Doğu Özgün'ün Apotheke isimli kişisel sergisi 18 Şubat - 8 Mart 2025 tarihleri arasında Ferda Art Platform'da gerçekleşiyor. Sanatçının teselli kavramı etrafında şekillenen yapıtlarını ele alıyoruz
Yazı: Bengü Cennet Coşkun Fotoğraflar: Barış Özçetin

Doğu Özgün, Theseus ve Minotor, 2024, Kâğıt üzerine yağlı boya, 84x64 cm
Yaşam bize her an bilmediğimiz yeni pencereler açıyor ve hiç bakmadığımız, bilmediğimiz yönlerden gösteriyor kendisini. İşte bu yazı da bunun kanıtı diyebiliriz. Latin Dili ve Edebiyatı alanında yaptığım doktora tezinin, bir gün pek sevgili Doğu’nun araştırmasıyla karşısına çıkacağını ve onun deneyimine eşlik ederek sergisine kaynak oluşturacağını düşünmemiştim; ama oldu. Bu bir akademisyen için öyle şevklendirici bir şey ki, bir sanatçıya ilham olacak bir çalışma yapmak insanı yaptığı işe yeniden bağlıyor adeta. Size başlıkta da içeriğini gördüğünüz doktora tezinden biraz bahsetmek, genel hatlarıyla içeriğini kısaca aktardıktan sonra, Doğu’nun teselli kavramının etrafında biçimlenen eserlerinden de bahsedecek ve yine alanıma dair ipuçları bulduğum Theseus-Minotauros ve Ariadne’nin yeniden yorumlandığı eserlere de değinmeden edemeyeceğim.
Öncelikle teselli kavramı ve onun edebi bir tür oralar kısa tarihinden bahsedelim. Antik çağda başlayan ve Hristiyanlık geleneğine kadar devam eden teselli yani consolatio türü metinler, insana dair en karanlık yanları yansıttığı için zamansız ve evrenseldir. Consolatio kelimesinin ortaya çıkış serüveninden de anlaşılacağı gibi tesellinin bir edebi tür olarak kullanılmasının temelinde birinin bu görevi üstlenmesi fikri yatar. “Avutmak, rahatlatmak, çözmek” anlamına gelen solor fiili, “yalnız bırakmak, terk etmek, yanında olmamak” anlamına gelen desolor ve “birinin yanında olmak, destek olmak, teselli etmek” anlamına gelen consolor olarak iki karşıt anlamda karşımıza çıkar.[1] Consolor da “bir şeyle teselli etmek” anlamında, özellikle Cicero’nun kullandığı haliyle dile yerleşir.[2] Bu fiilden isimleşen consolatio ise dişil bir kelime olarak “teselli, avuntu” anlamını alır;[3] bir diğer anlamı “teselli edici metin, teselli eseri”[4] olan kelime, son olarak da “korkuları yok eden, yüreklendirici olan” anlamına gelir[5] ve genellikle Cicero’nun eserlerinde karşımıza çıkar. Roma’nın Cumhuriyet döneminin önemli devlet adamı ve düşünürlerinden olan Cicero, teselli edebiyatının Roma’daki ilk örneklerini vererek biricik kızını erken yaşta kaybettiği için onun acısına dayanmaya çalışan bir baba olarak karşımıza çıkıyor ve doktora tezinin ana konusu oluyor. Teselli türü üzerine çok fazla akademik çalışmanın bulunmadığı ve bulunan çalışmaların da çok eski olduğunu söylemeden edemeyeceğim. 1937’lerde teselli edebiyatı üzerine en kapsamlı araştırmalardan birini yapmış olan ve Teselli türünde verilen eserlerden ve onların yazılış sebeplerinden bahsederken “mükemmel çalışan birer ruh eczanesi” [6] benzetmesini yapan Faves’in bu edebi tür hakkındaki yorumu şöyledir: “Acı çekme anlayışı insanlığın tarihi kadar eskidir ve teselli ihtiyacı bu anlayışla beraber doğmuştur. Ama bu teselliyi nerede aramalı? Yahudiler dine başvururlardı; örneğin Zebur sureleri, başına gelen tüm kötü şeylere karşı acı çeken kişinin yüce sığınağını tanrıda bulduğu yerdi. Yunanlar ve Romalılara gelince, süreç çok farklı ilerler; onların gözünde din bireyden bağımsızdır, dinin