On soruluk sohbetler: Chela De Ferrari
- Ayşe Draz
- 1 gün önce
- 6 dakikada okunur
20 Ekim - 22 Kasım 2025 tarihleri arasında gerçekleşen 29. İstanbul Tiyatro Festivali’nin uluslararası katılımcılarıyla yaptığımız söyleşi dizisinin ikinci konuğu, 24 ve 25 Ekim’de İBB Şehir Tiyatroları Muhsin Ertuğrul Sahnesi’nde sahnelenecek Hamlet’in yönetmeni Chela De Ferrari. De Ferrari, Shakespeare’in Hamlet’ini, kurucusu ve sanat direktörü olduğu Teatro La Plaza’nın, Octavio Bernaza, Jaime Cruz, Lucas Demarchi, Manuel García, Diana Gutierrez, Cristina León Barandiarán, Ximena Rodríguez ve Álvaro Toledo isimli, Down sendromlu sekiz oyuncusuyla kırılganlık ve direnç kavramları etrafında yeniden düşünmeye davet ediyor
Röportaj: Ayşe Draz

Chela De Ferrari
Sizce tiyatronun özü nedir?
Benim için tiyatro her şeyden önce bir karşılaşma alanı, aksi takdirde yolları kesişmeyecek insanların birlikte tanıklık edebildikleri, hayal kurabildikleri ve hissedebildikleri bir yer. Mesajlar vermekle veya mükemmelliği sergilemekle alakalı değil, kırılganlığın, çelişkinin ve güzelliğin bir arada var olabileceği ortak bir şimdiki zaman yaratmakla ilgili. İnsanların sadece izlemek için değil tanıklık etmek için bir araya geldikleri bir alan. Gerçek zamanlı ve hiçbir garantisi olmadan bir şeylerin gerçekleştiği bir yer. Tiyatroyu diğer sanat biçimlerinden farklı kılan şey işte bu radikal varoluş.
Sanatın dönüştürücü gücüne inanıyor musunuz? Nasıl?
Kesinlikle. Sanat dünyayı her zaman doğrudan ve gözle görünür bir şekilde değiştirmez ancak bizim o dünyada yaşama biçimimizi, başkalarına bakışımızı ve kendimize sorduğumuz soruları değiştirir. Tiyatronun önyargıları yumuşattığını, algıları değiştirdiğini ve daha önce sadece sessizlik veya mesafe olan yerlerde diyalog olasılığına imkân verdiğini gördüm. Bu sessiz ama radikal bir dönüşüm.
Bir iş üretirken hangi kaynaklardan beslenir, nelerden ilham alırsınız? Rüyalarınızın işlerinizde etkisi olur mu?
Hem kendi deneyimlerimden hem de başkalarının yaşadığı deneyimlerden derinlemesine ilham alıyorum. Hamlet’te malzemenin büyük kısmı kadronun prova odasına getirdiklerinden doğdu: sohbetler, anı parçaları, çizimler, şarkılar ve rüyalar. Rüyalar provalarımızda sık sık karşımıza çıkar. Rüyalar, yaptığımız türden işlerle örtüşen bir imge, sezgi ve duygu dili konuşuyorlar. Bizim Hamlet versiyonumuzdaki en dokunaklı sahnelerden biri basit bir yönlendirmeden ortaya çıktı: Ophelia’yı canlandıran üç oyuncudan birer rüya yazmalarını istedik. Her biri metinlerini grupla paylaştı ve hepimiz kelimelerindeki yalın güzellikten ve dürüstlükten etkilendik. O rüyaları eve götürdüm, Ophelia’nın Shakespeare’den dizelerinden parçalarla birleştirdim ve aynı anda hem kolektif hem de son derece kişisel hissedilen bir sahne şekillendirdim. Kitaplar, filmler, resimler ve podcast’ler de benim araştırma sürecimin parçası. Ama her şeyden çok röportajları kullanıyorum. Birlikte çalıştığım insanları dinlemeyi seviyorum. Onların anıları ve sesleri, eseri herhangi bir teorik çerçeveden çok daha fazla şekillendiriyorlar.

