top of page

Project Space Festival Berlin 2019 üzerine


Berlin’in dinamik sanat hayatının aktörlerinden Project Space Festival Berlin, Haziran ayı boyunca kentin kamusal alanlarında her gün ayrı bir etkinlik gerçekleştirdi. Bu alanları bir gün için kendi kullanım amaçları dışına çıkararak deneysel sanat etkinliklerine sahne eden festival, farklı yaklaşım ve disiplinlerden 29 projeyi 29 ayrı mekânda ağırladı. Project Space Festival Berlin 2016’da Apartman Projesi Berlin ile katılımcı olarak yer alan Merve Ünsal, bu defa festivalin iki gününü izleyici olarak takip edip Art Unlimited için değerlendirdi

☕️ 8 dakikalık okuma

Limbo, Fotoğraf: Piotr Pietrus

Bir ay boyunca şehrin farklı yerlerinde gerçekleşen performans ve açılışlardan, pop-up sergilerden oluşan Project Space Festival Berlin ile tanışmam 2016 yılında Apartman Projesi Berlin aracılığıyla oldu. 2017’de Depo’da ilk performans-sergilerini gerçekleştiren kolektif, Nisan 2019’da ngbk’da (Berlin), Kuşla Göz Arasında’yı devam ettirmişti. Bu kolektifin ilk bir aylık inziva-birliktelik sürecinin sonucunu paylaştığı alan olan Project Space Festival’da, bir aylık çalışma sürecimizin sonuçlarını, yaptığımız videoları, festivalin ilk günü olan 1 Ağustos 2016’da paylaşmıştık. Ziyaretçi-izleyicilerimizle ilgili edindiğim ilk izlenim, süreci ve durumu anlamaya çalışmaktan gocunmayan, diyaloğu ön plana çıkaran bir kitle olmalarıydı. Bu bağlamda, 2019’da Project Space Festival’ı bu sefer bir izleyici olarak iki günlüğüne takip etme şansım olduğunda, festivalin şehirle olan ilişkisini sağlamlaştırdığını, küratöryel çerçevedeki yönlendirme ve bir araya getirmelerin işlediğini gözlemleme imkanım oldu.

Benim izlediğim 29-30 Haziran performanslarından bahsetmeden evvel, İstanbul’dan poşe’nin de Project Space Festival’a davet edilmiş olduğunun ve 10 Haziran’da Çilingir Sofrası başlığı altında performatif bir durum gerçekleştirdiklerinin de altını çizmek lazım. Diyalog ve eleştiri ihtiyacı duyanlar için kapısı açık bir alan olan poşe’nin “buluşmak, düşünmek, denemek, yapmak, yapamamak, yeniden düşünmek, yeniden denemek ve yeniden yapmak” vurgusunun Berlin’e taşındığında da bir alan koreografisi, yere ve duruma özgü bir mizansen yaratmak olması manidar. Project Space Festival’ın sanatçı merkezli adaptasyonlarıyla poşe’nin çözüm ve hal üreten tavrı ülkeler arası bir şekilde örtüşmüş gibi gözüküyor.

Limbo, Fotoğraf: Piotr Pietrus

29 Haziran’da izlediğim etkinlik, Julian-Jakob Kneer’in Kurfürstendamm’da yer alan bir vitrine yerleştirilmiş işinin açılışını aktive eden, tek seferlik bir performanstı. Limbo proje mekânının Ekim 2018’de başlamış olduğu Kurfürstendamm/Lehniner Platz’da gerçekleştirdiği sergi serisinde, bu mahallede yer alan kutu-vitrin olarak tanımlayabileceğim reklam alanlarına sanatçıların davet edilmesiyle gerçekleştirilen sergilerde, her sanatçı vitrinleri farklı bir şekilde kurguluyor. Kneer’in büyük bir süpermarketin önünde, sokağın köşesine yakın konumlandırılmış olan vitrininin içinde yer alan ahşaptan yapılmış heykel, mimari bir yapıdan ödünç alınmışa benziyordu. Koyu renk cilası, pürüzsüz yüzeyiyle dokunmayı davet eden Rokoko tarzındaki heykelin kıvrımları, süslemeleri ne kadar tanıdık olsa da vitrinin içine yerleştirilmiş olması bir şekilde bu heykeli zamansız ve mekânsız kılıyordu. Vitrin içine koyarak bağlamından koparmanın şiddetiyle yüzleştiren bu basit yerleştirmenin etrafında dolaştıkça hem gündelik hayatta karşılaştığım mimari yapıların detaylarına dikkat etmiyor olmamla yüzleştim hem de sergileme yöntemlerinin, vitrinlerin, dokundurtmamanın nesneyle, durumla yarattığı mesafeden dolayı ne kadar şiddet dolu olduğunu düşündüm.

