top of page
Özge Yılmaz

Sanat fuarları karanlık taraf mı?


Art Dubai direktörü Pablo del Val, geçtiğimiz günlerde İstanbul’daydı. del Val, Özge Yılmaz ile gerçekleştirdiği söyleşide sanat fuarları, sanat dünyasının farklı dinamikleri ve Dubai hakkında görüşlerini anlattı, Art Unlimited okurları için Art Dubai 2019 edisyonuyla ilgili ipuçları verdi

2272 kelime

Pablo del Val, Fotoğraf: Elif Kahveci

Pablo del Val ağırlıkla kurum ve galerilerde yönetici, daha ziyade küratöryal yönetici olarak çalışmış Madridli bir sanat profesyoneli. 1990’larda, Madrid’de bir güncel sanat galerisini yönetirken o dönem Meksiko’nun uluslararası sanat sahnesiyle ilişkisini kuracak olan Expo Arte Guadalajara’nın direktörü oluyor. Bu dönem Francis Alÿs ve Santiago Sierra gibi o jenerasyonun sanatçılarıyla kariyerlerinin başlangıcında çalışma fırsatını buluyor. İrlandalı Melanie Smith, İspanyol Santiago Sierra, Belçikalı Francis Alÿs ile heyecan verici işler yaptıktan sonra sonra İspanya’da bir üretim merkezi ve sergi alanı olan La Conservera’da yönetici olarak çalışıyor. Lily van Der Stokker ve Xavier Veilhan gibi sanatçıların sergilerini düzenliyor ancak daha sonra Zona Maco’nun direktörü olmak üzere Meksiko’ya geri taşınıyor. Bugün ise Art Dubai’nin direktörü olarak çalışmakta.

Üç buçuk yıldır Art Dubai’nin direktörlüğünü yapıyorsunuz. Özellikle Latin Amerika Sanatı ve Batı Güncel Sanatı üzerine yoğunlaşan bir sanat profesyoneli olarak, bu kariyer değişimi sizin için ne ifade etti?

Oldukça heyecan vericiydi çünkü Meksiko’dayken artık oranın benim için sona doğru yaklaştığını fark etmiştim ve kendi kendime bir sonraki adımın ne olacağını soruyordum. Daha sonra bir e-posta, bir telefon konuşması ve Dubai’den bir iş teklifi! Oldukça heyecan vericiydi çünkü hayatımda tam da o anda bir değişim yapmaya hazırdım. Sanırım evren benim için işi halletti. Bir diğer heyecan verici şeyse hiç bilmediğim bir yere taşınmak oldu. Orta Doğu benim için tamamıyla bilmediğim bir alandı çünkü senelerce Latin Amerika’yla çalıştım. O bölgedeki kavramlar, sıkıntılar, fikirler, problemler Batı dünyasının sahip olduklarından çok farklı. Daha sonra Dubai’ye taşınmak benim için büyük bir sürpriz oldu. Dubai’deyken Güney İspanya’da gibi hissediyorum kendimi. Şehrin birçok yönü bana evimi hatırlatıyor. Dubai’de gördüğümüz inşaat bölgeleri Mérida’da, Málaga’da ya da Úbeda’nın farklı bölgelerinde karşınıza çıkabilir. Bir anlamda o kültürden geliyor olmamız çok garip. Kültürümüzün 800 yılı müşterek. Dilimiz, bazı giysilerimiz ve hayatı algılama biçimimiz oldukça ilişkili. Beri yandan, Dubai’deki hayat ve şehrin kendisi de Latin Amerika’nın küçük bir yansıması gibi. Bu benim için şahane bir keşif oldu. São Paulo ve Buenos Aires ile Dubai arasında çok fazla yakınlık var. Yine büyük Latin Amerika şehirlerinde hatırı sayılır oranda Orta Doğulu topluluklar görüyorsunuz. Lübnanlılar, Suriyeliler, Türkler... Göçlerle beraber çok kültürlü bir toplum oluşturmak için ilham verici bir ortam oluştu. Bir de tabii dünyanın bu bölgesinde göçmenlik, yerinden etmeler gibi politik durumlar ciddi tartışma konuları. Bu yüzden Latin Amerikalılarla Orta Doğulular arasındaki bağ çok güçlü. Bunu tamamen birbirine bağlı, evrensel bir ses diye de adlandırabiliriz.

Dubai’de yaşıyor ve çalışıyor olmak beraberinde kısıtlamaları da getirdi mi?

