top of page

Pina Bausch’a bir hommage: Seit Sie


Tanztheater Wuppertal, Pina Bausch’un 2009’daki vefatından dokuz yıl sonra ilk defa Bausch dışındaki bir koreografın yapıtını sahneledi. 16. Avrupa Tiyatro Ödülleri’nde Özel Ödül alan, 2004 Atina ve 2015 Bakü - Avrupa Olimpiyatları’nın açılış ve kapanış törenleriyle kitleler tarafından tanınan ve İstanbul seyircisinin de Medea ile İstanbul Tiyatro Festivali’nde seyrettiği Dimitris Papaioannou'nun, Tanztheater Wuppertal için tasarladığı yeni eseri Seit Sie'yi Mehmet Kerem Özel değerlendirdi

Seit sie, Fotoğraf: Julian Mommert

Bir kez daha Wuppertal'de, Barmen Operası'ndayım. Müthiş heyecanlıyım; gösteri sanatları alanında ilah mertebesinde bir sanatçı olan, geçtiğimiz yıllardaki İstanbul Tiyatro Festivallerinde Cam Temizleyicisi, Masurca Fogo ve özel olarak İstanbul’dan ilham alarak ürettiği Nefes adlı yapıtları sahnelenen Pina Bausch'un topluluğu Tanztheater Wuppertal, Bausch’un 2009’daki ani vefatından dokuz yıl sonra ilk defa, Bausch dışındaki bir koreografın bütün bir akşamı dolduran uzun metraj bir yapıtını sahneleyecek. Bu koreograf; özellikle son yıllarda Avrupa’da iyice yıldızı parlayan, geçen yıl verilen 16. Avrupa Tiyatro Ödülleri’nde Özel Ödül alan, 2004 Atina ve 2015 Bakü-Avrupa Olimpiyatları’nın açılış ve kapanış törenleriyle kitleler tarafından tanınan ve İstanbul seyircisinin de başyapıtlarından biri sayılan Medea’yı İstanbul Tiyatro Festivali’nde seyretme şansına erdiği Yunan sanatçı Dimitris Papaioannou. “Sanatçı” diyorum çünkü Papaioannou’yu sadece koreograf olarak tanımlamak eksik kalır. Papaioannou aslen resim eğitimi almış olan, çizgi roman çizen, Edafos Dans Tiyatrosu’nu kurduğu 1986 yılından beridir genellikle dans veya dans tiyatrosu etiketli yapıtlar üreten, sahne yapıtlarının konsept ve yönetimi dışında genellikle sahne, kostüm ve ışık tasarımlarını yapan ve birçok işinde bizzat sahne üzerinde de bulunan komple bir sahne insanı.

Sadece benim değil dünya dans camiasının merakla beklediği Papaioannou’nun Tanztheater Wuppertal için tasarladığı yeni yapıtın prömiyer gösterileri 2018’in Mayıs ayı içerisinde gerçekleşti. Yapıtın adı Seit sie, Türkçe’ye "Ondan beri" olarak çevrilebilir. "O" Almanca’da dişil üçüncü tekil şahsı imleyen haliyle kullanılmış. Yani büyük ihtimalle "O"dan kasıt Pina; dolayısıyla başlık rahatlıkla "Pina'nın yokluğundan bu yana” veya “Pina vefat ettiğinden beri" gibi formüle edilebilir.

İlk akşam yerim balkonun birinci sırasının ortasındaydı. Beni antrasit rengi bir sahne karşıladı; en arkada kalın plakalar üst üste yığılmıştı, aralarında beyaz büyük bir masa duruyordu. Sahne tasarımını Papaioannou ilk defa kendisi yapmamış, bir önceki yapıtı The Great Tamer’da ona yardımcı olan Tina Tzoka'ya emanet etmiş. Oditoryumun ışıkları açık bırakılmışken, sahnenin sol yan kapısından sandalye üzerinde bir adam (topluluğun Pina döneminin dansçılarından, ama onu seyrettiğim yirmi yıllık süre boyunca ilk defa sakallı gördüğüm) Michael Strecker belirdi. Onun öncülüğünde bütün kadro önlerine sandalyeler dize dize ve dizdiklerinin üzerine basa basa sahnenin sağ yan kapısına doğru ilerledi. İşte ilk sahne, ilk imge: Pina'nın sandalyeleri! Pina'nın, başyapıtı Café Müller başta olmak üzere bir çok işinde kullandığı sandalyeler.

