Yer sallanıyor
- Murat Alat
- 6 gün önce
- 3 dakikada okunur
Murat Alat'ın unlimitedrag.com üzerinden yayınlanan Egzersizler isimli serisi mutlak aklı tahtından indiren sanat üzerine düşünen yazısıyla devam ediyor
Yazı: Murat Alat

Yer sallanıyor! Tabirin hem düz anlamıyla hem de mecazi anlamıyla ayağımızın altındaki toprak uzunca bir süredir gümbür gümbür kıpırdanıyor ve biz, yerkürenin aciz sakinleri pek bir şey yapamıyoruz. Dudaklarımızdan tek bir kelime dökülebiliyor ancak, tıpkı Cehennemin Kalbi’nin sonunda, Kurtz’un zorlana zorlana söyleyebildiği gibi, “Dehşet! Dehşet!” Peki nedir bu dehşet ve sanatla ne alakası var?
Immanuel Kant, büyük eleştiri projesini nihayete erdirecek olan eseri Yargı Gücünün Eleştirisi’nde, günümüzde sanatla ya da felsefeyle uzaktan bile olsa ilgilenen hemen hemen herkesin kulağına bir şekilde çalınmış olan “yüce” kavramını geliştirir. Bu kavram daha aşina olunan “güzel” kavramından gayrı, aklı askıya alıp insanın anlama yetisini dumura uğratan olayları çerçevelemek için işe koşulur Kant tarafından. Söz konusu, karşısında küçük dilimizi yuttuğumuz, gözlerimizin fal taşı gibi açıldığı, hareket bile edecek kudreti kendimizde bulamadığımız anlardır. Elbette, deprem, fırtına, sel gibi doğal afetlerin bizim naçiz varoluşlarımız üzerinde yarattıkları tesirlerdir “yüce”de kavramsallaştırılmak istenen, ama sadece bu da değil; bir Turner tablosu da güzelden ziyade yücedir Kant için. Saf aklın çalışma zemini olan zaman ve mekân formlarını kırmasıyla bu formlara tabi olarak işleyen yine saf akla içkin olan neden-sonuç ilişkisi gibi kategorileri işlemez hale getiren bazı sanat eserleri bizi yerimizden yurdumuzdan eder, hatta lâl kılar ve yücenin neşet etmesi için imkân sağlar.
Sanatla pek de ilgilenmeyecek kadar ciddi meselelerle meşgul olan Kant’ın yaşadığı zamanlarda “yüce” sanatın içinde ancak bir tali yol iken Modernizm bu cehennemden gelen kuvveti, hadi adını doğru koyalım, kaosun insanı lime lime eden kudretini, sanat yapıtının kalbine yerleştirir. Modernizmle sanat yüceyi/kaosu kendine hammadde kılar. Elbette mümkün olduğu kadar... “Yüce” adı her ne kadar kutlu olsa da alelâde bir insan için tahammülfersa bir deneyimdir; insanda baş dönmesi, mide bulantısı yaratır. “Yüce” ile karşı karşıya kalınca Necip Fazıl’ın tabiriyle insan kusar öz ağzından kafatasını ve ancak şunu der: Dehşet! Dehşet! İşte tam bu yüzden sanat “yüce”yi gıdım gıdım kullanır. “Yüce”de ifrata kaçmanın izleyici namlı kişinin sanata toptan yüz çevirmesine yol açması işten bile değildir.
Yüce sanata salt doğanın akıl almaz kudreti olarak nüfuz etmez Romantizm’de olduğu gibi. Hatta ”yüce”, sıklıkla sanatta adına ihanet edercesine, akıl tarafından sıkı sıkıya örülmüş gündelik hayatın içinde bir türlü akla teslim olmayan küçük fazlalıklar, küçük anlamsızlıklar olarak belirir. Marcel Duchamp'ın Çeşmesi ki ilk bakışta aleladeliğiyle yücenin tam zıt kutbunda yer alır gibi gözükür, ama işin aslı tam da akla, anlamlandırmaya boyun eğmemesiyle Kant felsefesi üzerine bina edilmiş modern aklı, modern öznelliği delik deşik ederek kaostan pay alır ve yüceye göz kırpar. Piero Manzoni ise Duchamp'tan da ileri gider, buluntu nesne yerine kendi dışkısı olduğunu iddia ettiği bir “şey”i koyar ve işbu “şey” kaosun aslına en sadık temsilcisi olarak “Sanatçının Boku” namlı eserde yüce makamına yerleşir ve yüceyi/kaosu beyaz badanalı steril sergi salonlarına dizginsizce salar. Sanatın modernizmin şafağından beri hiçbir aklıselim insan tarafından değerli bulunmaması aslında onun tam da bu akla, izana karşı açtığı ve ardına yüceyi/kaosu aldığı savaştan beri gelir. Muhatabından gelecek cevap bellidir: Dehşet! Dehşet! Ya da saçmalık. Aklın sınırları ötesine saçılmış bir eser için ne güzel bir tanım: Saçmalık!
Şimdi ilk paragrafta sorduğum soruyu tersten sorayım: Ne alakası var bütün bunların depremle ya da iklim kriziyle? Aslında bağı kurmak pek zor değil. Doğa sonsuz karmaşıklığıyla insan aklının alamayacağı bir kuvvet iken sanat tam da bu genlerinde sömürgecilik olan akla karşı çıkışıyla kaotik doğayla iş birliğine girmek zorundadır her adımında. Modernizmle birlikte artık sanat için söz konusu olan Rönesans’taki gibi doğanın kaostan düzen devşirmek için kullandığı formları taklit etmek değildir. Modernizm'den beri sanat avuçlarının arasına bizzat kaosu alır, bizzat kaosla iş birliği yapar, gündelik hayata kaosu katar. Jackson Pollock da bunu yapmıştır, Andy Warhol da. Sanat günümüzde yerküremizi cendereye almış, bizi deprem, yangın, sel ve nihayetinde elbette iklim krizi gibi dehşet verici olaylarla yüzleşmek zorunda bırakmış modern aklı, bizi “yüce” ile göğüs göğüse savaşmak zorunda bırakan mutlak aklı tahtından indirmek için çalışır. Bir kez akıl, sanatın da payıyla var olanlar arasında anlama kapasitesinin tam olarak hazmedemeyeceği şeylerin de var olduğuna ikna olduğunda aslında kendi yetersizliğini de kavrar. İşte o zaman doğaya veya doğanın tezahürleri olan depreme, sele, yangına bir düşman olarak değil de kaderin bir cilvesi olarak bakar ve bu “doğal afet”lerle inat etmeden bir arada yaşamanın yollarını geliştirebilir. Sanat doğal afetler olup bittikten sonra bir boka yaramaz ama onların dehşet verici olmasını engelleyebilir.
Yer sallanabilir ama bizim de onun ritmiyle dans etmeyi öğrenmemiz gerek.
Comments