bilinçdışına yapılacak hakikat yolculuğunun anahtarıdır.
İlk söylenecek kelimenin gerilimi, muhabbeti başlatacak en doğru sözü bulma endişesi belki danışan nezdinde lüzumsuz bir şeyin dillendirilmesine vesile olur ama bu eşsiz anda bilinçdışı işini yapmaktan gocunmaz ve de bilince, türlü ince hesaba inat kendini açığa çıkarır. Ortaya dökülen bu saçmalıktan anlam devşirmek terapistin görevidir. Terapist tüm terapinin kaderini belirleyecek, danışanının varoluşunun karanlık ovalarına giden patikaları bu saçma kelimelerden devşirir. Terapistin görevi saçma olanı kelimelerin değer hiyerarşisinde çekinmeden tepeye yerleştirip danışanının dillendirmekten en kaçındığını, tüm marazlarının kaynağını, dile getirmesi en yasak olanı gölgelerden çekip çıkarıp dillendirmesini sağlamaktır. Terapi odasında ilk söylenen kelime, ister hakikati saklamak için kasıtlıca işe koşulmuş olsun ister hakikati açığa çıkarmak için acemice de olsa dillendirilsin, serbest çağrışım sayesinde, söylenebilecek olan sonsuz kelime içinden kuşkusuz en doğrusudur ve hakikat onun oltasında açığa çıkar. Terapistin mahiri bu oltadaki balığı kaçırmayanı, onu okyanusun derinlerinden sabırla gün yüzüne çıkaranıdır.
Serbest çağrışımın öznenin hakikatiyle olan bu garip bağı bundan sonraki yazının konusu olacak ama burada konuyu sanata bağlamadan geçemeyeceğim. Serbest çağrışımla ortaya saçılan kelimeler şayet kendilerine hak ettikleri saygı ve ilgi duyulursa sanat eserlerini analiz etmek için de kanımca işe koşulacak en yetkin araçlar. Bir sanat eseri karşısında akla ilk gelen alakalı ya da alakasız kelimelerin bir listesinin yapılması ve sonra da bu kelimelerin peşinden varoluşun derinliklerine dalınması hem sanat eserinin hakikatini hem de işbu sanat eserinin karşısında duran öznenin varoluşunun hakikatini (bu durumda kendi hakikatimi) açığa çıkarmak için benim uzun süredir kullandığım yegane teknik. Dediğim gibi, derinliklerde keşfedilenlerin neden hakiki olduğunu gelecek yazılarda anlamaya ve anlatmaya çalışacağım.