top of page
İlker Cihan Biner

Pandemonium* döngüsü


Jake ve Dinos Chapman'ın Türkiye'deki ilk kişisel sergileri Anlamsızlık Âleminde başlığıyla 10 Şubat – 7 Mayıs tarihleri arasında Arter'de yer alacak. Küratörlüğünü Nick Hackworth'un yaptığı sergi, sanatçıların yeni ve az görülmüş işleriyle beraber Cehennem [Hell], Chapman Aile Koleksiyonu [The Chapman Family Collection] ve Gün Gelecek Sen De Sevilmeyeceksin [One Day You Will No Longer Be Loved] gibi ikonik serilerinden başlıca yapıtları bir araya getiriyor. Anlamsızlık Âleminde, Jake ve Dinos Chapman'ın hayli kötümser sanatlarına ve düşüncelerine genel bir bakış imkânı tanıyor. Günümüz kültürünün köşe taşlarını oluşturan pek çok inancın altını hicivle oyan bir yergiyi ve çelişkili işaretleri devreye sokan Chapmanlar, günümüzün en sert şekilde meydan okuyan sanat pratiklerinden birine sahipler.

Jake and Dinos Chapman, Bütün Kötülüklerin Toplamı (The Sum of All Evil)

1. Coetzee’nin Barbarları Beklerken (1) eseri ilk sayfalardan itibaren dehşet verici görüntülere sahne olur. Romanda katliamlardan, çürüyen leşlerden, bir çocuğun vücudundaki yaralardan, dudakları paramparça edilmiş ve dişleri kırılmış yaşlı bir adamın cesedinden, işkencelere maruz kalan mahkumlardan, elleri kerpetenli, tornavidalı sorgu amirlerinden bahsedilir. Yazara göre insan denilen sözde uygar varlıklar savunmasızları kasten aşağılar ve insanlıktan çıkarırlar. İşkenceye maruz kalmış genç kadınların bedenlerinde yaralar açarlar. Kitap bu karanlık duygulardan çok daha fazlasını içerir. Hikayenin anlatıcısı Sulh Yargıcı’nın görmeyi hem istediği hem istemediği korkunç olaylar anlatılır. Mahkumların sorgulanması için kullanılan tahıl ambarının yanındaki kulübeyi ziyaret ettiğinde Sulh Yargıcı’nın elinde tuttuğu bir kandil vardır. Kandilin gösterdiği tek şey vahşet, işkence, aşağılama ve tecavüzdür. Gizli Servis yetkilileri çocukların masumiyetini bozmakta, onları çırılçıplak soyulmuş insanlara uluorta dayakları seyretmeye zorlamaktadır. Benzer sahneler Kafka’nın Ceza Sömürgesi (2) eserinde de vardır. Kitaptaki Kumandan’ın emri üzerine çocuklara bazı mekanlar tahsis edilir. Böylece çocuklar mahkûmun infaz edilişine yakından tanık olur ve yüzleri ıstırapla şekil değiştirerek işkenceleri izlemek zorunda bırakılırlar. Yine de Coetzee, Kafka’dan ileri gidip kurbanlarda kalıcı izler bırakan Gizli Servis mensubu albay ve yardımcılarının uygulamalarını ayrıntılarıyla anlatır. Cümlelere yayılan ölüm ve korku havası geçmişte yaşanmış olaylar dizisine gönderme niteliğindedir. Tüm bu korkunç vakalar Güney Afrika’da yaşanmıştır. Ölüm denilen kara delik işkenceler ve katliamlarla bedenleri yutmuştur.

Günümüzde IŞİD militanlarının internete sızdırdıkları videoları, yıllar önce medyaya servis edilen Amerikan askerlerinin Irak’ta mahkûmlara uyguladıkları işkence fotoğrafları veya geçtiğimiz senelerde Sur’dan, Nusaybin’den, Şırnak’tan gelen haberlere baktığımızda (3) yanı başımızda da süren şiddet sarmalının hız kesmeden devam ettiğini görüyoruz. Bu döngüyle birlikte yaşam ve ölüm arasındaki sınırlar kayıyor ve sonuçta, iktidar sadece yaşama pratiklerinin düzenlenmesini değil, ölüm biçimlerinin de düzenlenmesini üstleniyor. Bazı öznelerin bedenleri elden çıkarılabilir unsurlara dönüşebiliyor. Adına biyopolitika diyebileceğimiz siyaset biçimi tüm yaşamları kontrol etmeyi amaçlasa da ölüm ufkunu da içerecek başka politik biçimler de ortaya çıkıyor. Zira yaşadığımız neoliberal çağda politikanın yaşama olan ilgisi, aynı zamanda ölümün de giderek daha fazla politik olana içerilmesine neden oluyor. Dolayısıyla biyopolitik idare nekropolitika diyebileceğimiz bir yere açılabiliyor. Biyopolitika ve nekropolitika aynı madalyonun iki yüzü şeklinde ortaya çıkıyor.