esas görevi ya tanrıların öfkesini dindirmek ya da onların takdirini kazanmaktır, içsel yaşamın dışında işleyerek kişinin kederini yok etmek için hiç bir çare üretmez. Yunanlar ve Romalılar din konusunda insan odaklıdır. Yaşlı Achilleus tedavi edici sözlerin varlığından bahseder. Euripides ‘acı çeken kişi için bir arkadaşın sözleri tedavi edicidir’ der. Acı çeken kişiye gösterilen yakınlık insani reçetelerin en etkili olanıdır kuşkusuz, dolayısıyla bu yakınlık karşımıza nadiren çıkan pagan teselli metinlerinde de bizi her şeyden çok heyecanlandırır.”[7]
Bir edebi metinde duyulabilecek en samimi, en içten ve kucaklayıcı tavır teselli eserlerinde görülür. Benim bu konuya yönelmem ve çalışmamın sebeplerinden biri de buydu doğrusu. Okuduğum derin felsefi metinlerde insanlığa, insanın trajik varoluşuna dair o kadar çok söz buldum ki, bu alanın tüm insanlığa dair değişmez olguları ele aldığını ve bunları en derin kuyulara girerek, ruh dünyasının en ücra köşelerine yolculuk ederek yapmak zorunda olduğunu anladım. Zira Tesellici’nin (consolator) ilk görevi kapalı kalmış, ortaya çıkmasın diye saklanmış olan tüm acıları ortaya dökmek ve acı çeken kişinin onlara dair fikirlerini, yüklediği anlamları tek tek irdeleyerek tüm anlamını boşaltmak, o saklı kederi ortadan kaldırmaktır. Bu açıdan teselli türü metinlerin içi psikolojik ve ahlaki değerlerle doludur ve bu yüzden de Yunan ve Roma’daki düşünürlerin bu görevi özel bir itinayla yerine getirirler. Bu görevi üstlenmiş olan felsefecilerden bazıları sorunu kuramsal çerçevede ele alır ve genele yönelik eserler verirler, azımsanamayacak sayıdaki diğerleriyse belirli konulara eğilir ve daha kısa denemeler kaleme alırlar ve çoğunlukla mektup türünde eserler verirler. Herhangi bir felsefe okulunun bu konudaki doktrinini göz ardı etmeyip, yine de pratik amaçlara kasten bağlı kalmanın, tesellinin karakteristik biçimlerden biri haline geldiği söylenebilir.[8] Bu gibi örnekler bulmak oldukça kolaydır aslında; örneğin Yunan felsefeciler arasında Krantor,[9] başkalarının acılarını dindirme görevini üstlenmiştir. Yunanca adı encomion olan ve teselli olarak adlandırabileceğimiz bu eserler, teorik felsefi düşüncenin yardımıyla çekilen acının tedavi edilmesi fikriyle kaleme alınır. Krantor’un özellikle felsefeyi kullanarak teselli ettiği ve oldukça bilindik bir örnek olduğu da açıktır.[10] Jerome, Hellidorius’a yazdığı teselli mektubunda Cicero’nun tesellisinde Krantor’u örnekleyerek yazdığını açıkça dile getirir.[11] Felsefenin Antikçağda nasıl bir rol oynadığı düşünüldüğünde, felsefecilerin neden bu alana girdikleri aslında çok da şaşırılacak bir durum değildir. Cicero Tusculum Tartışmaları (Tusculanae Disputationes) eserinde felsefecileri teselli ediciler olarak da niteler ve çeşitlerinden bahseder. Tek amaçları ruhu rahatlatmak olan kişiler, buna yönelik argümanlar öne sürerler, kimisi Kleanthes gibi kötülüğün var olmadığını iddia eder, kimisi Epikuros gibi dikkati kötülükten iyiliğe çevirmek gerektiğini söyler, ama hepsinin amacı yas tutan kişinin aklındaki soru işaretlerini yok etmektir.[12]