Hayır çünkü herkes nereye gidilip gidilemeyeceğini biliyor. Burada tıpkı Amerika Birleşik Devletleri'nde olduğu gibi yazılı olmayan kurallar var. Bir nevi saygı ortamı. Benim için Dubai’deki en büyük sürpriz buydu; saygı. Çok kültürlü bir şehir ve yüzlerce mikro kültür bu ülkede bir arada yaşıyor. Farklı bir kültürden gelip, bambaşka bir ülkeye, kültüre girince, bir şeylerin hangi sebepten meydana geldiğini, neden insanların belirli bir biçimde davrandığını ve sistemin nasıl çalıştığını daha iyi anlıyorsunuz. Dubai benim yaşadığım, dokunduğum ilk Müslüman şehir ve dünyanın sadece Batı’dan ibaret olmadığını, Batı dünyasını etkileyen Katalanlardan, Hristiyanlardan, Musevilerden ötesinin de olduğunu fark ettiğim ilk yer. Gelenekle, dinle, sosyolojiyle ya da hava durumuyla alakalı, birçok şeyin neden o şekilde yapıldığını öğrenmek zorundaydım. Benim için en önemlisi bütün toplumun birbirine karşı gösterdiği saygı oldu. Dubai saygı üzerine kurulmuş olan bir model şehir. Herkesin bir arada yaşamak için elinden gelenin en iyisini yaptığını hissettiğiniz bir yer.

BAE’de sanat ortamının doğuşu ve gelişimiyle ilgili düşüncelerinizi merak ediyorum. BAE bugün Sharjah Bienali, Green Art Gallery, Art Dubai, Louvre Abu Dhabi, Jameel Arts Centre ve Guggenheim gibi önemli kurumları barındırıyor ancak bunların bazıları organik oluşumlarken bazıları da orada “şube” açmış “ithal” kurumlar. Bu konuyla ilgili neler söylemek istersiniz?

Dikkat çeken şeylerden biri bölgede her şeyin sıfırdan ve de tersinden başladığı. Çünkü 19. yüzyılda, geleneğe göre ilk yapılması gereken bir kurum oluşturmaktı. Ve daha sonra o kurum çevresinde akademide neler olacağıyla alakalı ortamı yaratırdı. Dubai’de her şey, hiçbir şeyin var olmadığı bir yerde bir şeyler yapmaya çalışan öncüler sayesinde oldu. 1993’de Sharjah Bienali’yle başlandı ve daha sonra 1995 yılında Green Art Gallery kuruldu. Diğer galeriler Art Dubai’yle geldiler. Yani ev çatısından inşa edilmeye başlandı. Kurumlarsa şimdi gelmeye başladılar. Louvre Abu Dhabi ve Jameel Arts Centre açıldı ve Guggenheim’ın da açılmasını bekliyoruz. Şu an başka çok değerli oluşumlar da var. Sheika Salama Vakfı, Tashkeel adında bir üretim merkezi ve residency programı ve düzenli sergiler yapan yeni mekânlar... Şahıslar tarafından idare edilen ve belirli bir içeriği ve genç sanatçıları destekleyen vakıflar var. Dubai’deki sanat ortamı organik bir şekilde inşa oluyor. Şu an Dubai'de her şeyin hayata geçtiği, genişlemenin başladığı bir dönemdeyiz. Louvre gerçekten çok güzel bir mekân ve burada periyodik koleksiyon parçaları sergilenecek ve yine periyodik sergiler olacak. Yani galeriler, kurumlar içerisinde yaptıkları şeyleri bu bağlamda kavramsallaştırabilecekler. Koleksiyonları oluşturmak için müşterilerin bilgisini de oluşturmaya başlamanız lazım. Dubai’de yanlış olan, bienalin ve galerilerin uzunca bir süredir bu işi üstlenmesiydi. Şimdi bu bileşenlerin bir araya geldiğini ve sonunda topluluklarla sistemin bir arada çalıştığını görebilmek heyecan verici. Şu an gerçekten özel bir dönemden geçtiğimizi düşünüyorum.

Geçtiğimiz günlerde, galerilerin satışlarının yüzde 30’unun sanat fuarlarında gerçekleştiğine dair bir rapor okudum. Financial Times’da bir başka raporda ise galerilerin yıllık gelirlerinin yüzde 70’ini fuarlarda kazandıkları belirtiliyordu. Her iki veri de 2015’ten. Bu durumda sanat fuarlarının sanat piyasası ve sanatın kendisi için konumu nedir?