Hamlet, Teatro La Plaza
Eğer zaten halihazırda bir adı yoksa, üzerinde çalışmakta olduğunuz yapıta adını vermeye ne zaman karar verirsiniz?
Son projelerimde Hamlet, Martı, On İkinci Gece gibi ikonik başlıklardan başlamayı tercih ettim. Bu harika metinler yalnızca edebi bir ağırlık değil aynı zamanda kültürel bir meşruiyet de sunuyorlar, özellikle de zihinsel engelliler gibi tarihsel olarak sanatsal kanondan dışlanmış kişilerle çalışıyorsanız. Bir tiyatroya Hamlet’i izlemeye gelen seyirci, beraberinde bir dizi beklentiyle geliyor. Bu beklenti güçlü bir araca dönüşüyor; varsayımları çürütmemize, bakış açımızı değiştirmemize izin veriyor. “Olmak ya da olmamak” diyen Down sendromlu bir performansçının varlığı yalnızca bir yeniden yorum değil o sorunun kendisinin yeniden tanımlanması oluyor. Klasik başlık hem bir kapı hem de bir kışkırtmaya dönüşüyor. Bu açıdan başlık yalnızca bir isim değil aynı zamanda yaşanması, sorgulanması ve hatta yerle bir edilmesi gereken bir alan. Seyirciyi, bu replikleri söyleme hakkının kime ait olduğunu yeniden değerlendirmeye zorluyor. Ve dolayısıyla ben de bu eserler için yeni başlıklar uydurmuyorum, tam da onlar hakkında ne bildiğimizi sandığımızı sorgulamak için mevcut olanları yeniden ele alıyorum.

Hamlet, Teatro La Plaza
Sanatınızı etkilediğini düşündüğünüz biri veya bir sanatçı var mı, varsa kim?
Hem Samuel Beckett, hem de William Shakespeare çok farklı şekillerde de olsa işlerimde güçlü birer mevcudiyete sahipler. Beckett yalın dünyası, sessizliği radikal biçimde kullanışı, absürt anlayışı ve açıklamayı reddedişi ile bana kırılganlığı kucaklamayı ve boşluktan korkmamayı öğretti. Onun eserleri benim yaratmaya çalıştığım tiyatro türüyle derinden örtüşüyor: yenilginin ve belirsizliğin kaçınılması gereken bir şey değil, biçimin parçası olduğu bir tiyatro.
Öte yandan Shakespeare eşit derecede önemli bir yol arkadaşı oldu. Metinleri engin, gözenekli ve yeniden keşfedilmeye açık. İnsan deneyiminin, arzunun, tereddüdün, gücün, deliliğin, aşkın, kederin tüm yelpazesini içeriyorlar ve tam da tekrar tekrar yeniden hayal edilebildikleri için hayatta kalıyorlar. Ben Shakespeare’e saygıyla değil merak ve aciliyetle yaklaşıyorum. Onu kutsal bir yazar olarak değil bir diyalog alanı olarak okuyorum. Kelimeleri, tarihsel olarak kanondan dışlanmış bedenler ve sesler tarafından yeniden mesken tutulduğunda yaşayan, canlı bir malzemeye dönüşüyorlar. Ayrıca bu devasa figürler dışında beni en çok etkileyenler, beraber çalıştığım oyuncular, özellikle de engelli olanlar. Bana başka şekilde dinlemeyi, farklı ritimlere saygı duymayı, sessizliğe, sürprize ve duygulara alan açmayı öğrettiler. Onların varlıkları performansın nasıl olması gerektiğine dair geleneksel anlayışları altüst ediyor ve bu altüst oluş bir armağan. Benim estetik ve etik anlayışımı, herhangi bir teori veya yönetmenin yapabileceğinden çok daha fazla Beckett de Shakespeare de var burada. Ancak iş arkadaşlarımın bakışları ve bedenleri sayesinde sözleri yenileniyor ve yeniden önem kazanıyor.
