top of page

Özlenen bir ortam: Bozcaada Tiyatro Festivali

Bu yıl 1-4 Eylül tarihleri arasında ilki gerçekleşen Bozcaada Tiyatro Festivali Bozcaada Ayazma Manastırı’nda izleyiciyle buluştu. Dahil olduğumuz ada atmosferinde festivali ve oyunları ele aldık


Yazı: Meltem Ersoy



Bozcaada Tiyatro Festivali, bu yıl ilk kez, Lemur Company ve K Bozcaada ortaklığında 1-4 Eylül arasında yapıldı. Organizasyon, toplam 12 tiyatro oyunu, bir kısmı Bozcaada bir kısmı tiyatro üzerine olan 30’a yakın ücretli ve ücretsiz atölye ve gün sonu konserleriyle oldukça dolu bir programı kısa sürede başarıyla bir araya getirdi. Oyunların tümünün açıklanması neredeyse Ağustos ortasını bulsa da, ilk günden itibaren duyurulan oyunlar izleyicinin ilgisini çekecek bir listeye işaret ediyordu. Böyle uzun bir girizgahı yapmamın sebebi aslında festival ekibini kısa sürede bu kadar iyi bir iş çıkardıkları için tebrik etmek. Bir yaz festivali, içinden çıktığımız dönemi düşününce, ne çok özlediğimiz bir ortamı sağlamış oldu.


İki buçuk yıl önce, en hafif tabiriyle yaşama şeklimizi değiştiren bir yeni gerçekliğe uyanmıştık. Sokağa çıkışımız, insanlarla, yaşamla, işle, sanatla ilişkimiz değişirken epey zorlandığımız zamanlar geçirdik.


Tiyatro Kooperatifi’nin 2021’de yayınladığı araştırmayı hatırlayanlar vardır. Pandemi başından beri tiyatroların %35’inin bilet satışı 500 TL ve altında kalmıştı. Herhangi bir kamu kuruluşundan %40.38’i destek alabilmişti. Özel kuruluşlardan alınan destek %10’da kalırken, vergi borcu olan tiyatrolar %44’ tekabül ediyordu. Araştırmada yer alan 50 tiyatro ve sahne, 755 etkinliğini iptal etmek mecburiyetinde kalmış, sahne ve salonlarını kullanamayan 52 tiyatronun %48’i dijital platformlar için içerik üretmiş, fakat gelir oluşturabilenlerin sayısı oldukça düşük kalmıştı. Malum, yankıları hala sürüyor.


Çevrimiçi oyunların bazıları çok etkileyici olsa da beraber nefesimizin kesildiği, beraber güldüğümüz, ya da misal seyircilerden birinin bir anda kahkaha patlattığı ve istemsizce salonun duygusunu etkilediği, alkışta beraber yükseldiğimiz deneyimlerden yoksun kaldık. Kapalı alana girmekten imtina eden seyirci, geçen yaz çözümü şehrin kısıtlı olan açık hava sahnelerinde aradı. Sahnelerin tam kapasite açılması 2021’in ilerleyen aylarını buldu. Maskelerimizle oyun izlerken oyuncuyla iletişimimizi de sınırlandırdığımız bir zamana giriş yapmış olduk. Beyaz maske olmasa daha mı iyi, yüz ifademizi ve tepkimizi sahnede göremiyorlar gibi pürüzlere takılsak da yavaş yavaş sezon hareketlenmeye başladı. Bozcaada festivali, maskesiz, açık alanda, şehrin büyük, soğuk sahnelerinden ayrılan samimi ortamıyla ve gönül rahatlığıyla izlediğimiz oyunlarla pek çok izleyici için artıda başlamış oldu.



Bozcaada, her geldiğimde, neden buraya daha sık gelmiyorum diye kendime sorduğum bir yer. 12 yıl önce ilk kez geldiğim adada bazı şeyler değilse de sokaklar hep tanıdık, verdiği his hep kucaklayıcı. Bağ bozumu zamanına da denk gelen festivalin ilk günü, beşte başlayan oyunlara yetişmek için merkezden Ayazma Manastırı’na giden dolmuşa biniyorum. Adada araba çoğu zaman gerekmiyor, bu oldukça kafa rahatlatan bir şey ki tatil tadında bir festival için en gerekli şeylerden. Merkez manastıra on dakika, manastır plaja beş dakika olunca, birkaç günlük seyahatim bu üçgende geçmeye başlıyor.


Bozcaada sokakları, tüm güzelliğiyle insanı karşılarken, tenha saatlerde yürümek, etrafa bakınmak, kedilerin ve köpeklerin ada sakini kabul edildiği, telaşsız bir hayatın akıp gittiği bir yerde olmak, orada yaşayanların birbirleriyle muhabbeti kulağına çalınırken ille de klasikleşmiş mekânlarda oturup bir şeyler yemek, içmek, kendi telaşlarından biraz da olsa uzaklaşmak insana iyi geliyor.