“Teselli edecek kişinin görevi şunlardır; kederi kökten yok etmek veya sakinleştirmek, olabildiğince hafifletmek veya durdurmak, uzun süreye yayılmasını ya da başka yöne ilerlemesini engellemek. Kimisine göre teselli edicinin yegâne görevi kötünün hiç olmadığını savunmaktır, Kleanthes’in düşündüğü gibi. Kimilerine göre kötülüğün büyütülmemesidir, Peripatetiklerin düşündüğü gibi. Kimisine göre dikkatin kötüden iyi olana çevrilmesidir, Epikuros’un düşündüğü gibi. Kimisine göre öngörülemeyen bir şeyin olmaması yeterlidir, Kyrene okuluna mensup olanların düşündüğü gibi. Öte yandan Khrysippos, birini teselli etmek için asıl yapılması gerekenin, kederli kişinin aklına kazınmış olan kederli düşünceyi kökten yok etmek olduğunu kabul eder, teselli edilen kişi eğer isterse bunu, zorunluluk saydığı günlük bir görevden kaçmak gibi düşünebilir. Bu çok sayıdaki teselli etme yollarının tümüne birden odaklanmanın pek çok iyi yanı vardır (herkese farklı yöntemler etki eder), ben de Consolatio’da hepsini tek bir yerde topladım; çünkü ruhum huzursuzluğa düşmüştü ve onun tedavisi için her şey deneniyordu.” (Cicero, Tusc. 3.31.76)
Cicero’nun kendi tanımıyla tesellinin nasıl yapılacağını ve bu edebi türün nasıl bir yapıya sahip olduğunu da gördükten sonra, doktora tezinin iddiasından bahsedeceğim kısaca. Tezi yazarken Cicero’nun kızının ölümü ardından yazdığı metinlere odaklanmıştım ki, kızın ölümünden önce oğullarını kaybeden Titius diye birine yazdığı bir teselli mektubunu buldum. Bu bir eureka anıydı! İÜ. Klasik Filoloji koridorlarında koşarak hocamın odasına girdim (sene 2009), büyük bir heyecanla sordum, acaba düşünürün bu mektubunu kılavuz alarak, elimize ulaşmamış olan teselli eserini yeniden yazabilir miyiz? Böylelikle Cicero’nun yakınını kaybetmiş birini nasıl teselli ettiğini görebilir ve onu teselli edişini örnek alarak yas tutan bir insana neler söylenebileceğini, nasıl teselli edilebileceğini görmüş olabileceğimizi düşünerek harekete geçtim. Bu mektup daha önce beş bölüme ayrılarak incelenmişti, biz de Cicero’nun tesellisini beş bölüme ayırdık ve bu başlıkların altını düşünürün eserlerinden alıntılarla doldurduk. Bu bölümlere kısaca değinerek, Doğu’nun eserleriyle nasıl ortak bir dili olduğundan bahsedeceğim.
1. Lex Naturae (Doğanın Yasası): Cicero’ya göre ilkin insanın zaten acı çekmek üzere dünyaya geldiğini unutmamak gerekir, doğanın yasası değişken değildir. Her anne-babanın çocuğunun sağlığından endişe duyacağını, hatta onu kaybetmenin derin bir üzüntüye sebep vereceğini hatırlatır kendisine. Cicero bu acıyı yaşayan dünyadaki tek kişi değildir. “Oldukça basmakalıp olsa da her zaman sözlerimizde ve aklımızda tutmamız gereken bir teselli kaynağı var: hatırlamalıyız ki biz kaderin silahlarının yönettiği bir hayata doğmuş insanlarız; yani doğduğumuz hayatın şartlarını göz ardı edemeyiz, ya da herhangi bir önlem alsak da kaçınamadığımız bu talihsizliklere böyle şiddetle baş kaldıramayız ve başkalarının başına gelenleri hatırlayarak, bizim başımıza farklı bir şey gelmediğini iyice anlamamız gerek.” (Cicero, Fam. 5.16.2)
2. Status Ipse Nostrae Civitatis (Bizim Vatanımızın Kendi Durumu) : İkinci olarak o sırada Cumhuriyet’in içinde bulunduğu zor durum ve Roma’nın bu içler acısı hali göz önünde bulundurulmalıdır, ona göre böyle bir zamanda bir baba oğlunun öldüğüne daha az üzülmelidir. Cumhuriyetin ve doğal olarak Roma’nın durumu o kadar kötüdür ki, bir baba çocuğunun ölmesine bile, sırf böyle bir dönemde yaşamış olmasından iyi varsaydığı için, üzülmemelidir artık. Cicero’ya göre böylesi bir devlette yaşamaktansa ölmek daha iyi bir seçenektir.
