top of page
Mine Kaplangı

Saklı Görüşmeler XV


Saklı Görüşmeler, Mine Kaplangı'nın güncel sanat alanında aktif rol oynayan kişilerle yaptığı beklenmedik görüşmeler sırasında onlara ansızın yönelttiği tuhaf sorulara verdikleri cevapları derliyor ve her ayın son günü yayınlanıyor. Serinin on beşinci röportajında Viron Erol Vert’i ağırlıyoruz

Viron Erol Vert

Saklı görüşmeler serisinin on beşinci röportajı sanatçı Viron Erol Vert ile Villa Romana misafir sanatçı programı nedeniyle bir süredir yaşadığı Floransa’da bulunan Villa Romana’dan geliyor. En son 2017 yazında Kunstraum Kreuzberg / Bethanien’da Born in the Purple adlı kişisel sergisini açmış olan sanatçının son dönem çalışmalarını ve yeni sergilerini web sitesinden takip edebilirsiniz.

Şu an İtalya’da Villa Romana’da bir misafir sanatçı programındasın, misafir sanatçı programına katılmanın en keyifli yönleri neler senin için?

Burada o kadar fazla sayıda ve farklı dünyalar, katmanlar ve anlar var ki her biri benim için çok değerli ve ilginç. Villa’da buralı olmamayı seviyorum, buranın yabancısı olmayı her şeye daha yansız bakabilmeyi özellikle de şehre ve kendinize karşı. Elbette ki bir yanıyla bu da çaba gerektiren bir süreç. Fakat benim ailemde de İtalya’da doğmuş kişiler vardı, örneğin anneannem ve büyük teyzelerim. Her ne kadar tüm hayatları boyunca İstanbul’da yaşamış olsalar ve tam birer İstanbul hanımefendisi gibi davranmış olsalar da şimdi daha iyi anlıyorum İtalya’ya ait o ufak detayların, renklerin, kokuların kaynağını. O yüzden ilginç bir şekilde burası oldukça tanıdık hissettiriyor.

Almanya ve Türkiye dışında seçme şansın olsa hangi ülkede yaşamak isterdin?

Sadece ikisi arasında gidip gelerek yaşamak isterdim.

Herkes mutlaka …. adlı eseri yakından görmeli.

Jean Fouquet’in The Melun Diptych adlı eseri ve Picasso’nun Guernica adlı eseri.

Son zamanlarda en çok ne üzerine düşünüyorsun?

Beden, ruh ve tin üzerine düşünüyorum. Özellikle de üçünün birbirleri ile olan ilişkileri ve geri kalan her şeye etki edebilmeleri üzerine...

Bu röportajı okuyacaklara senden tavsiyeler ve öneriler; nerede yemek yesinler, hangi kitabı okusunlar ve nerede yürüyüş yapsınlar?

1. Mutlaka pazar akşamları Bomonti’de kurulan bit pazarına gidip gözleme yemeli

2. Lucretius’un De rerum natura şiirini okusunlar

3. Büyükada’da eylül ayında Kadıyoran yokuşundan Aya Yorgi’ye yürüsünler. Berlin’e yolunuz düşerse de kışın soğuk bir akşamüstü Potsdam’dan Glienicker köprüsü üzerinden Wannsee’e yürümeli...

Senin için çok önemli bir hatırası olan bir objeden bahsetmeni istesem, hangi objeyi anlatırdın?

Kendi param ile aldığım ilk obje olan lambadan bahsederdim. Kapalı Çarşı’dan aldığım Alaaddin’in lambasına benzer pirinçten yapılmış bir lambaydı. Babam çok pahalı olduğunu ve antika olmadığını söyleyerek şikayet etmişti fakat ben lambanın eski olup özel güçleri olduğuna inanıyordum.

Born in the Purple adlı son kişisel sergin hakkında ne düşünüyorsun?