İkinci Dünya Savaşı sonrası dünya, savaşların kesintisiz artışının yanı sıra savaş pratiklerinin de dönüşümüne şahit oldu. Artık savaşma biçimleri de insansız teknolojik silahlarla devam ediyor. Yeni insanlık dışı biçimler ortaya çıkarken geriye parçalanmış, aşağılanmış insan bedenlerinin hamlığı kalıyor.

Nekropolitikanın nasıl yayıldığına geldiğimizde ise; bu politik biçim hukukun evrenselliğiyle değil, daha ziyade egemenin sınırsız öldürme, sakat bırakma, tecavüz etme, başkalarının yaşamını mahvetme hakkıyla birlikte işler. Yollar, elektrik hatları, hastaneler ve diğer gereksinimler sekteye uğratılır ve bir biçimde şiddete maruz kalan nüfuslar yıkıma sürüklenir. Siyasi kategori olarak nüfus istisnai bölgelere (ya da kamplara) sıkıştırılarak kurbanlaştırılır.

Demokrası bayrağı altında ‘teröre karşı savaş, şok operasyonlar’ gibi başlıklarla düşmandan temizleme söyleminin ardına gizlenilen katliamlar nekropolitikanın izleridir. Medya ise böyle bir aşamada kitlelerin algılarıyla oynayarak bu şiddet olaylarını kahramanlık destanı olarak yansıtır.

Nekropolitikaya dair izler Arter’deki Chapman Kardeşlerin sergisinde karşımıza çıkıyor. Anlamsızlık Âlemi adlı sergi sanatçıların Cehennem serisiyle açılıyor ve dizinin en büyük parçası olan Bütün Kötülüklerin Toplamı başlıklı dört büyük camekândan oluşan eserde binlerce Nazi askeri maketleri yer alıyor. Ceset biçiminde cisimleşmiş Nazi askerleri vahşet dolu savaş alanında görülüyor. Başka Türlü Kuleler isimli çalışmada da benzer askeri figürleri görebiliyoruz. Ölüm dünyaları yaratma yönünde orkestrasyon peşinde olan kolektif oluşumlar olarak askerler hiyerarşik iktidara tabi kılma yöntemi inşa etmekle birlikte toplumsal çürüme halinin göstergesine işaret ediyor. Tüm yaşamın idaresini ele alan güvenlikçi ve denetleyici militarist oluşumlar hem nekropolitik hem de hayatları kontrol altına aldığı için biyopolitik etkilere sahip. Yalnız eserlerin eksik kaldığı bazı durumlar var. Eski moda ordular artık kent milislerine, özel ordulara, özel güvenlik şirketlerine dönüşmüş durumda ve her biri şiddet uygulama ve öldürme hakkına sahip olduğunu iddia ediyor. Yeni savaşlar kayıtlı ve bir ulusa bağlı orduların geleneksel anlamda karşılaşmasından ziyade özelleşmiş çatışmalara, gerilla tarzı veya terörist saldırılara benzemektedir. Artık siyasette ölümün ve öldürmenin jeopolitik boyutlarını da mevzunun içine kattığımızda Nazi askerlerinin de ötesine varabilen yeni insanlık dışı etkiler ortaya çıkabiliyor. Egemene göre belirlenmiş güvenlik kamplarının ve kalekolların çoğalması bahsettiğimiz insanlık dışılığın haysiyetsiz abideleri olarak dikilmektedir. Sergideki Bütün Kötülüklerin Toplamı serisinde sadece vahşet dolu savaş sahneleriyle karşılaşmıyoruz. Arada gözümüze çarpan McDonalds logoları var. Meşhur McDonalds palyaçosu, hamburgeri temsil eden nesneler askerlerin arasında dehşet içinde duruyorlar. Nesnelerin görüntüleri bizleri başka iktidar dinamiklerini düşünmeye zorluyor.

Jake and Dinos Chapman, Bütün Kötülüklerin Toplamı (The Sum of All Evil)

2. Bütün Kötülüklerin Toplamı dizisinde görülen McDonalds logoları tüketim odaklı bir yeri gösteriyor. O halde diyebiliriz ki; yaşam ve ölüm pratikleri yalnızca savaş politikasına indirgenemez. Günümüzde tüketimin hem yaşam hem de ölüm ile doğrudan bir ilişkisi vardır.