“Ama ne bunlar, ne de tesellinin diğer kaynakları -ki bunları ileri sürmek en iyi felsefecilerin işidir ve edebiyatta örnekleri vardır- yeterince işe yaramayacağa benzer, çünkü devletin içinde bulunduğu durum ve bu kötü zamanlardan dolayı yaşadığı bozulma çocuğu olmayanları bizden daha mutlu yapıyor, ve çocuklarını böylesi bir badirede kaybedenlerse artık devletin iyi günlerini yaşarken olacakları kadar perişan olmuyorlar, aslında hiç olmuyorlar.” (Cicero, Fam. 5.16.3)
3. Nihil Mali Esse in Morte (Ölümde Kötü Hiçbir Şey Yoktur): Üçüncü olarak akıldan hiç çıkarılmaması gereken ölümün kötü bir şey olmadığıdır. Ölüm, yalnızca iki şey olabilir Cicero’ya göre ya ruhun göğe yükselip özgürleşmesi, ya da bir hissizlik halidir; her ikisi de ölümün kötü olmadığının kanıtıdır. “Eğer kaybın seni etkiliyorsa, ya da sen kendi durumunu düşünüp kederleniyorsan, ben senin acının kendi kendine kaldığında öyle kolay yok olmayacağını düşünüyorum. Öte yandan sıklıkla hem okumuş, hem işitmiş olduğum şeyden sana bahsetmediğimden, ölenler için kederleniyorsun, (ki aslında senin hassas doğana uygun olan da budur) ölümde kötü olan bir şey yoktur. Eğer ölümden sonra hala hissiyat varsa, bu his ölümden çok ölümsüzlük olmalıdır. Diğer taraftan eğer tüm hisler kaybolmuşsa, hissedilmeyen bir şey keder olarak tanımlanamaz. Buna rağmen şunu şüphe duymadan onaylayabilirim, bana öyle geliyor ki devletinin başındaki karışıklıkları, üzerine kurulan planları ve tehlikeleri arkasında bırakıp giden biri kurtulmuş düşmüş demektir. Alçakgönüllülük, dürüstlük, erdem, erdemli işler, güzel sanatlar üzerine bahsetmediğim ne kaldı geriye, özgürlük ve güvenden başka?” (Cicero, Fam. 5.16.4)
4. Gravitas et Sapientia Tua (Senin Bilgeliğin ve Ağırbaşlılığın) : Dördüncü olarak acı içindeki kişi sağlam karakterini göz ardı etmemeli ve ona uygun davranmalı, metanetli olmalıdır. Kederinin dehlizinde kaybolup erdemli duruşu ve edinmiş olduğu bilgi birikimini unutmamalıdır. Tesellisinin ilk kısmında doğanın değişmez yasasından, ölümün dayanılamayacak her şeyin kurtuluşu olduğundan ve korkulmaması gereken bir şey olduğundan bahseden Cicero, ruhunun özgürleşeceğinden bahsederken adeta ölümü yüceltir. “Böylece senin acının tek bir çaresi kalıyor, bu çare acınla değil ama yalnız seninle ilgili olacak; bunların çocukluğundan beri gösterdiğin sağlam karakter ve bilgelikle bağlantılı olmadığı göz önünde bulundurulduğunda, sevdiklerinin başına bir felaket veya kötülük gelmiş gibi, uğradığın talihsizliğe aşırı tepki gösteriyorsun. Oysaki senin hem özel yaşamında, hem de halkla ilgili yaptığın işler, saygınlığını korumanı ve istikrarlı karakterini desteklemeni sağladı. Uzun zaman diliminin ta kendisine nasıl ulaşılır, çünkü en büyük acıları da o uzun zamanla iyileşir; bunu yansıtma ve bilgelikle öngörmeliyiz.” (Cicero, Fam. 5.16.5)
5. Medicina Temporis (Zamanın İlacı) : Son olarak da Cicero’ya göre, yas tutan kişi zamanın yaraları iyileştireceğini öngörmeli ve bu tedavinin sonuçlarını sakince beklemelidir. Zaman taze yaraların kabuk bağlamasını sağlayan en tesirli ilaçtır. Bu aşamaların sonucunda teselli edilen kişinin kederinin, tamamen yok edilmese de, en azından hafifleyeceğini düşünen Cicero,[13] kendini de bu şekilde teselli etmeyi başarmıştır. Cicero, bir doktor edasıyla hastasına ilaçlarını gerekli dozlarda ve adım adım vermiştir. “Uzun zaman diliminin ta kendisine nasıl ulaşılır, çünkü en büyük acıları da o uzun zamanla iyileşir; bunu yansıtma ve bilgelikle öngörmeliyiz. Doğrusunu istersen eğer ortada oğlunu kaybetmiş bir kadının zayıf düşmüş ruhu varsa, er ya da geç tuttuğu yas sona erecektir; biz, geçen zamanın bize getireceği şeyi yansılayarak öngörmeliyiz ve zamanın ilacını bize vermesini beklemek yerine, akıl yoluyla daha önce elde edebiliriz/görebiliriz. Umarım ben bu mektupla seni etkileyebilmiştir ki beni başarıya ulaştıracak şeylere vardığımı düşünüyorum, ama tam tersi çok daha az bir güçle seni iyileştirmişlerse, o zaman senin için en iyisini isteyen biri ve senin dostun olarak görevimi yerine getirmiş oldum.” (Cicero, Fam. 5.16.6)
Teselli edici (consolator), adeta bir doktor edasıyla hastasına ilaçlarını gerekli dozlarda ve adım adım vermiştir. Yukarıda da bahsettiğimiz gibi teselli edilen kişiye adeta bir hastaymış gibi yaklaşılmalıdır. Ancak ilaçların doğru adımlarla verilmesi gerekmektedir; aksi takdirde alınan ilaçlar ters etki yapabilir. Bu sebeple Cicero, tüm adımları dikkatlice atmıştır; ona göre verdiği tüm bu teselliler işe yaramazsa bilgisine sahip olduğumuz en son teselli zamanın gücüdür. Zaman, sabır gösterecek olan hastasının tüm yaralarını muhakkak ki saracaktır.