Bir tiyatro festivaline ne kadar yakışan bir yer Bozcaada. Manastırın avlusuna kurulan sahnenin karşısında minderler, maskesiz, bol oksijenli bir ortamda, denize karşı, gün batımı ve Ay ışığını kaçırmadan, oyuncuların gözlerine bakarak oyun izlemek ne şahane.



Tiyatro festivali genel olarak sevdiğimiz bir etkinlik aslında ama özellikle bunun için bir yere yolculuk yapıp derli toplu bir alanda deneyimleyebilmek bambaşka dinamikleri de ortaya çıkarıyor.


Mesela, oyuna yetişmek için uzun bir yol planı yapmak gerekmiyor, bir işten çıkıp oraya yetişmiyoruz, trafik riski yok, çıkınca telaşla dönmek icap etmiyor. Üstelik gelen tiyatro grupları da o günleri festivale ayırdığı için, ekiplerle yalnız oyun ya da sahneyle sınırlı bir etkileşimdense bir ortak alan paylaşıyoruz, bir ortak izleyici deneyimine, enerjisine dahil oluyoruz.


Festivalin seyirci kitlesine de ayrıca teşekkür etmem lazım, neticede beraber izlediğimiz gruplar, ortam, o gün hangi ruh halinde olduğumuz, nereden geldiğimiz bile oyun deneyimini etkileyen unsurlar. Elbette tiyatronun tekrar edilemezliği bu büyüye olanak sağlıyor.


Bozcaada güzellemesiyle yeterince sizi çektiysem, oyunlardan söz etmeye geçiyorum. Festivalin ilk üç günü, üst üste üçer oyun sahnelendi. Özellikle izlemek istediğim, yeni ve eski oyunlarla, program beni çok memnun etti. Hem yer kısıtından hem de gönlümün kaydığı oyunların heyecanını hâlâ taşıdığımdan, her birinin detayına girmek mümkün olmayacak. O nedenle birkaç oyunu öne çıkararak devam edeceğim.


Festivalin ilk oyunlarından biri, uzun zamandır izlemediğim Harika Şeyler Listesi’ydi. Bu, interaktif, yani seyirciyi dahil eden bir oyun. Bora Akkaş, seyircilerin ortasında bize iyi yazılmış bir hikâyeyi tam oturan bir oyunculukla anlattı. Böyle bir tiyatro metnini izlemek hemen her zaman keyifli. Yazar Duncan MacMillan’ın, şimdiye kadar yoktuysa, hızlıca radara girmesi gerektiğini de belli etmiş oldu. Akkaş, seyircinin ilgisini bir dakika bile kaybetmediği bir performansla metni yaşar hale getirdi, bazı yurtdışında yazılan metinlerin düşürdüğü yabancılaşma hissini yaşatmadan, kendinden bir hikâye anlatıyor hissiyle bizi yakaladı. Oyun acaba oyuncunun kendi hikâyesi mi diye düşünenler olduğuna da bakarsak, bunu oldukça iyi başardı. Sezon başından beri dikkatimi çeken, üzerine hep iyi şeyler duyduğum bu oyunu izleyin. Söylenenleri hak ediyor. Bu arada bence manastır ortamı bu oyuna tam oturdu, bir sahnede izlemekten daha iyi bile olmuş olabileceği hissini verdi.



Gelelim Istırap Korosu’na. Açıklandığı günden itibaren merak uyandıran ve şaşırtmayan, Deniz Karaoğlu ve Seda Türkmen’in performansıyla, Murat Mahmutyazıcıoğlu’nun yazdığı ve yönettiği, tam bir Bam oyunu. Bu ne demek derseniz, Bam’dan beklentim yüksek ve belli bir kaliteyi her zaman tutturmayı başardığını düşünüyorum. Oyun, ışık kullanımının olamadığı bir saatte sahnelense ve ara ara mikrofon kesilse de -bu durum festival genelinde biraz üzücü oldu açıkçası, bir sonrakine daha iyi bir çözüm olursa tadından yenmez- oyuncular deneyimli ve hem metnine hem sahneye hem karakterine bağlandığı zemini sağlam kurduğu için, anın paylaşımında aksaklıklar oyundan çalmadı da zenginleştirdi.