Ölme pratikleri ve tüketim ilişkisinde farklı öldürme biçimleri karşımıza çıkıyor. Bağımlılıklar, yeme bozuklukları, keder, duygusal çöküntü gibi genellikle patolojikleştirilen ve asla tam olarak ele alınmayan cisimleştirilmiş toplumsal pratikler ruhani ölümlere yol açıp resmin bir parçası haline geliyor. Bireysel psikiyatrik terapilerle müdahale etmek de yetmiyor zira bu durumların yaşayan her şeyin metalaştırılmasına dair siyasi ekonomiyle çok ciddi ilişkileri var. Böyle bir ilişkinin varlığı yaşam ile ölüm arasındaki toplumsal ilişkinin dönüşümüne tekabül etmektedir.

Yasal (Prozac ve benzeri antidepresanlar) ve yasadışı uyuşturucuların geçerliliği, kendine zarar verme ile yaygın kullanım arasındaki sınırları bulanıklaştırırken ‘yaşamın değeri ne olacak?’ sorusu askıda kalıyor. İşte tüketim meselesinin girift tarafı yalnızca yeme içme ile sınırlı kalmamasıdır.

Hamburger markasının görünüşü en azından temsil bağlamında sağlık tartışmalarını gündeme getirebiliyor ama çağdaş kapitalizm tüketime dair sadece öldürmekle ya da ölümcül tehditlerle yetinmez. Son derece çelişkili hamlelerle güçlenmeye devam eder. Toplumsal olarak güçlendirilen fit olma, sağlık ve sonsuz gençlik ideolojisini devreye sokar. Sonsuza kadar genç kalma takıntısı ölme ve öldürme pratikleriyle başa baş gider. Başta biyopolitika ile nekropolitikanın aynı madalyonun iki yüzü olduğuna işaret ederken tam da böyle bir işleyişe dikkat çekmek istemiştim.

Jake and Dinos Chapman, Neşesiz Ayaklar (Unhappy Feet)

3. Cehennem serisinin diğer büyük ölçekli çalışmalarından biri ise Neşesiz Ayaklar adını taşıyor. Eserde buzul kara parçası üzerinde yaralanmış ve öldürülmüş onlarca kutup ayısı, penguen, balina yer alıyor. Sanatçılar çağın en büyük sorunlarından biri olan hayvan katliamlarına işaret ediyor.

İnsanların hayvanlarla kurduğu ilişki her zaman sorunlu olmuştur. Hayvanlar insanlığın aşina olduğu, zaruri ve de birlikte yaşadığı ötekisidir. Ancak birlikte yaşam hali tehlikelerle doludur. Borges bir söyleşisinde hayvanlarla olan temaslarımıza dair şöyle bir ayrıma gider: ‘Beraber televizyon izlediklerimiz, yediklerimiz ve korktuklarımız.’

Hayvan-insan ilişkisine dair dikkat çeken bu tespiti biraz daha genişletmek gerekirse; ödipal sahiplenme (televizyon seyrettiğimiz, sahip olduğumuz evlatlarımız), araçsallık gerektiren bağ (tüketilmek zorunda olanlar) ve fantasmik temas kurduklarımız (korkulan, eğlencelik ya da egzotik nesneler) olarak hayvanları belirli parametrelere mahkum ederiz.

Derrida insan türünün hayvanlar üzerindeki gücüne ‘etçil-fallus merkezci mantık’ olarak atıfta bulunurken insanın hayvanlara dair ontolojik üstünlük iddiasını epistemolojik ve maddi şiddet olarak görmektedir.

Neşesiz Ayaklar eseri ise zoo-proletaria diyebileceğimiz insanların hayvanlar üzerinden kurduğu piyasa ekonomisi ve işgücüne ilişkin tahakkümü sergilemektedir. Kutup ayılarının postu, balinaların yağı vs. düşünüldüğünde orda yaşayan hayvanlar başlı başına endüstriyel kaynak oluşturmaktadır. Ayrıca iklim değişikliği meselesinin penguen ölümlerini hızlandırdığı da (4) söylenmektedir. Teknolojik ilerlemelerin ürettiği hasar kutup bölgelerinde yaşayan hayvanların yaşamlarına mal olmaktadır.

Jake and Dinos Chapman, Başka Türlü Kuleler (Altered Towers)

4. Coetzee’nin Barbarları Beklerken romanından asırlar önce başka bir sanatçı savaşı ve yarattığı şiddeti betimlemeye girişir.

Francis Goya İspanyol Bağımsızlık Savaşı sırasında işlenen acımasız suçları ‘Savaşın Felaketleri’ serisinde işler. İnsanın katlandığı acıları, maruz kaldığı şiddeti aktarmaya çalışan sanatçı bu dizide onur, şeref, haysiyet gibi duygulara duyulan hümanist anlayışa özlem duyar.

