top of page

Bir iktidar meselesi

Murat Alat'ın unlimitedrag.com üzerinden yayınlanan Egzersizler isimli serisi iktidar kavramı üzerine düşünen yazısıyla devam ediyor


Yazı: Murat Alat


İktidar enteresan bir kavram, tıpkı çağımızda iktidarın örgütlenme biçimi olan kapitalizm kavramı gibi. İnsanın aklı, iktidar deyince muktediri, kapitalizm deyince kapitalisti arıyor, olan bitenden, içinde bulunduğumuz cehennemden sorumlu tutmak için; ama bu kavramlar ardlarında bir fail bulunmayan, bulunamayan sistemleri işaret ediyor kanımca. Elbette dünya üzerindeki pek çok ülkenin liderlerini birer diktatöre yakışan edimlerinden dolayı suçlamaktan geri kalamıyor insan, kalmamalı da. Ancak düşünmeden de duramıyorum, söz konusu şahıslar ne kadar özgürler, akıllarını, iradelerini ne raddede özgürce kullanabiliyorlar? İnanıyorum ki, içinden geçtiğimiz alacakaranlık kuşağının müsebbibi ne Ahmet ne Mehmet. Ahmet ve Mehmet sadece kendi varoluşlarını iktidara sakınımsızca teslim etmiş, muhteris, tam da bu yüzden acınası yaratıklar. Özgür iradelerini askıya astıklarına eminim, onları kitlelerden ayırabilecek bir nişanlarının olmadığını da görüyorum. Bir gün öldüklerinde yerlerine geçecek ve onların üstlendikleri görevleri mükemmelen yürütecek sayısız Ahmet ve Mehmet de olduğunu biliyorum. Belki ben de onlardan biriyimdir. İçim kararıyor.


Efsanevi yönetmen Werner Herzog, Fransa’da yer alan ve bilim insanları tarafından üst-paleolitik döneme, yani günümüzden 50.000 ile 12.000 yıl öncesi bir zaman dilimine tarihlenen Chauvet Mağarası üzerine yaptığı Unutulmuş Düşler Mağarası adlı belgeselinde ilginç bir hususun altını çiziyor. Chauvet Mağarası ki on binlerce yıl boyunca insanların duvarlarına bıraktığı el izleriyle meşhur, derinliklerinde istisnai bir el izi barındırıyor. Mağaranın derinliklerinde bulunan birbirinin handiyse aynısı binlerce el izi içerisinde bir el izi kırık parmaklı bir insana ait olmasıyla diğerlerinden ayrılıyor ve Herzog’a göre bu insan kırık parmağının iziyle kitlelerden ayrılarak tarihin ilk otörü/müellifi.


Özdeş pek çok izden farklılaşan bu el, izini mümkün kılanın bir kırık parmak, diğer bir deyişle, bir yara, parmak kemiğinde bir yarılma olduğunu göz önünde bulundurmak açıkçası hoşuma gidiyor. Bir yara veya yarılma, bütünlüklü, mükemmel ve elbette ideal bir bedenin kısmen de olsa parçalanmasıyla, ölümün izinin yaşam dolu beden üzerinde belirmesi olarak ele alındığında, ilk sanat eserinin ve dolayısıyla tarih öncesi bir öznenin müsebbibi. Zira ölümün bu ve bunun gibi pek çok nişanı sayesinde insan varoluşu, adına yaşam denen dolu düzgün akıştan farklılaşıyor, öznelliğini tesis ediyor ve ancak bu farklılaşma anında özgür ve özgün bir yaratı ortaya çıkıyor. Ancak ölümün bu nişanı sayesinde sanat ve hayat mümkün. Sanat, Maurice Blanchot’un kulağıma mütemadiyen fısıldadığı gibi, bir ölüm deneyimidir.


Sanatı özel bireylerin özel üretimleri olarak ele almamalı. Sanat insan varoluşunun temel unsurlarından biri. Her ne kadar son yüzyıllarda sadece sanatçılara mahsus bir alanmış gibi görünse de sanat, yaşamını anlamlı kılmaya çalışan her faninin yegâne eylem alanı. Her birimiz nasıl ki ölümle işaretlenmişsek, sanat yapma becerisine de sahibiz ve hatta sanat yapmak zorundayız. Sanat bizim yaşamın vahşi akışı içinde bir anlığına bile olsa “Ben varım!” dememize fırsat verecek yegâne aracımız. Peki “Ben varım!” demenin anlamı ne? Şayet ben varım demenin yolu “Ben ölüm tarafından işaretlendim, ben ölüyorum.” demek ise, bu naif cümle ilelebet var olmayacağımın da bilincini taşıdığımı işaret etmiyor mu? İşte en büyük dehşet! Var olabilmek ancak ölümün, yok olmanın ufkunda mümkün oluyor. Ben varım demek, ben yok oluyorum demenin yoldaşı.