Dünyanın mevcut durumunu değerlendirdiğinizde, bir sanatçı olarak sizin için en önemli ve acil konu nedir?
Çeşitliliğin, kapsayıcılığın, ve eşitliğin sorgulandığı, fonlarının kesildiği ve hatta özellikle şimdi Trump döneminde kurumsal gündemlerden silindiği bir dönemden geçiyoruz. Bir sanatçı olarak kenarlara itilmiş yaşamlara ve seslere alan açmanın acil olduğunu düşünüyorum. Onların sadece ait olduklarını değil aynı zamanda liderlik edebileceklerini de vurgulamak istiyorum. Bu bağlamda, Down sendromlu performansçılarla Hamlet gibi bir eser ortaya çıkarmak politik bir eyleme, bir direniş eylemine dönüşüyor; sadece belirli bedenlerin, seslerin veya zekâların kamusal ve sanatsal alana ait olduğunu öne süren baskın mantığa karşı çıkıyor. Benim için en acil görev tarihsel olarak dışlanmış olanlar için gerçek, görünür ve anlamlı bir alan açmak. Ben yapmacık bir şekilde temsiliyetle veya dekorasyon olarak kapsayıcılıkla ilgilenmiyorum. Kimin konuşabileceğini, kimin insanlığa dair büyük soruları sorabileceğini sorgulamak istiyorum. Varlığı sistematik olarak sorgulanmış biri öne çıkıp “olmak ya da olmamak” dediğinde, bu replik artık sadece bir oyundan alıntı olmaktan çıkıyor; bir bildiriye, yüzleşmeye, aynaya dönüşüyor.
Hamlet, Teatro La Plaza
Bu yapım Hamlet'i ve oyuncularının yaşanmışlıklarını, deneyimlerini yansıtacak ve engellilikle ilgili geleneksel varsayımlara meydan okuyacak şekilde nasıl yeniden yorumluyor veya dönüştürüyor?
Bizim versiyonumuzda Hamlet tek bir oyuncu tarafından değil Down sendromlu sekiz oyuncu tarafından canlandırılıyor. Hamlet’i uyarlamak yerine onların hayatlarını, hayallerini ve sorularını keşfetmek için bir yapı olarak kullandık. “olmak ya da olmamak” gibi replikler artık soyut değil somut, politik ve kişisel. Bu Hamlet, bir klasiği taklit etmeye çalışmıyor, onu genişletmeye ve içinden konuşmaya çalışıyor. Orijinal metni, oyuncuların yaşamları, anıları ve arzularıyla diyaloğa girebilecek yaşayan bir şey olarak kullandık. Yaptığımız şey, hala güçlü bir duygusal veya felsefi öz taşıyan bazı temel sahneleri ve monologları alıp oyuncuların gerçek deneyimleriyle iç içe geçirmekti. Bu bir dinleme süreciydi. Oyuncuları Hamlet'e uydurmaya çalışmıyorduk, Hamlet'in onlar tarafından dönüştürülmesine izin vermeye çalışıyorduk. Bu yaklaşım, sahnede karmaşıklığı kimin temsil ettiği fikrini sorguluyordu. Prensi tek bir parlak oyuncunun canlandırması yerine, her biri farklı bir sese, farklı bir ritme, farklı bir düşünce ve duyguya sahip sekiz Hamlet'imiz vardı. Rol, bir tür sahne demokrasisi içinde, güvenle paylaşılmış bir taç gibi devrediliyordu.
Hamlet, Teatro La Plaza
Görsel sanatlar alanındaki geçmişiniz ile Teatro La Plaza'nın misyonu, tarihi ve sanatsal kimliği; Hamlet'teki seçimleri, riskleri ve olasılıkları nasıl şekillendiriyor?