HKF Berlin’in desteği ile bu sergiyi geçen sene yapabilme fırsatı benim için çok değerliydi. Oldukça kişisel ve benim için duygusal bir sergi oldu. İlk defa bir sergiye çocukluğumdan anıları, anneannemin Osmanbey’deki evinden aile yadigarlarını, aile hatırlarımızı, iletişim biçimlerimizi koyabildim. Belki yaşımın ilerlemesi belki de bugünlerde her şeyin çok hızlı değişmesinden de olabilir ama uzun zamandır bu detayları bir şekilde ortaya çıkartmak onlar üzerine konuşabilmeyi arzuluyordum. Bu sergi sayesinde bu kişisel ihtiyacımı da açık bir şekilde önüme sermiş oldum, belki de bu tüm o anıları sonsuza kadar saklayabilmenin, gelecek dünyalara saklayabilmenin bir yoluydu, bilemiyorum. Şimdi üzerinden bir sene geçtiği için dönüp baktığımda diyebilirim ki bazı kapıları kapayabilmek, aynı zamanda da yeni kapılar açabilmek için de yaptım diyebilirim bu sergiyi.

Sence sergiler yeteri kadar kitlelere/insanlara ulaşabiliyor mu?

Kesinlikle hayır.

Son zamanlarda izlediğin en etkileyici belgesel hangisiydi ve neden?

Bir çok sayabilirim ama bir tanesini seçmek yerine daha çok Rönesans’ın doğuşu, o dönemin Bizans ve İslam kültürü ile ilişkileri ve daha sonra gelişerek Kuzey Avrupa’ya etkileri ve günümüze kadar süren kalıntılarına odaklanan dönem belgesellerini seviyorum diyebilirim.

Berlin’de en sevdiğin mekan hangisi?

Kış aylarında Berlin Bode Müzesi’nin girişi, gece geç saatlerde Berlin’de Prenzlauer Berg’deki Konnopke's Imbiss ve Palast der Republik’in yıkılmadan önceki boş hali.

Genelde düzenledikleri her sergiyi ilgi ile geziyorum dediğin bir sanat mekanı var mı?

Bence …… konusu abartılıyor.

İnsanlığın evrimin tepe noktasını oluşturduğu.

Bilgisayar önünde vakit geçirmeyi seviyor musun?

Evet ama sadece İnternet olduğunda.

Bu sene gördüğün en etkileyici iş kime ait ve nerede gördün?

Aklıma üç farklı an geldi; İlki Floransa’da Uffizi Galeri’de gördüğüm Giotto di Bondone’ye ait mihrap, ikincisi gene Floransa’daki Santa Maria Novella kilisesinin içindeki fresklerin tümü, diğeri ise Palermo’daki botanik bahçesi. Bir de yine Palermo’da bulunan Palazzina Cinese.

Küresel ısınma ile ilgili ne düşünüyorsun?

Her şeyi mahvettik ve hala ne kadar büyük bir zarar verdiğimizi farkında değiliz!

Başından geçen en garip doğa üstü olay neydi?

Yaklaşık 20 sene önce Büyükada’nın Maden Mahallesi’nde eski ahşap bir köşkteyken, bu köşkün satılık olduğunu öğrenmiştim. Köşkün içinden bana doğru yayılan garip bir his, bir enerji vardı. O sıralar yanımda olan kız arkadaşıma bu hissettiklerimden bahsedip, onu korkutmak için orada birinin öldüğünü ve ruhunun da hala evin içinde olduğunu fakat bu musallat olma durumunun pek de neşeli bir hikayesi olmadığından bahsetmiştim. Günler sonra annem ile sohbet ettiğimiz bir gün ona da evden ve hissettiklerimden bahsettim. Bana o evde Rum bir ailenin yaşadığı hatta anneannemin de aileyi yakından tanıdığını ve yıllar önce ufak torunlarının bahçedeki çeşmeye düşüp boğularak vefat ettiğini anlattı. Bu korkunç olaydan sonra ailenin hep mutsuz bir yaşam sürdüklerini ve daha sonra da aile fertlerinin her birinin sırayla üzüntüden öldüklerini öğrendim.

E-kitap mı, basılı kitap mı?

