top of page

Oyunlar, haritalar, piyonlar

SANATORIUM, Ludovic Bernhardt'ın The Gaming Room başlıklı galerideki üçüncü kişisel sergisine 24 Ekim 2021’e dek ev sahipliği yapıyor. Jeopolitika, oyun ve şiir alanlarıyla tanımlanan işleri bir araya getiren sergiyi değerlendirdik

Yazı: Oğuzhan İzmir





Mütemadiyen kaos içinde yaşıyoruz. İlginç olan ise, içinde yaşadığımız bu kaosun her temsiliyetinde, her yansımasında mutlak bir düzen söz konusu. Dünyayı yönetimsel bölgelere ayrılmış resmeden haritalar, finansal hareketlerin inişini çıkışını işaret eden grafikler, ölen, doğan, doğuran, göç eden bireyleri birkaç hanede toplayan Excel dosyaları ya da kriz durumlarını birkaç cümlede özetleyen son dakika kutusu hep bu kaosu “anlaşılır” ve “açıklanabilir” bir formda görselleştirme hevesinin ürünleri olarak karşımıza çıkıyor. Bu görselleştirmeler de şüphesiz “yönetme” amacına yönelik oluşturuluyorlar. Hâkim ve üstten bir bakış açısıyla oluşturulan bu temsiller “büyük resmi” görüp “büyük oyunu” şekillendirmek isteyenlere hizmet ediyor. Ancak bunlar yalnızca pratik aletler değil, “yönetilenlerin” de perspektifini oluşturan simge sistemleri aynı zamanda. Ludovic Bernhardt işte bu kapalı sistemleri parçalarına ayırıyor. Parçalar ise bir virüs gibi kendilerini kopyalayarak çoğalmaya devam ediyor.


SANATORIUM’un 10 Eylül-24 Ekim tarihlerinde ev sahipliği yaptığı The Gaming Room sergisi, Ludovic Bernhardt’ın grafikler, haritalar, oyunlar gibi küresel süreçleri geniş bakış açısıyla aktaran görselleştirmeleri malzeme olarak kullandığı üretimlerden oluşuyor. Bernhardt, kırılma noktası teşkil eden toplumsal olayları “yöneten” bakış açısıyla anlaşılabilir hale indirgeyen bu simge ve anlam sistemlerini adeta diseke ediyor. Ardından, açığa çıkan sembol ve şekiller arasındaki şiirsel ilişkileri mercek altına alıyor. Örneğin, Night Music 2 ve Coronavirus spread sinks world stock markets - 1&2 isimli üretimler, Koronavirüs pandemisinin ilk dönemlerinde finansal marketlerdeki düşüşü görselleştiren grafikler üzerinde yaptığı oynamalar ile meydana gelmiş. Grafikte çeşitli coğrafi merkezlerde (borsalar) boğumlanan para akışlarını temsil etmek üzere kullanılan harfler ve çizgiler kesin vuruşlarla parçalarına ayrılıp birbirlerine göre yeni konumlarda yerleşiyorlar, bazı kısımlar ise nakışın arka yüzünde kalan iplikler gibi siyah renkli arka plana gömülüp kayboluyor. Bu çizgilerin, ancak özgönderimsel bir şekilde, beraber oluşturdukları düzen içinde anlam kazandıklarını ve gerçekliğin kendisi değil birer politik temsiliyet projesi olduklarını hatırlıyoruz böylece. Parçaları önümüze serilmiş bu anlam sisteminin, göğüs kafesi açılıp organları çıkarılan bir ceset gibi, bütün olmaya gücü yetmeyen bir parçalar kümesi halini aldığına şahit oluyoruz. Ancak sanatçı bu grafiklerde ve haritalarda görünmez olanı su üstüne çıkarmak gibi bir amaç üstlenmiyor. Yalnızca bu simgelerin birbirleri ile oluşturdukları görsel ilişkiler üzerine yoğunlaşarak yeni bağlantılar kuruyor. Bu yeni oluşan “resimler” adeta birer parodi halini alıyorlar: işlevsiz, birbirlerine teğet birleşen bir zamanların güçlü temsil elemanları…



 

“Oyunların her zaman masum olmadıklarını hatırlatmak isterim. Öyleyse, sanatçı sömürgecilik karşıtı tarihte önemli bir olayı anlamından ve değerinden soyarken ve neokolonyalist çarkların en kritik üyelerinden olan bir kurumun perspektifinden sunarken sömürgeci, kontrol manyağı ve kana susamış olan CIA’in ideoloji ve perspektifini de yeniden üretiyor mu? Yoksa, sadece bu zıtlığa dikkatimizi çekerek izleyicinin tamamen özgür bırakıldığı bir tartışma ortamı mı yaratıyor?”