Görsel sanatlardaki geçmişim bana zıtlıklarla tasarlamayı; mekân, sessizlik ve imgeyi anlatı araçları olarak kullanmayı öğretti. Teatro La Plaza'nın günümüzü yansıtan bir tiyatro yaratma misyonu, bana bir klasiğe kökten farklı bir açıdan yaklaşma özgürlüğü verdi. Kanonu korumakla ilgilenmiyoruz; onu yaşamaya hiç davet edilmemiş insanlarla nasıl yeniden hayal edebileceğimizi sormakla ilgileniyoruz.
Bu performans, seyirciyi hem pratik hem de duygusal açıdan nasıl etkilemeyi amaçlıyor? Ve bu etki, oyuncu, metin ve izleyici arasındaki sınırları nasıl değiştiriyor?
Seyircinin uzaktan izlemesini istemiyoruz; kendilerini dahil hissetmelerini istiyoruz. Hamlet'imiz dördüncü duvarı yıkıyor, doğrudan hitap etmeyi teşvik ediyor ve birden fazla dil kullanıyor: sözlü ifade, jest, video, müzik. Oyuncular sadece seyirciye konuşmuyor, onlarla konuşuyor. Seyirci artık pasif bir gözlemci değil etik ve duygusal sohbetin bir parçası. Bu nedenle dramaturjiyi gerçek tanıklıklardan, tanınabilir derecede insani yaşanmış deneyimlerden inşa etmeyi seçtik; onları ifade eden bedenler ve sesler, seyircinin ana rollerde görmeye alışkın oldukları olmasa bile. Ve oyunun sonunda çok özel bir şey oluyor: seyirci sahneye çıkıp oyuncularla dans etmeye davet ediliyor. Bu, alanı, neşeyi ve anı paylaşmaya bir davet. Performansın en güzel kısımlarından biri çünkü o anda sınırlar tamamen ortadan kalkıyor. Oyuncu ve seyirci, sadece birkaç dakikalığına da olsa aynı topluluğun parçası oluyor. O son dans, tiyatronun birlikte inşa ettiğimiz bir şey olduğunu hatırlatıyor.
Hamlet’i izlemeden önce İstanbul seyircisine söylemek istediğiniz özel bir şey var mı?
Kalbinizi açarak gelin. Hamlet hakkında bildiğinizi sandığınız şeyleri veya Shakespeare’i kimin oynayıp oynayamayacağını düşündüğünüzü unutarak gelin. Bu, farklılık hakkında bir hikâye değil; hepimiz hakkında bir hikâye. İnsan olmanın kırılganlığı ve gücü hakkında. Bırakın oyuncular sizi şaşırtsın. Paylaşacakları acil, güzel ve son derece gerçek bir şeyleri var.
Hamlet, Teatro La Plaza

Hamlet
Oyuncular: Octavio Bernaza, Jaime Cruz, Lucas Demarchi, Manuel García, Diana Gutierrez, Cristina León Barandiarán, Ximena Rodríguez, Álvaro Toledo
Yazan, yöneten: Chela De Ferrari
Yardımcı yönetmenler, Dramaturji Danışmanları: Claudia Tangoa, Jonathan Oliveros, Luis Alberto León
Dramaturji: Barbara Métais-Chastanier
Koreografi: Mirella Carbone
Ses Eğitimi: Alessandra Rodríguez
Görsel tasarım: Lucho Soldevilla
Işık tasarımı: Jesús Reyes
Yapımcı: Siu Jing Apau
Teatro La Plaza’nın 24 Ekim Cuma 20:30’da; 25 Ekim Cumartesi 15:00 ve 20:30’da gerçekleşecek Hamlet uyarlamasının biletleri ve yapım hakkında detaylı bilgi için;
Yorumlar