Serinin Büyük Marifet! Ölülere Karşı adını taşıyan otuz dokuz numaralı gravürü kurban törenleri ve ayinlerinden çağrışımlar taşır. Bir ağaçta sallandırılmış, hadım edilmiş üç adam yer alırken, görüntü İsa’nın çarmıha gerilmesini andırır.

Kurban etme hayat ile ölüm arasındaki çatışmayı tersine çevirerek kutsal olanın gerçek dışılığının üstünlüğünü tesis eder. Bataille’e göre kurban etme, mitik olanın gerçek karşısındaki zaferini simgeler. Bedenler şiddetli biçimlerde olumsuzlanır ve profane diyebileceğimiz sembolik anlamı olmayan yerlere atılarak iğrençleştirilir. Goya’nın gravüründeki kurbanlar bu açılardan egemenin gözünde ahlaksızdır.

Chapman Kardeşler ise Yaraya Tuz serisinde Goya’nın Büyük Marifet! Ölülere Karşı adlı gravürüne müdahale ediyor. Eserdeki insan yüzleri Chapman Kardeşlerin versiyonunda palyaçoyu andıran garip yaratıklara dönüşüyor. İki eserde yüzler birbirinden farklılaşıyor. Sanatçılar günümüzdeki uluslararası çatışmaları ve teknolojik katkılarla birlikte yeni savaş biçimlerinin yöntemlerinin özneleri kendilerini tanımaktan dahi alıkoyduğunu vurguluyor. Bu düşünce bizleri yaşadığımız sistemin işleyişine dair temel bir noktaya götürür.

Çağdaş kapitalizm bütün yaşamları kontrol etme amacı taşıması sebebiyle biyopolitiktir ve kadınların, hayvanların, bitkilerin, genlerin, hücrelerin üretken güçlerini sömürür. Bir biçimde dışlama, sömürü, baskı şablonları pekiştirilmektedir. Böyle baktığımızda Goya’nın eserindeki suretlerle Chapman Kardeşlerin gravüre müdahalesi sonucu değişen yüzlerle arasındaki farkı daha iyi görebiliriz.

Son olarak, sanatçıların gravürler üzerine çalışmaları taklitten, kopyalamadan öte onları mutasyona uğratmadır ve aktüel olanın değişimini gözler önüne sererken seksen gravüre sulu boya ile müdahaleler yaraya tuz basarmışçasına savaşın bedenleri nasıl yıprattığını gösterir.

5. Nietzsche ‘Tanrı öldü,’ derken neyi kast etmişti?

Filozofun iddiası, Avrupalı hümanist öznenin metafizik olarak sabit ve evrensel geçerliliğe sahip sağduyusuyla insan doğasına atfettiği konumun sonunun geldiğiydi.(5) Bu iddia doğa yasalarının ve değerlerinin dogmatik olarak uygulanması karşısında fikrin önemini vurgulayıp eleştirel düşüncenin geliştirilmesi derdindedir.

Chapman Kardeşler Anlamsızlık Âlemi sergisinde Nietzsche’ye yaklaşıp insanlığın bugün geldiği yeri sorguluyor. Yaraya Tuz, Tüm Kötülüğün Toplamı, Dünyaya Hükmetme Suretiyle Dünya Barışı II, III, IV , Neşesiz Ayaklar adlı serilerde ve eserlerde çevre krizi ve toplumsal sürdürülebilirlik (hükümet programları, ekonomi, savaş, barış vb. meseleler) ilişkileri gibi konulardan yola çıkarak önemli bir soru soruyorlar: Gerçekten bir geleceğimiz var mı? Ya da İnsanlığı bekleyen ancak türün yok olması mı?

* Sözcük tüm iblislerin toplandığı yer anlamına gelir. Kaostan daha güçlü ve bastırılması zor durumları anlatır.

1) J.M.Coetzee-Barbarları Beklerken (Çev. Dost Körpe) Can Yayınları 2) Franz Kafka-Ceza Sömürgesi (Çev. İlknur Özdemir) Kırmızı Kedi 3)Nusaybin, Sur ve Şırnak’taki yıkımlar Birleşmiş Milletler raporuna yansımıştı: https://bianet.org/bianet/insan-haklari/184387-nusaybin-sur-ve-cizre-deki-yikim-bm-raporunda 4) Küresel ısınmanın penguenlere verdiği zararlar üzerine: http://www.aljazeera.com.tr/haber/kuresel-isinma-penguenleri-tehdit-ediyor 5) Rosi Braidotti-İnsan sonrası syf. 16 (Çev. Öznur Karakaş) Kolektif Kitap

Comments


bottom of page