En sevdiğim kitap, bana başkası tarafından okunan kitap.

Trenle mi seyahat tercih edersin, vapurla mı yoksa uçakla mı?

Öncelik her zaman vapur, daha sonra tren en son uçak diyebilirim.

Çok özlediğin bir koku var mı?

Elbette, anneannemin kokusu.

Hiç denemediğin ama pratiğimde kullanmak isterim dediğin bir teknik / araç var mı?

Aslında birçok farklı teknik ve araç ile üretimler yapmanın benim pratiğimin bir temeli olması nedeniyle sürekli yeni şeyler denemekteyim. Fakat son zamanlarda özellikle ellerimi daha çok kullanarak üretmem gerektiğini düşünüyorum. Şu an devam ettiğim misafir sanatçı programında resim üzerine düşünmeye ve denemeye başladım, sanki uzun zamandır kapalı olan bir kapı açıldı önümde. Keşfedecek çok şey var, elbette ki sürekli olarak bu evrenin ne kadar geniş ve dipsiz olduğunu hissediyorum fakat bir yandan da her yeni araç, alan, dünya gibi bu da hem korkutucu hem de heyecan verici.

Hangi düşünür ile akşam yemeği eşliğinde saatlerce sohbet etmek isterdin?

Hannah Arendt, Vera F. Birkenbihl, Johann Sebastian Bach, Leonardo da Vinci

ve Epikuros ile bir akşam yemeği yemek isterdim.

Bizlere önermek istediğin bir televizyon dizisi var mı?

Once Upon a Time... Life

Bu sene .... üzerine okumaya ve araştırmaya daha çok zaman ayırmalıyım.

21. yüzyılda ortaya çıkan malzeme kültürü ve yaşadığımız toplumlar ile olan bağları ve ilişkileri

Doğa ile ilişkini nasıl tanımlarsın?

Benim için doğa temeli oluşturuyor diyebilirim, ne yazık ki doğa ile yeteri kadar vakit geçiremediğimi düşünüyorum.

Fakat doğanın her şeyin kaynağı, onun sayesinde hayatta kalabiliyoruz. Öte yandan doğanın benim için ve özellikle de sanatsal üretimlerim için de özel bir yanı var. Çünkü küçüklüğümden beri doğadan ilham alan masalları, fablları dinleyerek büyüdüm. Doğanın bana ilham vermesinin yanı sıra bizlerle çok büyülü bir ilişkisi olduğunu düşünüyorum, hem duygusal, hem manevi.

En son kiminle çok hararetli bir tartışma yaşadın ve konu ne idi?

Berlin’deki evimin ev sahibiyle tartıştım. Duvarda 3 cm’lik bir delik açtığım için beni avukatı aracılığıyla evden attırmaya çalıştı ki evi daha yüksek bir kira bedeli ile başkasına kiralayabilsin! Berlin’e hoş geldiniz!

Sergi adı .... olan bir sergiyi mutlaka merak ederdim!

Ruhunu koklayabilir miyim?

Köpek mi, kedi mi?

İkisi de ama sürekli değil.

Gerçekten nasıl işlediğini anlamıyorum dediğin bir mekanizma var mı?

Eğer hayat da belirli bir mekanizmaya bağlı ise, hayat!

İstanbul’a geldiğinde ilk önce nereye uğrayacaksın?

Önce Osmanbey’den taksiye binip Ortaköy üzerinden ikinci köprüden karşıya geçerek Boğaz’a karşı bir çay içerim. Daha sonra eski (!) vapurlardan birine binerek Adalar’a ya da Kadıköy’e giderim ve orada anneannemin de çok sevdiği Kandil’de öğle yemeği yerim.

....yı tekrar tekrar sıkılmadan dinlerim.

Eric Leslie Satie’den Gnossienne No. 1 (Lent), Rosa Eskenazi’den E Kardia Mou Theli ve J.S. Bach’ın Aus der Tiefen, ruf, ich Herr zu Dir adlı bestesi…

Comments


bottom of page