 


Serginin ismine de esin kaynağı olan Night Music I (CIA Game) isimli duvar kâğıdı CIA’in ajanlarını eğitmek için kullandığı strateji oyunu temel alınarak hazırlanmış. Bu oyun, ülkeler arası siyasetin Amerikan bir bakış açısıyla yönetilebilir kategoriler ve kriz anları çevresinde temsil edildiği bir sisteme sahip. Oyunda kullanılan simgelerden biri bir pasta grafiği var. Bir tam daire üç eşit parçaya bölünmüş ve her dilime bir kategori atanmış: siyasi, ekonomik ve askeri. Bu kavramsallaştırma her ne kadar alışık olduğumuz bir gruplama olsa da bir oyun basitliği içinde yer aldığında temsiliyet gücüne dair bir soru işareti yaratıyor: Dünya gerçekten bu üç kategoriye sığabilir mi? Bu pasta şeması kendini tekrarlayarak yayılıyor, dağılımına devam eden diğer simge ve işaretler ile yan yana ilerliyor ve hepsi beraber bir labirent oluşturuyor. Bu labirent bir oyun dünyasının temsil ettiği kadar yaşadığımız dünyanın belirli bir ideolojinin gözlüğü ardından gözüktüğü halini de temsil ediyor. Sanatçı, oyunun orijinal halindeki anlam sistemini yeni bir çerçevede sunarken, oyunun temelini oluşturan kurumsal ideolojiye de kapı aralıyor. Bir oyun basitliğine indirgenmiş olsa da prensipte CIA’in gözünden dünyayı görüyoruz bu oyunda.



1- Night music 1 (CIA game), 2021, Duvar kağıdı, folyo üzerine baskı, 276 x 800 cm

2- Chaos game - 2 (Haïtian revolution), 2021, Hahnemühle fotoğraf kağıdına baskı,

ahşap masa, led ışık, 3 + 1 AP, 150 cm x 150 cm x 40 cm

3- Coronavirus spread sinks world stock markets - 1, 2020, Goblen: bazin üzerine

gümüş mürekkep (Afrika damask kumaşı), 210 x 142 cm



Ajan eğitiminde kullanılan oyunun sunduğu ideolojik bakış açısına dair izler bulduğumuz diğer bir iş de Chaos Game - 2 isimli yerleştirme. İlginç olan ise sözünü ettiğim üstten ve hegemonik bakış açısının bu sefer karşı-hegemonik bir halk hareketi olan Haiti Devrimi’ni temsil ederken kullanılıyor olması. Haitililer’in Fransız sömürgecilere karşı kazandıkları bu zafer ve ardından kurdukları başarılı cumhuriyet izleyiciye bir CIA operasyonu gibi sunuluyor. Yerleştirmenin bir operasyon masasını anımsatması da bu izlenimi güçlendiriyor. Tabandan gelişen bu demokratik hareketin içerebileceği ilişkilenmeler, rastlantılar, sebep olduğu acılar ve etik olarak doğru pozisyon almakta zorlanabileceğimiz durumlar bir anda spesifik aktörlerin planlı ve hesaplı adımlar ile ilerlediği, kazananı kaybedeni aşikâr bir oyuna dönüşüyor. Hayatları pahasına özgürlük için çabalayan kişiler haritadaki minik piyonlar ile temsil ediliyor. Oyunların her zaman masum olmadıklarını hatırlatmak isterim. Öyleyse, sanatçı sömürgecilik karşıtı tarihte önemli bir olayı anlamından ve değerinden soyarken ve neokolonyalist çarkların en kritik üyelerinden olan bir kurumun perspektifinden sunarken sömürgeci, kontrol manyağı ve kana susamış olan CIA’in ideoloji ve perspektifini de yeniden üretiyor mu? Yoksa, sadece bu zıtlığa dikkatimizi çekerek izleyicinin tamamen özgür bırakıldığı bir tartışma ortamı mı yaratıyor?