Seit sie, Fotoğraf: Julian Mommert

Kadınlar gece kıyafetleri ve topuklu pabuçlar, erkekler takım elbiseler içindeydiler. Bu imge de Pina'nın yapıtlarından çok tanıdık; tek fark Marion Cito'nun Pina için tasarladığı kostümler, özellikle de kadınlar için olanları, çok daha renkli, çiçekliydi, Papaioannou'nun kostüm tasarımcısı Thanos Papastergiou ise, sahneye de hakim olan antrasit gibi koyu karanlık renkler kullanmıştı kostümlerde.

Kadınlı erkekli grubun üzerlerine basarak ilerlemesi için yol taşları olan sandalyeler en arkadan öne doğru elden ele ulaştırılıyor, gelişigüzel bir şekilde zemine yerleştiriliyordu; dolayısıyla bazen sandalyelerin arkalıkları birinden öbürüne geçerken zorluk yaratıyor, bu yüzden grup sandalyeler üzerinde aritmik ve asimetrik olarak ilerlemeye çalışıyor, bazen bir sandalyede üç kişi birlikte dururken, o sırada dizinin boş kalan sandalyeleri olabiliyordu.

Hemen bundan sonraki sekansta aynı sakallı adam geniş bir masanın başında çalışıyor; kesiyor biçiyor, eliyle düzeltiyor, biçim veriyor, yaratıyordu: önce siyah bir sandalye, sonra; kendi gibi giyinmiş, koyu renk takım elbiseli, beyaz gömlekli, kravatlı genç bir adam. Geriye çekilip yarattığına uzaktan bakıyor, onu inceliyor, ara sıra koltuğuna oturup nefesleniyordu. O masa başında çalışan sakallı adam sanki Papaioannou'nun kendisini, yani alter-ego’sunu temsil ediyordu. Sandalye nasıl Pina'nın göstergesiyse, masa da Papaioannou'nun bir çok yapıtında vazgeçmediği bir sahne objesiydi.

Seit sie, Fotoğraf: Julian Mommert

Sakallı adamın masada yarattığı genç adam (topluluğun post-Bausch dönemi dansçıları arasında en sevdiklerimden, Giacometti figürlerinin zarifliğine sahip Scott Jennings) sahnenin en önüne gelip, ters çevirdiği siyah sandalyeyi arkalığından zemine yerleştirerek üzerine çıktı, kollarını açtı ve; bıçak sırtı bir dengede, her an düşme olasılığında, ağırlığını ve dengesini iyi ayarlayarak dakikalarca öyle kaldı. Bu müthiş gerilimli süre boyunca genç adamın arkasından, sahnenin bir yanından diğer yanına doğru ağır ağır figürler geçti; köküyle birlikte bir ağacı çeken kadın (o ağaç Bausch’un ölmeden dokuz gün önce prömiyerini yaptığı son yapıtı como el mosguito en la piedra, ay si, si, si...’den alınmış tıpatıp bir imge. Bu yapıtı seyretmemiş olanlar köküyle taşınan fidan-ağacı imgesini Pina filminden hatırlayabilirler. Bir masayı iten çırılçıplak adam (bu imge de Papaioannou’nun 2012 tarihli Primal Matter’ından), sandalye yığınını sürükleyen adam, bir elinde şarap bardağı tutarken diğer eliyle sandalyeyi beraberinde götüren dimdik vakur kadın (Pina'nın benzersiz dansçılarından Julie Ann-Stanzak) ve diğerleri... Çok derinden de bir Yunan müziği geliyordu, sadece buzukiyle çalınan bir melodi, sanki sessiz bir yaz gecesinde uzaklardan belli belirsiz duyulan. Bu sekansta sahnede hem Papaioannou'yu hem Pina'yı, hem Yunanistan'ı hem Wuppertal'i gördüm. Sonradan fark ettim ki, aslında bu sekans bir geçit töreni; Papaioannou, yapıt boyunca göreceğimiz imgeleri bu ilk sekansta topluca önümüzden geçirdi. Bıçak sırtı dengedeki genç adamın gerilimi ise hem doğum sancısı, sanki bir sanatçının yaratma, yoktan var etme sürecindeki gerilimi, hem de "o -gittiğin-den bu yana" Papaioannou'nun hayatından -ve belki de bizlerin de hayatından- akıp geçenler idi.