Solda: Doğu Özgün, Yabancı, 2024, Tuval üzerine yağlı boya, 170x68 cm Sağda: Doğu Özgün, Tiranlık, 2024, Tuval üzerine yağlı boya, 170 x 68 cm
Refik Doğu’nun eserlerine geldiğimizdeyse, açıkça gördüğümüz ortaklık ilkin Yabancı’da ve Tiranlık’da karşımıza çıkıyor. Cicero’nun ülkemizin hali diyerek, dönemin siyasi ortamının ne kadar kötü olduğunu, eski cennet Roma’nın artık Caesar gibi diktatörlerin eline geçmek üzere baskılandığını söylüyor. Herkesin memleketini bırakarak akın akın geldiği Roma’nın artık ideal bir merkez olmaktan çıkıp, çok sesliliğini kaybettiği ve halkı olmak istediği yerden uzaklaştırıp, yaşamak istediği halden çıkardığını söylüyor. Böylesi bir yerde yaşamaktansa ölmek daha iyidir diyor, zira Antik Roma’da devlet-aile-birey hepsi birdir; birbirinden ayrı düşünülemez şekilde bağlıdır. Belki de bugün hepsi birbirinden ayrı değerlendirilse de, insanın duygu dünyasında o kadar da ayrı değildir. Refik Doğu’nun kendi serüveninden yüzleştiği aidiyet sorgulamasının nasıl evrensel ve zamansız olduğunu böylelikle anlayabiliriz. Yabancı yıkık bir şehirden çıkan ve bunun izlerini taşıyan insanın böylesi “modern” bir dünyada yaşamak zorunda kaldığı sürgünü işaret eder gibidir. Yabancı’nın insan figürü varken, zorbada da yabancıda da insanı insan yapan, cemâl olarak derinliğini işaret edebileceğimiz, çehreleri yoktur veya görünmezdir. Öte yandan yaşadıkları yıkıntının iziyle yeniden bir varoluş kurar, hareketsiz ve görünmez olma çabasındadır, en büyük tesellisi, elbette devletlerinin kendi durumunun nasıl içler acısı olduğu ve böylesi bir durumun asırlardır devam eden siyasi bir döngü olduğunu bilmesi oluyor. Yaşamaya devam etmenin yeni bir neşesini bulmak insanın fıtratında var, Pandora’nın kutusundan umudu çıkardık, insanın lütfu olan aklı felsefenin tesellisini her daim yanında tutuyor, Doğu’nun da dediği gibi “teselli zorbalığa üstün” geliyor. Tiranlık’da başka bir perspektif daha vardır, yabancı yıkılan şehrin vatandaşıyken, zorba yıkılan yönetimin efendisidir. Ölümün olduğu yerde her şeyin anlamını yitirmesi gibi, zorbalık da kederin önünde anlamını kaybeder. Böylece Tiranlık’da çehresinin yerine beliren harfler ve onların anlamsız şekilde dizilimi, yıkılmış olanı yeniden kurmak yerine yıkılmış haliyle orada varlığına devam etmesi dikkat çekici.