Kneer ve Ella Plevin’in birlikte gerçekleştirdikleri performans, iki unsurdan oluşuyordu. Vitrinin içinde görüyor olduğumuz heykelin mumdan yapılmış bir kopyası, sokakta yere yerleştirilmişti ve performans başlarken bu mum yakıldı. Yavaş yavaş eriyen heykel, vitrinin içindeki “asıl” nesneye dokunamadığımızı hatırlatmakla birlikte zamanın, yerin, izleyicilerin de kaydını tutarak rüzgarla, insan bedenlerinin, arabaların hareketleriyle oynaşan alevi merkeze alıyordu. Bir süre sonra “sergi”nin adresine doğru yürürken zaten fark etmiş olduğum, uzun boylu, siyah elbiseli kadın, kurmaca olduğunu düşündüğüm bir sayfa uzunluğunda metnin yer aldığı kağıtları izleyicilere dağıtmaya başladı. Dramatik hareketleri kadının zaten çarpıcı olan varlığını ve vücut dilinin etkisini kat be kat arttırarak beni hipnotize etti. Kadının farklı izleyicilerle kurduğu göz teması, dokunuşları hali hazırda herhangi bir sosyal etkinlikte var olan cinsel gerginliklerin altını çizerken bir taraftan da kadının kendi kendinin nesneleştirilmesini sahiplenmesini sağlayarak aslında izleyici-performans- tüketim ilişkisinin altını oyuyordu. Kadının elindeki bütün kağıtları dağıtmasıyla biten performans, bu süre için erimekte olan mumu, vitrinin içindeki nesneyi unutturdu. Metnin bu kadar “abartılı” bir şekilde dağıtılması da görsel sanattaki metin-nesne ilişkisinin, çoğu zaman elimizde dosya kağıtlarını okuyarak gezmeye çalıştığımız, şifre çözen sanat izleyicisi tavrını da eleştirdiğini düşünüyorum.

Coven Berlin, Fotoğraf: Billie Sara Clarken

30 Haziran’da COVEN Berlin proje mekânının organize ettiği performansı izlemek için plazaya benzer bir binaya girip asansörde Pro Familia düğmesine bastığım anda mekân seçiminden dolayı tüylerim diken diken oldu. Feminizm, aşk, cinsiyet, cinsellik ve sanat üzerine çalışan seks-pozitif, cinsiyet ve disiplinler ötesi bir kolektif olan COVEN Berlin, sosyal yapıları yapı çözümüne uğratan alanlar yaratmayı amaçlıyor. Proband Werden’sa bu amaca hizmet eden, birçok farklı şekilde dahil olunabilecek bir durum. Hayal edilmiş sağlık gelecekleriyle mekânı işaretleyen kolektifin yarattığı koreografi, izleyicileri kendi bedenlerinin içine iterek, sağlığın ve geleceklerinin ne olabileceği üzerine düşündürüyor. Pro Familia, bir klinik. İsminde aile olmasına rağmen, ben bu kliniği COVEN Berlin’in perspektifinden cinsellik ve cinsiyet alanlarında destek alınabilecek bir alan olarak okudum. Girişteki görevli, o gün jinekolojik bir muayeneden geçip geçemeyeceğimizi soruyor, bir form doldurmamızı istiyor. Doldurduğumuz formda bazı tanıdık sorular olsa da soruların çoğu sanki beni tanımaya yönelik, kötü bir randevuda bana yöneltilebilecek sorular gibi. Daha sonra bana performansla angaje olmak için verilmiş olan seçeneklerden biri olan tek kişilik video izleme tecrübesini tercih ettiğimi söylüyorum. Bana muayene odasına kadar eşlik eden kişi, odanın içinde yalnız olacağımı, jinekoloji sandalyesine oturduktan sonra beni jinekolojik muayene pozisyonuna alacağını ve bu şekilde doktor masası olan yerdeki masaya yerleştirilmiş monitörden 15 dakikalık bir video seyredeceğimi söyledi. Video süresince ya da sonrasında odada istediğimi yapabileceğimi ve yardıma ihtiyacım olursa kapının hemen dışında beni bekleyeceğini söyledikten sonra bana herhangi bir sorum olup olmadığını sordu. Bu şefkat dolu tutuma şaşırmama şaşırırken bir taraftan da odanın içinde acaba uygunsuz bir şey yapma potansiyelim olabilir mi diye kendi kendimle yüzleştim. Sandalyede yükseltildikten sonra jinekolojik muayene için olmadığı sürece bu sandalyenin ne kadar rahat, pozisyonun da film seyretmek için ne kadar uygun olduğunu düşünerek videoyu seyretmeye başladım.

Coven Berlin, Fotoğraf: Billie Sara Clarken

Seyrettiğim videoyu anlatmak çok zor ve sanırım bu yüzden video olarak oldukça iyi işliyor. Siyah ekranın üzerinde yanıp sönen pembe komutlar ve düşünceler, beni kendi bedenimin derinliklerine, doktorlarla, tıbbi sistemle ve mütemadiyen kadın bedenleriyle (ve dolayısıyla benim bedenimle) ilgili söylenen, söylenegelen şeyleri düşündüğüm bir yere götürdü. COVEN’ın metnindeki kuşaklar arası iyileştirme potansiyeli sanırım tam da burada işlemeye başladı. Ekrandaki cümlelerin tetiklediği duygulanımlar, arada karşılaştığım görüntüler, her adımda rahat olup olmadığımın sorulduğu ortam, her ana ve harekete sinmiş olan kucaklayıcı tavır, benim kendimi iyileştirmek, çevremi iyileştirmek için ne yaptığımı sorgulamama neden oldu. Hissini, tadını hala duyumsadığım bu tecrübe, performans ve durum koreografilerinin ne kadar dönüştürücü, siyasal bir edim olabileceğini hatırlatırken aynı zamanda kamusal alanın da meydanlarla, açık alanlarla sınırlı değil, iyileştirebileceğimiz, birlikte olabileceğimiz her yer olduğunu bana hatırlattı.

bottom of page