Seit sie, Fotoğraf: Julian Mommert

Buradan hemen yapıtın sonuna atlıyorum: Sakallı adam bu sefer sahneye serpiştirilmiş gibi duran sandalyelerin (belki on beş tane) üzerinde ilerlerken, onları teker teker sırtına atarak üst üste koyup taşımaya çalıştı, tam hepsini sırtına yüklemeyi başarmış, bir tek sandalye kalmışken tökezledi ve sandalyelerle birlikte yere yuvarlandı. O sırada hemen arkasında, kalın uzun rulolarla kaplı zeminde bir kadın (yine Pina'nın döneminden, topluluğun en kıdemli dansçılarından ve aynı zamanda benim en sevdiklerimden Ruth Amarante; Anne Linsel'in Pina Bausch belgeselinde "Pina ile dansçıları arasındaki ilişki bir tür aşk ve nefret ilişkisidir," diyen o derin ve hüzünlü bakışlı dansçı) bir o yana bir öbür yana, yavaş ve sakin hareketlerle gidip gelmekteydi; gözleri kapalı, uzun saçları açık, ayakları çıplak, üzerinde beyaz bir gecelikle. İşte bence Seit sie’de bu da Pina'yı simgeleyen imgeydi. Pina'nın, ölümüne denk bizzat dans ettiği tek yapıt olmasının yanısıra, onun en ünlü ve ikonik işi Café Müller ve üzerinde ince bir gecelik, gözleri kapalı, saçları açık, uyurgezer ya da uykudaymış gibi haliyle Pina'nın en bilindik sahne imgesi. Papaioannou bu imgeyi Seit sie içinde başka sahnelerde kullandı. Hatta bir kaç sahnede bu figürün omuzlarında kalın bir palto da vardı, aynı Café Müller’in son sahnesinde Pina'nın omuzlarında olduğu gibi.

Seit sie, Fotoğraf: Julian Mommert

Bu uzun uzun betimlediğim sekanslar genel olarak; insanlığa, insan olmaya, yaratmaya, yoktan var etmeye, tasarlamaya dair çok şey anlattığı gibi, bu yapıt özelinde Papaioannou’nun kendisinin, hayranı olduğu ve vefat etmiş olan bir sanatçının topluluğuyla çalışırken yolunu bulmasının, iz sürmesinin, ilerlemesinin ne kadar çetrefil bir durum olduğunu, hatta belki bazen tökezlediğini; yani bütünüyle bu süreci imliyor sanki. Kanımca Papaioannou Seit sie’de Pina’ya hayranlığını, ondan aldığı ilhamları, onun topluluğuna hazırladığı iş sırasındaki hissiyatını konu ediyor, bunları duyguya çevirmeye çalışıyor ve bence olağanüstü bir şekilde başarılı da oluyor.

Seit sie’de bütün Papaioannou yapıtlarında olduğu gibi sahne üzerinde söz kullanılmadı; yapıta kesif bir kara mizah ve ironi hakimdi; bedenler uzuvlarına ayrıldı, uzuvları başka bedenler tamamladı; ve objeler imge olarak kullanılarak kendileri dışındaki başka şeylerin simgeleri haline getirildiler. Örneğin uzunca bir sekansta ince çubuklar kullanıldı. Bunlar önce ok gibi bedenlere, saçlara saplandı; saçlara saplananlar dört-beş çift el tarafından aynı anda arkadan öne doğru itildiğinde sanki geleneksel Hıristiyan aziz/azize betimlemelerinde olduğu gibi başından ışık hüzmeleri fışkıran figür imgesi yaratıldı, dolayısıyla çubuklar bir anda ışık hüzmelerine dönüştü. Hemen ardından da bütün bu ince çubuklar erkek ile kadının arasındaki mesafeyi belirlercesine gergin yaylar olarak iki beden arasına yerleştirildi; kadın ile erkek birbirine yaklaştıkça doğal olarak çubuklar gerilime dayanamayıp teker teker kırıldılar. Cinsler arası ilişki/gerilim/etkileşim bu kadar mı şahane bir soyutlukta anlatılabilirdi.