İki tür sanat fuarı olduğunu düşünüyorum. New York, Londra, Paris gibi finans merkezleri, parayı harekete geçiren yerler var. Bir de kültürel ve ekonomik olarak gelişmekte olan bölgelerde yer alan sanat fuarları var. São Paulo, Bogotá, Meksiko, Dubai, Brüksel’e bakarsanız, bu ritim hakkında bir fikriniz olabilir. Koleksiyonların büyümeye başladığı ve özellikle Orta Doğu ve Afrika gibi içeriğin ulaştırılması gereken yerler var bir de New York, Londra gibi içeriğin hâli hazırda orada olan yerler. Dubai’de örneğin, içeriğin galeriyle beraber gelmesi lazım. Dolayısıyla koleksiyoncu ya da satın alan kişi ile sanat eseri arasında tamamen farklı bir ilişki oluşuyor. Galeriler sanat fuarlarına katılıyor çünkü dünyaya açılmaları lazım ve çok şükür ki hâlâ kurulacak olan fiziksel temasın önemine inanıyoruz.

Herhangi bir objeyi, fikri, hissi ya da duyguyu görmeden ya da dokunmadan toplayamazsınız. Yani sanatın fizikselliğini anlamak; hatta sadece anlamak da değil, buna inanmak çok önemli. Sanatı anlamanın daha birçok yolu var. Yalnızca objeyle değil, arkasındaki bütün fikirler ve hislerle ilgilenmek gibi. Belki gelecekte böyle olacak. Biz bir objeden zevk almaktan bahsediyoruz, içine sanatçının koyduğu tüm hisler ve algılarla beraber. Aslında onu tecrübe etmemiz lazım. Bu yüzden sanat fuarları bu deneyimi ulaştırmayı ve fikirlerin, projelerin, tartışmaların paylaşıldığı bir buluşma noktası olmayı başarıyor. Çoğunlukla bir sanat fuarında ne sattığınızdan ziyade sizden ne geldiği daha çok önem kazanır. Proje taslakları, kurumlar içindeki sergiler, galeriler arası paylaşımlar... Fuarlar, başka bir yerden öğrenemeyeceğiniz bilgiye kısa yoldan ulaşmanın adresi oluyor.

Benim için asıl büyük sorun sanat dünyasında her şeyin parayla alakalı olması; bir işin ne kadara satıldığı, toplamda ne kadarlık iş sattığınız, ancak benim için bunun ötesi var. Sanat fuarlarının sanatçıların arkasında durması lazım, bazı hassasiyetlere özen göstermeleri ve yalnızca bir obje için gerçekleştirilen para takasından fazlası olması lazım. Art Dubai bunların hepsini biliyor. Sanat fuarlarının karanlık taraf olmadığına inanıyorum ve kimi olaylara yön vermek gibi bir sorumlulukları olduklarını düşünüyorum. İş sadece metrekare satmak değil. Bu yüzden bir fuar, gerçekleştiği şehri ne kadar iyi biliyorsa, o kadar iyi bir koleksiyon tabanına ulaşabilir.

Art Dubai’yi sanat fuarları dünyasında nereye konumlandırırsınız? Onu diğerlerinden farklı kılan nedir?