Kapitalizm tohumlarının ilk atıldığı neolitik devrimden, yani günümüzden 12.000 yıl öncesinden beri tek bir arzu tarafından güdülenir, o da varlığı mutlak kılmak, var olan her şeyi kapitale devşirip zamanın mekânın dışında doğanın kanunu olan entropiden azade, mutlak bir değer tesis ederek bütünlüğe, tekliğe ulaşmak. Özetleyeyim; ben ölüyorum demeden ben varım diyebilmek, ölümü alt etmek. Kapitalizm ile faşizmin kesiştiği nokta da burası, faşizm kelime anlamıyla bağlamak fiilinden gelir ve var olanların çokluğunu mutlak teklik altında birbirine bağlamak bu uğurda bir olmaya direnenlerin, farklı olanların varlıklarını ne pahasına olursa olsun göz ardı etmek çabasının adıdır. Bu göz ardı etme faaliyetinin nasıl göz önünden kaldırmak ve hatta farklı olanları yok etmek girişimleriyle iç içe geçtiğini medeniyetimizin tarihi bize sık sık gösterdi çok şükür. Kapitalizm ve onun ideolojik eşlikçisi faşizmin tek çığırdıkları budur: Yaradan, yarılmadan, ölümden, yokluktan azade bir dünya. Öte yandan yaralanmak, yarılmak yaratmak da demek. Yaratmak, hiçten var çıkarmak ancak yararak, yaralanarak mümkün. Ölüm, kapitalizmin vaaz verdiği gibi varlığın düşmanı değil yoldaşı. İşte tam da bu yüzden ex-nihilo yaratan sanatçı, kendini yararak, yaralı olduğunu bir an bile unutmayarak yaratan sanatçı varlığı doğurur. Yara bütünden önce gelir. Bütün olmak ancak yaralanmış bir varlığın fantezisidir. 


Şayet kapitalizm ölümsüzlüğü vaaz ve vaat ediyorsa ve sanat ancak ve ancak ölüm tarafından yaralanarak yapılıyorsa o zaman sanatçı kapitalistin tam da karşı kutbunda yer alsa gerek. Özgün ve özgür bir üretim ancak mutlak olanın çağrısına direnerek yapılır ve yaratıcı özne ancak birliğin içinde yitip gitme fantezileri koşulsuzca reddedildiğine mümkün olur. Tam da bu yüzden kapitalizm vardır ve kapitalist yoktur. Kapitalizm zaman-mekân üzeri bir birliğe göre kodlarını ayarlamış bir sistem iken kendi içinde fark yaratan öznelere izin vermez. Kapitalist diye adlandırılan kişi aslında varlığını kapitalin varlığına armağan etmiş kişidir. Kapitalin sonsuz hayat ayartmalarına direnmek ancak ölümü, yarayı, yarılmayı kabul etmekle velhasıl ancak yaratarak olur. Ancak sanat bizi kurtarabilir.


Evet manzara hırçın ama iktidar kelimesinin kökeninde kudret olduğunu unutmamalı, iktidar yaşamın yıkıcı, kaotik kudretinden bir hayat yaratmak için bizzat insanlar tarafından yaratılmışır. Her ne kadar günümüzde kapitalizm altında örgütlenmiş bu iktidar düzeneği yaşamın özünü temellük edip kapitale devşirerek mutlağa ulaşmak için dizginsizce koşup duruyorsa da aslında iktidar yaşamın kudretinin sanatsal bir kullanımıyla bizi kutlu bir hayata eriştirmek için de işe koşulabilir. Dedim ya ölümsüzlük, kadri mutlaklık vaatlerinin ve ayartmalarının karşısında bize bu dünyadan bir gün göçüp gidecek olan faniler olduğumuzu hatırlatmasıyla ancak sanat bizi kurtarabilir.


Comments


Commenting on this post isn't available anymore. Contact the site owner for more info.

All rights reserved. Unlimited Publications.

Meşrutiyet Caddesi No: 67 Kat: 1 Beyoğlu İstanbul Turkey

Follow us

  • Black Instagram Icon
bottom of page