İlginç bir karşılaştırma noktası oluşturması için geçtiğimiz bahar Arter’de gerçekleşen KP Brehmer sergisini hatırlatmak istiyorum. Sergide benzer şekilde makro verileri yeniden yorumlayan ve göz önünde olmayan veriyi gözler önüne süren işler vardı. Brehmer’in bu üretimlerde bir politik ajanda çevresinde hareket ettiği ve üretiminin propagandaya alet olmadan politik olabileceğine inandığı söylenebilir. Bir anlamda Brehmer, kurumların süreç ve ürünlerini yapısöküm ile ifşa ederek kapitalist ekonomiyi ve kitlesel medyanın gücünü eleştirir.* Sanatçının bu aleni amacı, aynı zamanda temsil ettiği gerçeklikle ilişkisine ve ona dair bakışını da açıklıyor ve aklıyor. Bir anlamda sanatçının politik duruşu, işlerini yorumlamak için bir kullanım kılavuzu olarak işlev görüyor. Bernhardt’ın üretiminde ise böyle siyasi bir çizgi Brehmer’e oranla çok daha belirsiz. Her ne kadar iki sanatçı da izleyici kendi anlam bütününü yaratabilsin diye bütünleri parçalarına ayırıp sunuyor olsa da Brehmer izleyici üzerinde daha kuvvetli bir tahakküm uyguluyor, Bernhardt ise izleyiciyi sunduğu yapıtaşları ile kendi dünyalarını oluşturmak konusunda daha özgür bırakıyor denebilir. Bu kuvvetli tahakkümü sanatçının siyasi ajandası çerçevesinde kabul edebiliyoruz. Hayal ettiği “daha iyi dünyaya” davet etmek için, bizi orayı görmeye zorluyor. Bu farklılığın temelinde de dönemsel bir fark yatıyor diye düşünüyorum. Aradan geçen elli yıl sonra, anlamın artık çoktan buharlaştığı, havada uçtuğu, herhangi bir ifşanın ille de politik bir yansıması olmadığı bir zamanda yaşıyoruz. Bu noktada sanatçıdan imkânsız bir göreve çıkmasını beklemek adil olmayabilir.

The Gaming Room’da yer alan işlerin belirsiz siyasi çizgileri bir dereceye kadar özne durumundaki ideolojilerin ve perspektiflerin yayılmacı karakteriyle de ilişkili. Öyle ki, bu kurumsal ideolojiler, Bernhardt’ın işlerinde olduğu gibi, yapısöküme uğratılsa da ortaya çıkan parçalar bizi kendiliğinden alternatif ve daha iyi çözümlere götürmüyor. Tam tersine, bu parçalar birer genetik kod gibi, yeni oluşan görüşlere sızıyor. Üzerinde cüzi etkiye sahip olduğumuz küresel süreçleri etkilemek için attığımız her adımda, geliştirdiğimiz her çözümde bu parçalar yeni ve alternatif olanı kontamine etmeye devam ediyor. Öyle ki, baskıcılığı, insafsızlığı çoktan ifşa olmuş kurumlar altında, bu kurumların zihniyetini içselleştirerek yaşamaya devam ediyoruz. Yaşamaya devam etmekle kalmayıp bu ideolojilerin yeniden üretimine de katkıda bulunmaktan kaçınamıyoruz.



Fotoğraf: ©EarFish



*KP Brehmer sergisinin bu yönü ile ilgili bir yazı önerisi: Diren Demir, KP Brehmer’den Günümüze Çağdaş Sanatta Görünmeyeni Açığa Çıkarma ve İfşa Etme Eğilimleri, https://narmanlisanat.com/kp-brehmer-ifsa-etme-egilimleri/, 24.08.2021

bottom of page