Soldan sağa: Doğu Özgün, Kural Tanımaz Sürücü, 2024, Kâğıt üzerine yağlı boya, 90x95 cm Doğu Özgün, Üç Acayip Kafadar, 2024, Kâğıt üzerine yağlı boya, 90x95 cm
Doğu Özgün, Evhamlar, 2024, Kâğıt üzerine yağlı boya, 70x75 cm
Bu iki eseri andıran yaklaşımı Satranç serisinde de görebiliriz: Kural Tanımaz, Üç Acayip Kafadar ve Evhamlar yenilerek satranç tahtasından alınan piyonların kendilerine yeni bir gerçeklik kurmalarını temsil ediyor. Ait oldukları alandan ayrılmak durumda kaldıklarında, hayatta kalmak ve kendi oyunlarını kurmak üzere harekete geçiyorlar. Her iki açıdan da okunabilir gibi geliyor bana, biri yine ayrıldıkları yerin bir alternatifini oluşturma çabaları ve başka bir ihtimal yaratmaları; biri de kendilerindeki bilgelik ve ağırbaşlılığa güvenmeden, hatta yukarıda bahsi geçen herhangi bir teselli aşamasını beklemeden başlarına gelenler sonucunda pes etmeleri ve başka bir gerçeklik yaratmaları. Oysa yarattıkları gerçeklikte orijinal hallerini barındıramıyor ve başkalaşım yaşıyorlar, ne artık kendileri gibiler, ne de kendileri olmaktan tamamen vazgeçebiliyorlar.

Doğu Özgün, Doktor Bekleyiş, 2024, Tuval üzerine yağlı boya, 100x80 cm
Sergideki bir başka eser Doctor Waiting ise tesellinin son aşamasını bekleyen tarafımız, Zamanın İlacı, Medicina Temporis. Zaman her şeyin en etkili ilacıdır tüm tesellilerin en temelinde, ama tesir ettirene kadar bizim yaşadıklarımız, büyük bir çabayla sabredişimizi, görmez olan gözlerimizi, düşünemez olan aklımızı, hepsini inceliklerle yansıtıyor.
Attika’nın ünlü kahraman miti Theseus ve onun kurbanı olan Minotauros’un anlatısını da yeniden yorumlayan Refik Doğu’nun eserine baktığımda görkemli kahramanın sönükleştiğini, hem kurban hem katil olarak bir labirente hapsedilen canavar Minotauros’un da bir iş adamı gibi giyindiğini görüyorum. Yine bir başkalaşım geçiren iki mitolojik kahramanın birbirlerini yok etmek yerine, birbirlerine aşık olduklarını, anlatıdaki ataerkil tarafın törpülenerek bütün bilinenlerin ötesinde bir gerçeklik yaratıldığını görüyoruz. Hikayenin bir diğer tarafı olan zavallı Ariadne’yse burada terkedilmiş, oyuna getirilmiş, acınası tarafıyla değil, tam tersi kahramana yol gösteren aklın kaynağı olarak tasvir edilmiş. Bu yaklaşımın çok çarpıcı olduğunu düşünüyorum, zira mitolojik anlatının içinde de kadın ya katil olarak gösteriliyor, ya mağdur. Oysa burada Theseus’a canavarı öldürmesi ve labirentten sağ salim çıkması için eline ip vererek çıkış yolunu bulmasını sağlayan aklı temsil ediyor; başında ip yapan ipek böceğiyle Ariadne’nin aklı, kahramanı kurtaran sonsuz kaynak olur. Böylece her sene yedi erkek yedi kadın Atinalıyı yiyen canavarın hikayesi de, kahraman olmak için kendinden vazgeçen Theseus’un da, aptal yerine koyulan, bir kayalık kenarına terkedilmiş Ariadne’nin de anlatısı değişiyor, yeniden yazılıyor.
Hem teselli kavramı, hem ölüm, hem de yaşamda kalma üzerine yeniden düşünmemi sağlayan, uzun süredir tanış olduğum, resimlerini hayranlıkla takip ettiğim Doğu’nun benim çalışmamdan ilham almasıyla onurlandım. Bana sağladığı tüm yeni bakış açılarıyla Antikçağ edebiyatının iyileştirici gücünün ne denli geniş kanatları olduğunu fark etmeme sebep oldu; bu kanatların altında nasıl iyileştiğimi hatırladım ve yaralı nicelerine nasıl umut olabileceğimizi hissettim. Umarım bu ikili çalışma da hem okuyan, hem gören gözlere, gönüllere ilham olur. Ben kendi adıma hepsi için teşekkür ederim.
Comentarios