Sahneleme tekniği, farklı hikâyeleri iç içe örme becerisi ve derli toplu metniyle bir İstanbul apartmanını klişeye düşmeden, ama bizi ve bitmeyen dertlerimizi anlatan, anlatırken kanırtmayan, duygu geçişleriyle izleyiciyi yakalayan, çok beğendiğim, mutlu olarak izlediğim bir oyun çıkmış ortaya. Memlekette tiyatro yapmanın zor olduğu malum. Fakat iyi sahnelenen, unsurları birbiriyle bir anlam ifade ederek konuşan ve işleyen bir oyun izlemek seyirci deneyimini çok zenginleştiriyor. İllaki klasik olması gerekmiyor, illa upuzun olması gerekmiyor, illa bir fazladan detay koymak da gerekmiyor. Ne çalışıyorsa onu koymak ve metni, sahneyi, performansı birbirine sıkı örmek çok iyi sonuçlar doğuruyor.


Fakat metni tam gerektiği kıvamda olan bir oyun varsa o neydi derseniz, o kesinlikle İstifra: Çıkrıkçılar Yokuşu. Murat Eken’in performansı da şaşırtmaz, üzmez, gidebildiği sınırlar itibariyle çok başarılı bir oyuncu olduğu zaten muhakkak, ama bu oyunda işte tam o aradığımız şey var: Sımsıkı bir metin. Yazar Turgay Korkmaz, galiba ülkede her masada konuşmamıza ve her sözün dönüp dolaşıp oraya geliyor olmasına rağmen üzerine bir oyun olmayan ekonomik kriz hakkında tek örnek. Zorlamadan, sıkmadan, dramatikleştirmeden (duyguları sömürmeden mi demeli) anlattığı hikâyeyi 35-40 dakikada, gerektiği bir yerde bitirebildiği için kendisine özellikle teşekkür etmek isterim. Metinden ayrılmak kolay bir şey değil zannediyorum, ama tam kıvamında olunca seyirciyi doygun bir hisle bırakma potansiyelini de içinde taşıyor. Kendisinin Misket oyununu da bu vesileyle hatırlıyor ve izlenecekler arasına ekliyorum. İstifra, bu sezonun tümünde devam etmeyebilir. İzlemek isteyenleri acele etmeleri konusunda uyarmış olayım.



Şatonun Altında’yı bugüne kadar izlememiş olmak tabii ki benim ayıbım, Fiziksel Tiyatro’nun sahnelemeye devam ettiği, buffoon tiyatro mu demeli, çok eğlenceli, çok başarılı bir Macbeth uyarlaması. Bence bu da memlekette ne güzel işler yapılabildiğinin örneklerinden. Pınar Akkuzu ve Gülden Arsal, oyunun bıraktığı yüksek ve eğlenceli etkinin en önemli müsebbibi desem, ekibin kalanına saygımızı gölgelemez umarım.


Son olarak söz etmezsem üzüleceğim oyun, Akciğer. Yazarı biraz önce dikkat çektiğim MacMillan, yine sağlam bir iş çıkarmış. Günümüz dünyasında çocuk yapma konusunda kararsızlığa düşen, bununla beraber savrulan, tökezleyen bir çiftin hikâyesini öyle iyi anlatıyor ki, böyle sevilmenin mümkün olduğunu düşünürken karakterlerin hayatlarına nerdeyse oturma odalarının içerisinden şahit oluyoruz. Bu kadar sıkı metin yazmak nasıl mümkün oluyor, bunu ayrıca düşünmek istiyorum. Oyuncuların sakince karakterleri üzerine giymiş olması, orta alandaki kare sahnede seyirciye hiçbir abartı olmadan samimiyetle geçiyor. Oyun önümüzdeki ay Moda Sahnesi’nde yer alıyor, izlememiş olanlar, sahici ve sağlam bir iş izlemek isterlerse mutlaka takip etsin.



Bu oyunlar dışında, Öfkenin Yakın Geçmişi, Tiyatro Gülgeç’in ilk kez izlediğim işi. Bir oyunda kukla kullanımını da keza pek fazla deneyimlememiştim, bunun için yakalamış olduğuma sevindim, diğer işlerini takip edeceğim. Fiziksel Tiyatronun Kalabalık Duası, Versus’un Kreutzer Sonat’ı, Emek’in Sanki Unutmayacak Gibi oyunu (Berfu Aydoğan’a çok dikkat, mutlaka takip edeceğim bir oyuncu bundan sonra) yanı sıra, mikrofon azizliğine uğrasa da Mustafa Kırantepe’nin kuvvetli performansıyla, Bir Alzheimer’ın Anıları oyunu da prömiyer yaptı. Yolu açık olsun.


Akşam konserleriyle, güzel atmosferiyle, her yerde dolanan tiyatro sohbetleriyle nefes aldıran, çok iyi gelen bir festival oldu. Bozcaada Tiyatro Festivali her sene devam etsin, müdavimleri arasına beni yazsın. Bir de ufak rica, seneye konserlerin sonuna bir servis konulursa, tam anlamıyla dört başı mamur bir etkinlik olur. Sevgiyle.



bottom of page