Art Dubai’nin kendine özgü bir yönü var. Coğrafi konumu ve şehrin tarihi dikkat çekici. Birçok yeniliğe açık olan, hızlı bir şehir. Fikirler, projeler... Bir laboratuvar gibi, burada bir şeyler test ediliyor. Hızlı öğrenen ve hızlı kavrayan bir popülasyonu var ve bu onu hayli heyecan verici kılıyor. Bütün dünyayla bağlantı hâlinde. Herkes başka bir yere doğru giderken buradan geçiyor. Bu da bu kimliği canlı tutuyor. Dubai, Batı’daki sanat merkezlerinde temsil edilmeyen farklı coğrafyalar için bir buluşma noktası hâline geldi. Bu yüzden benim için sanatı geleneksel Batılı formların dışında algılayan bu coğrafyalarla, gelecekte onların temsil edilmeleri için çalışmak çok önemli. Gücü elinde bulunduran bölgeler tarafından empoze edilen bir takım kural ve zevkleri her zaman takip etmediklerini gözlemliyoruz bu bölgelerin. Örneğin Latin Amerika, Afrika, Güney Asya, Orta Asya ve Orta Doğu. Daha ziyade bunlara odaklanıyoruz. Dubai’de bu farklı enerjilerin bir araya gelip uluslararası sanat sahnesinde anlam kazanacağı bir ortamı nasıl yaratabiliriz? Muhafazakar ve dindar olanla, Batılı anlamda gelenekselleşmiş olan arasında bir denge yaratmak önemli. Sanatçıların hiçbir kural olmayan bu merkezlerde nasıl ürettikleri ve bu üretim merkezlerinin bugünlerde nasıl yozlaşmış ya da tam tersine öncü konumda oldukları üzerine bir tartışma başlatıyoruz. Batı’dan gelen galerilerin Doğu’dan gelen diğer galerilerle nasıl iletişime geçtiğini görmek heyecan verici. Çünkü bizim için önemli olan fuarda kaç tane önde gelen galerinin yer aldığından ziyade, erişimi daha zor olan coşkulu, genç, yerleşmiş projelerin kalitesi ve birbirleriyle kurdukları diyalog. Bir gazeteci bana “Evet ama yalnızca şu kadar galeri var...” Deyince çok rahatsız oluyorum. Hayır bir sanat fuarının kalitesi bu şekilde ölçülemez. Bir sanat fuarının kalitesi ziyaretçilere ve izleyicilere onları ne kadar düşündüren, keşfetmelerine yol açan, tarihi tekrardan yazdıran bir şeyler sunabilmekle alakalı. Benim için Art Dubai’yle alakalı en önemli şey bu. Güncel sanata farklı yaklaşımları anlamaya zorlanıyor olmanız. Bu tavır sanırım yalnızca Art Dubai’yle özgü. 48 milletten 100 galerinin katıldığı, dört bölümden oluşan küçük bir fuar aslında. Bu bölge uluslararası sanat fuarlarının yalnızca yüzde birini temsil ediyor. Gerçekten yenilikçi bir tavrı olan sanat fuarlarına gittiğinizde genelde daha uluslararası bir ortamla karşılaşıyorsunuz çünkü çok daha geniş bir skala sunuyor. İşte bu beni çok heyecanlandırıyor. Bu yıl da Art Dubai’ye katılan galerileri görünce şaşıracaksınız. Klasik fuarlardaki listelerden çok daha farklı bir listeyle karşılaşacaksınız.

Uluslararası sanat fuarları ile franchise sanat fuarları arasındaki rekabet hakkında ne düşünüyorsunuz?

Benim için franchise’nin anlamı şu; bir kalıptan bir şey üretiyor, sonra onu ihraç edip yeni bir pazarda tekrardan satıyorsunuz. Yani burada orijinallikten bahsedemiyoruz. Tabi bu kime hitap ettiklerine, yerel toplulukla kurdukları ilişkilere de bağlı. Herhangi bir yerde iyi bilinen Batılı bir sanat fuarının franchise’sini gerçekleştirdiğinizde, o an orada gerçekleşen yerel meselelere karşı hassasiyet göstermezseniz başarılı olma şansı çok düşük. İstanbul’u bilen, birinin İstanbul’da uluslararası bir fuarın franchise’sini onu gerçeğe uyarlayarak açıyor olması daha farklı tabii. Uygulamada hassasiyet gösteren franchise'lerde sorun yok ama düşünün Art Basel yarın İstanbul’da açılsa, ya toplumun gerçekleriyle uğraşmanız gerekir ya da iki yıl içinde kaparsınız. Yani eğer toplumu tanıyan ve o an o şehirde olan meselelerle bağlantı kurabilecek birini bulursanız bence sorun yok. Ancak daha büyük kurumlarla ilgili problemler olacaktır çünkü kaç büyük kurumun yerel hassasiyetlerle gerçekten bağlantı kurabileceğinden emin değilim. Göçebe bienaller bir yere inip o şehirle bağlantıya geçmeye çalışırken neler olur? Manifesta iyi bir örnek. Atina’daki Documenta’nın orada yaşayan insanlar üzerindeki etkisini incelemek de ilginç olabilir.

Fuarların yerel sanat ortamını desteklemek gibi bir misyonları olduğunu düşünüyor musunuz? Sizce fuarlardaki yerel-uluslararası dengesi nasıl olmalı?