Papaioannou ressam olduğu için her yapıtında olduğu gibi bunda da yoğun bir şekilde resim sanatından beslenmişti, ama estetik anlamdaki başat kaynağı bence Ortodoks ikona geleneğiydi, ayrıca içerik olarak Yunan mitolojisinden ve Hıristiyan anlatısından da esinlenmişti. Onun yapıtlarını hem kendi içinde; tablolardan oluşan bir bütün olarak görmek mümkün, hem de bu bütünün içinde resim sanatı tarihine yapılan göndermeleri yakalamak. Dolayısıyla Seit sie, Papaioannou’nun diğer yapıtları gibi bir çok görsel göndermeyle doluydu. Bunlardan bazıları: Başının çevresi ışık ışınlarıyla kaplı Madonna, Altın Post, Adem ile Havva, bedeni oklarla kaplı Aziz Sebastian, Bakhalar tarafından parçalanan Orfeus, İkarus’un düşüşü, Vaftizci Yahya’nın kesilmiş kafası ve ölüler nehri Styx'in kayıkçısı Kharon idi.

Seit sie, Fotoğraf: Julian Mommert

Ne kadar doğrudur bilemem, sadece benim hissiyatım da olabilir: Seit sie’de Pina'nın İstanbul yapıtı Nefes’ten bir çok esinlenme, Nefes’e bir çok gönderme fark ettim. Nefes’te Nazareth Panadero'nun yastığı hamur gibi yoğurduğu bir mutfak sahnesi vardır, Seit sie'de de upuzun bir yemek yapma sahnesi vardı. Nefes’in sonlarına doğru bütün dansçılar sanki bir partide toplu fotoğraf çektiriyormuş gibi bir araya gelirler, Seit sie’de de benzer bir sahne vardı. Nefes’te kadınlar bütün endamlarıyla yürürken, eteklerinin erkekler tarafından uçlarından tutularak havalandırıldığı bir sahne vardır, Seit sie’de de erkekler ellerindeki küçük karton levhaları sallayarak bir kadın dansçının kıyafetinin eteklerini havalandırılıyorlardı. Ve bir de, iki yapıt da bir Tom Waits şarkısıyla bitti: Nefes Waits'in sesinden All the world is green, Seit sie ise Cibelle'in sesinden Green grass ile. Bu eşleşmeleri fark edince, aklıma geçen yıl Amsterdam’da oyun sonrasında arkadaşlarımla yanına gittiğimizde Papaioannou'nun, İstanbul'un onun gönlünde ayrı bir yeri olduğunu söylediği geldi, nedeni de Pina'yla şahsen İstanbul'da tanışmış olmasıymış. 2000 yılındaki İstanbul Tiyatro Festivali’ni Papaionanou’nun Medea’sı açmış, bir hafta sonra da Bausch’un Masurca Fogo’su sahnelenmişti. Ayrıca; Papaioannou’nun Pina için dans ettiği (sirtaki yaptığı) da söylenir. Dolayısıyla sanki Papaioannou Seit sie’de Pina'yla ilk tanıştığı şehire de selam göndermiş gibi geldi bana.

Seit sie’nin sunuş yazısında şöyle diyor Papaioannou: “Bu, Pina’ya bir aşk mektubu. Varolduğu ve insanlık tarihine kalıcı bir iz bıraktığı için ona bir teşekkür notu.” Seit sie Bauschyen taraftarı olan, ama aynı zamanda tipik bir Papaioannou yapıtı. Papaioannou kendi bakışından ödün vermeden Pina’ya yaklaşmış, ve ona adeta bir hommage hazırlamış.

bottom of page