Bu yıl 1 Ekim'de sona eren Münster Heykel Projesi'nin 1977'deki ilk versiyonuna katılan sanatçılara baktığımızda, çalışmanın nasıl bir 'kamusal müze' organikliğiyle evrildiğini tarihsel boyutlarıyla kavramamak işten değil aslında: Carl Andre, Michael Asher, Joseph Beuys, Donald Judd, Richard Long, Bruce Nauman, Richard Serra, Claes Oldenburg ve Ulrich Rückriem. Dolayısıyla projenin yarım asrı gören bugünkü versiyonu, kendiliğinden büyük bir sorumluluk devralmakta. Bu arada projenin o dönemki bütçesinin yaklaşık 420 bin Alman markı olduğunu ve yaklaşık 100 bin ziyaretçiyi kendine çektiğini de belirtelim.
Ayşe Erkmen, Suda Heykel Projesi, 2017, Fotoğraf: Henning Rogge
Almanya'nın Münster kentinde 1977'den bugüne her 10 yılda bir düzenlenen Münster Skulptur Projekte/Münster Heykel Projeleri, bu yıl beşinci kez, girişimin sanat yönetmeni Kasper König, bağımsız küratör Britta Peters ve LWL Kültür ve Sanat Müzesi Küratörü Marianne Wagner imzalarıyla hayata geçirildi. İstanbul'da yakın zamandır Dirimart tarafından temsil edilen Ayşe Erkmen'in, Sculptures on Air isimli projesi ardından tekrar katıldığı ve yerelden ulusala, büyük çoğunlukla Alman medyasında ilgi toplayan Suda/On Water isimli projesiyle de gündeme gelen etkinliğin ön izlemesi haziran ayının ikinci haftasına, Documenta 14'ün de ilk günlerine rastladı.
Yeşilliği, yağmur bereketi, binlerce bisikleti, sakinliği ve medenîliğiyle göz ve gönül dolduran etkinlik estetik, politik, kamusal ve sosyal düzlemde heykelin varlığı ve işlevini birey ve kitle, zaman ve mekân üzerinden sınayan, birbirinden özgün çok sayıda yapıtı bir araya getirdi. Münster'i ilk kez görenler için, kente 'ekili' ve kendi kendileriyle bir varoluş macerası yaşayan eski yapıtlara yönelik de bir nevî keşif macerası vadeden projeye dair girişime başından beri emek veren Kasper König, 'gelecek kuşaklardan öğrenecekleri şeylerin vaatkârlığını vurguluyor ve mekâna özgü yerleştirmeler ve performanslarla da bütünleşik projenin, tutkusal ve fiziksel bir deneyim oluşunun' altını alçak gönüllülükle, ibretle çiziyordu.
John Knight, A Work in situ Skulptur Projekte, 2017, Fotoğraf: Henning Rogge
Projenin gündeme taşıdığı sorunsallardan biri de, basına aktarıldığı üzere, günümüz heykelinin taşıdığı, özel ve kamusal alan ile zaman ilişkisi ve giderek artan dijitalleşme karşısındaki duruşu oldu. Böylesi devasa bir projenin bireysel/ekonomik/fiziksel sınırlar dahilinde en verimli biçimde tecrübe edilebilmesi için gereken tüm önlemler, çoktan alınmış gibiydi. Söz gelimi, projenin özel hafif ve ince kâğıda basılı 480 sayfalık, kenti/heykelleri gezerken yanınıza kolayca alabileceğiniz 'evladiyelik' kataloğunda, tasarımcılar Lex Trüb ve Urs Lehni'nin imzaları bulunmaktaydı.
Tüm işlerin daha önceden görsel ve metinsel olarak kayda alındığı çalışma, Almanca ve İngilizce olarak basılırken, projenin rehberli turlarında da en az altı dil ve engellilere yönelik de iki tur hizmeti dikkatlerden kaçmıyordu. Bununla birlikte Münster’i ve heykelleri gezebileceğiniz ve bedeli 3 Avro olan bir harita da, sizi sürekli olarak sahipleniyordu. Etkinlikleriyle 1 Ekim'e dek görülebilecek Münster Heykel Projesi'ne bu yıl, Jeremy Deller'dan (Londra) Gerard Bryne'a (Dublin), Pierre Huyghe'den (New York) Alexandra Pirici'ye (Bükreş), Nora Schultz'dan (Boston) Peles Empire'a (Barbara Wolff ve Katharina Stover) 40'ın üzerinde sanatçı ve kolektif, 35 eserle katıldı.