Tabii ki desteklemeliler, bu varoluşlarının doğası. Ayrıca kavramsal ve estetik olarak neyi destekledikleri ve izleyicinin kaliteyi anlaması için ne yapıldığı da çok önemli. Kimdir bu sanat galerisi? Kalıcı olarak mı oradadır? Sanat fuarlarının kendi söylemleri ve şeyleri kendilerine özgü yapış şekilleri olmalı. Bir sanat fuarının ilk görevinin neyi desteklediğini açıkça ifade etmek olması gerektiğini düşünüyorum. Bazı yerlerde bu epey kolayken bazı yerlerde daha zor. Toplumu dahil etmek bence en iyi yol çünkü yerel halkın enerjisini dahil etmediğin sürece başarılı olamazsın. Ama yerel sanat profesyonelleriyle derleyebilir, üzerine tartışabilir, birlikte çalışabilirsiniz.

Böylece paralel etkinlikler, konuşmalar, paneller gibi buluşmalar da doğuyor... Evet, kâr amacı gütmeyen programlar...

Bir yandan bu bazı oluşturmak için ve daha büyük bir topluluk meydana getirmek, daha fazla izleyiciye ve koleksiyonere ulaşmak için farklı etkinlikler düzenlemek gerekiyor çünkü daha çok daha büyük bir sistemin parçasıyız ve bu sanat topluluğunun toplumun büyümesi için araçlar üretiyoruz. Bu sadece bir haftalık bir süreç de değil, tüm seneyi kapsıyor.

İstanbul sanat ortamı hakkındaki düşünceniz nedir?

İstanbul bu anlamda çok heyecan verici ve hareketli bir sanat ortamına sahip. Galeriler, kurumlar, kâr amacı gütmeyen sanatçılar tarafından işletilen mekânlar ve çok da bilinçli bir koleksiyoncu tabanı. Türkiye Art Dubai’nin DNA’sının bir parçası. Dubai’yi Türkiyeli sanatçılar olmadan düşünemiyorum. İstanbul’la daha sağlam bir ilişki kurmak istiyorum ve şimdiden önümüzdeki sene ve diğer edisyonlar için ilginç projeler ve teklifler gelmeye başladı.

Art Dubai 2019’la ilgili ipuçları verebilir misiniz?

2019 çok heyecan verici olacak. 2019’da fuara Bawwaba adlı bir bölüm ekliyoruz. Bu alanda on solo proje yer alacak. İlk edisyonun küratörlüğünü konuk küratör Élise Atangana yapacak ve videolar, yerleştirmeler, mural’lar gibi daha kavramsal işlere odaklanacak. Bawwaba, Arapçada kapı/geçit anlamına geliyor ve adından da anlaşılacağı üzere ziyaretçilere Güney ülkeleri hakkında iyi bir okuma sunarak buradaki sanatsal gelişmeler için bir kapı olacak. İlk edisyonun başarısından sonra, Residents bölümü de 2019’da tekrarlanacak. Bu alan iki ana salon arasındaki ilk mekânından Mina A’salam’a taşınacak ve yalnızca Latin Amerika’ya odaklanacak. Residents’in ikinci edisyonunun küratörlüğünü Brezilyalı Fernanda Brenner ve BAE’li Munira Al Sayegh yürütüyor. Brenner ve Al Sayegh, seçtikleri 15 galeriden belirli sanatçıları BAE’de iki ay kalıp, sanat üretmeleri için davet ettiler. Residents için coğrafi odaklanma, bölümler arasında ziyaretçilerin deneyimini düzene koymayı gerektiriyor. BAE ve Latin Amerika’daki pratikler arasında bir diyalog oluşmasına ve sanatçıların ifadelerine ortam hazırlayıp, daha önce fark edilmemiş paralelliklerin de altını çizebilir.

Bağımsız sanat, off space sergiler hakkındaki düşünceniz nedir ve sanat profesyonelleri bunun sürdürülebilir olması için neler yapabilir?

Bunlara ihtiyaç var ve kesinlikle desteklenmeli. Bazıları çok heyecan verici think-tank’ler. Benim beğendiklerim, farklı bir açıklık getiren deneysel bir yaklaşıma sahip. Bu alanların ticari galeriler gibi farklı dinamikleri var. Gerçi bugün bu bağımsız, off space ya da sanatçılar tarafından yürütülen mekânlarla ticari galeriler arasındaki sınırlar çok net değil. Açtığınız her proje alanı sürdürülebilir olmalı, dolayısıyla ticari bir yaklaşıma ihtiyaç var. Bu noktada ihtiyaç duyulan şey koleksiyonerlerin desteği. Ancak burada, bir tanıtım hamlesine dönüştürmeden, sessizce ve görünmez şekilde verilen desteklerden bahsediyorum. Bu şekilde davranan koleksiyonerleri çok değerli buluyorum.

Comments


bottom of page