Jeremy Deller, Speak to the Earth and It Will Tell You, 2007–2017, Fotoğraf: Henning Rogge
Bir üniversite kenti olan ve büyük çoğunluğu Katolik olan Münster'de, bu projenin 1997'de alınan bir bölgesel kararla 10 yıllık periyotlar halinde sahiplenmesi ise yerel kültür politikalarının kültürel kimliğin inşasındaki vizyoner potansiyeline de bir delil olarak dikkat çekiyordu. Kent kadar nesillerin de bu heykel/projelerle evrilecek estetik/etik ve empati duygusunun, Münster ve geleceğine neler kattığı, çocuk parklarından boş arsalara, oradan eski arıtma yapılarından kampüs avlularına ve parklara, bahçelere 'biblolaşıp kiçleşmeksizin sızan' sanatın zamanla demlenmiş başarısıyla ortadaydı keza. Ne eski işler yenileriyle, ne de yeni projeler, eskileriyle rekabetteydi zira.
Münster Heykel Projesi'nin 1977'deki ilk versiyonuna katılan sanatçılara baktığımızda çalışmanın nasıl bir 'kamusal müze' organikliğiyle evrildiğini de tarihsel boyutlarıyla kavramamak işten değil aslında: Carl Andre, Michael Asher, Joseph Beuys, Donald Judd, Richard Long, Bruce Nauman, Richard Serra, Claes Oldenburg ve Ulrich Rückriem. Dolayısıyla projenin yarım asrı gören bugünkü versiyonu, kendiliğinden büyük bir sorumluluk devralmakta. Bu arada projenin o dönemki bütçesinin yaklaşık 420 bin Alman markı olduğunu ve yaklaşık 100 bin ziyaretçiyi 3 Temmuz ile 13 Kasım arasında kendine çektiğini de belirtelim. Bu anlamda istatistiklere baktığımızda ise 1997'de projeyi yine yaklaşık dört ay içinde, bu sefer yarım milyon ziyaretçinin deneyimlediğini ve bütçenin 6 milyon Alman markına ulaştığını hatırlatalım. Projeye bu büyüteçle bakınca, 2007 bütçesi ise 6 milyon 200 bin Avro olarak karşımıza çıkmakta. Seyirci sayımız ise bu kez verilere göre 575 bin kişiye ulaşmış durumda. İşte bu noktada çok önemli birkaç detay daha hayata geçmiş: 3163 sergi konuşması/turu düzenlenip yaz akademisi açılmış, çocuk kitapları ve özel yayınlar tasarlanmış, ücretsiz rehberli turları ise 11 bin kişi tercih etmiş. Münster yönetiminin, projenin 10 yıllık olmasından yana bir şikayeti bulunmuyor. Aksine bienaller, trienaller ve documenta dünyasında bu ritmin kendileri için çok daha cömert ve verimli olduğunda hemfikirler.
Thomas Schütte, Nuclear Temple Skulptur Projekte, 2017, Fotoğraf: Henning Rogge
Bu şartlar altında bol özel, kiralık siyah bisikletli 2017 model Münster Skulptur Projekt'e baktığımızda, Aram Bartholl, Jeremy Deller, Nicole Eisenmann, Pierre Huyghe, Hrein Friafinsson, Ayşe Erkmen, John Knight ve Peles Empire ile, Mika Rottenberg ve Gregor Schneider gibi imzaların, heykel kavramına getirdikleri yeni biyolojik, distopik, sosyo psikolojik, etno kültürel işlev ve değer önermelerinin, geleceğin heykel/kamusal sanat disiplinine ufuk açıcı müdahaleler yaptıkları kuşku götürmüyor. Bu isimleri yalnızca kuru kuruya anmamızın yeterli olmayacağını, yapıtlardan sayfalarca söz etmem gerektiğini kesinlikle biliyorum, ancak bu projelerin her birine en azından İnternet üzerindeki kaynakları kullanarak çok, çok yakından bakın istiyorum: Belki de gelmişiyle geçmişiyle, dünyadaki en özel açık hava müzelerinden birinde olduğunuzu duyumsamamanız işten bile olmayacak.
Jeremy Deller, Speak to the Earth and It Will Tell You, 2007–2017, Fotoğraf: Henning Rogge
İlgilenenler için: skulptur-projekte.de
header.all-comments