top of page

Medyayla temas sonrası görsel katarsis


Alpin Arda Bağcık’ın 30 Aralık 2017’ye dek Zilberman Gallery İstanbul’da görülebilecek olan Kırmızı Reçete adlı sergisi, tanıklık ettiğimiz hakikat-sonrası çağında medyanın bireyleri sürüklediği gerçeklikten kopma hissine işaret ediyor ve bu duruma ilaç olarak reçeteye sanat yazıyor

Zopiklon, 2017, Tuval üzerine yağlıboya, 300 x 140 cm

Alpin Arda Bağcık, Zilberman Gallery’deki Kırmızı Reçete isimli ikinci bireysel sergisinde, sergilenen yeni tuvallerini medyada yayınlanan, ardından hafızaya kazınan veya haberlerin etkisiyle zihinde oluşan bazı imajlardan yola çıkarak gerçekleştirmiş. Bir arada sergilendiğinde eserler, 21. yüzyıl medya ve iktidar ilişkisini tanımlayan ve Türkçe’ye hakikat-sonrası veya gerçeklik-sonrası olarak çevirilebilecek post-truth kavramının farklı açılımlarını yansıtıyor. 2016 yılında Oxford Dictionary tarafından yılın kelimesi olarak seçilen akikat-sonrası, şu anlama geliyor: “Nesnel verilerin kamuoyunu şekillendirmede duygusal ve kişisel inanca hitap eden olgulardan daha az etkili olduğu durumlar veya buna işaret eden koşullar.” Alpin Arda Bağcık’ın bu sergideki eserleri, post-truth’u deneyimlemek zorunda kalmış milenyum çağı bireylerinin ruhsal yaşantısını iki etapta ele alıyor. İlki medyada yayınlanan haberlerin yarattığı etki, dolayısıyla travma, paranoya ve gerçekliğin sorgulanması, ikincisiyse bireyin gerçeklik algısını sorgulatan bu durum karşısındaki tepkisi, kendini bir süreliğine de olsa korumasını sağlayan gerçek ya da sembolik bir uyku hali.

Sanatçı, aynı galeride 2015 yılındaki Ambivalans isimli bir önceki sergisinde de, medya karşısında bireyin gerçeklik ve kurgu arasında kalmasını ele alırken, şizofreninin teşhisinde kullanılabilen belirtilerden biri olan, aynı objeye karşı duygu, düşünce ve davranışlarda ikililik anlamına gelen ambivalans kavramını psikolojiden ödünç almıştı. Bu sergide de eserlerin bazıları aldıkları psikiyatri ilaçlarının isimleriyle göze çarpıyor: Zopiklon, Metilfenidat, Imovane, Ritalin… Bir önceki serginin bu anlamda bir devamı olarak değerlendirilebilecek Kırmızı Reçete’deki eserler bu sebeple psikolojinin bakış açısından yorumlamaya da açıklar. Bu bağlamda, sanatçının eserlerinden yola çıkarak, medyanın bireyi içine sürüklediği bu bilgi-imaj-gerçeklik sorunsalının hangi psikanalitik kavramlara gönderme yaptığı ve mümkün kıldığı ruh hali çözümlemesi üzerine düşündüm.

Görsel Katarsis

Kırmızı Reçete, bilgi akışına gittikçe ‘maruz’ kalındığı, akışın üzerinde düşünülemeyecek kadar hızlı hale geldiği, haberler karşısında bireyin kendini daha çok pasif olarak konumlandırdığı bu yeni yüzyılda medya ve onla olan ilişkimiz üzerine düşünmeye davet ediyor bizi. Basın aracılığıyla ulaşan imajların üzerimizdeki etkisi tartışılmaz, görselliğin hakimiyet kurduğu iki binli senelerde ise bu durum artık daha da ön planda. Bu haberlerin gerçekliğimize işlemesini psikanalitik teoriyle açıklamak ise mümkün. İmajlarla ilişkimizin bir kısmı bilinçlidir, tahmin edilebileceği gibi eğlenmek, bilgi almak hatta sadece izlemek, bakmak gibi arzuların tatminini sağlar. Bu ilişkinin bilinçaltına ait diğer kısmı ise insan psişesinin kuruluş aşamalarından biri olan anne ve bebek ilişkisine kadar uzanır. Görüntülerin bu kadar çekici gelebilmesi ve özne üzerindeki etkili olabilmeleri buradan kaynaklanıyor. Bir imaj karşısındayken, tıpkı henüz dilsel anlamın tam kurulmadığı ve görselliğin ağır bastığı anne-bebek ilişkisindeki gibi, “ben” ve “ben olmayan” arasındaki sınır netliğini kaybeder ve geçişli hale gelir. Hem imaj içselleştirilir, benliğe ait bir bölgeye girer, hem de imaj üzerine benliğe dair yansıtmalar yapılır, bu iki süreç iç içe işler. Bu doğrultuda, medyanın yayınladığı görüntülerle temasın ortaya çıkaracağı etkileşimi düşünmek kaçınılmazdır, özellikle de ülkenin en çok kullanılan iletişim aracı televizyon söz konusu ise. Bu noktada, tıpkı çocuklukta dinlenilen hikayelerin gerçek olsa da olmasa da duyguları harekete geçirebilmesi gibi, görüntülere eşlik eden anlatımın da benzer psişik mekanizmalar ile işlediğini hatırlatmak gerekir. Görsel medya ile olan bu imaj üzerinden özümseme ve özdeşleşme ilişkisi, medyanın düşün dediğini düşünmeye kadar gidebiliyor, çünkü sanatçının da ifade ettiği gibi “Haberlerin doğruluğunu veya yanlışlığını değerlendirmek, bir mantık filtresinden geçirmek çaba ve çalışma gerektiriyor. Bazen mantığımıza oturmayan haberler o kadar sıklıkla tekrarlanıyor ve detaylı sunuluyor ki mantığımıza uymadığını unutup o haberi gerçekmişçesine algılayıp, detaylarda kayboluyoruz.”

Alpin Arda Bağcık da bu sergisinde basındaki imajların ve beraberinde iletilen bilgilerin iç dünyamızda kalan izlerini ve sebep oldukları ruh hallerini, bu görüntülerden yola çıktığı tuvaller aracılığıyla tekrar oluşturup, ifadeye ve anlama kavuşmalarını sağlayarak, medyayla temas sonrası birey için bir nevi görsel katarsis gerçekleştiriyor. Freud’un psikanalizin yöntemlerinden biri olarak tanımladığı katarsis, bir öznenin geçmişteki travmatik olayı hatırlayıp söze dökmesi, olaya ait duygusal yükü boşaltması ve bu sayede farkındalığa ulaşma sürecidir. Katarsis, aynı zamanda baskılamadan kurtulunmasını ve travmaların çözülmesini sağlar.

Travmaların bir kısmı bilince dil aracılığıyla ulaşabilir, söze, kelimeye, ifadeye dökülebilir. Oysa diğer bir kısmı sadece görseldir, imajlardan, onların tekrarlarından, değişimlerinden veya bozulmalarından oluşur. Sanatçı da medyanın bilinçaltına itilen görsel unsurlarının izini, Metilfenidat (2017) ve Ritalin (2017)’de kullandığı, orijinali resmetme, baskı ile çoğaltma ve tekrar resmetme tekniği aracılığıyla sürüyor. İmaj böylece kendi gerçekliğinde değil öznenin içselliğinde araştırılıyor.

Alpin Arda Bağcık, Ritalin, 2017, Tuval üzerine yağlıboya, 175 x 175 cm

Bazı imajların da çoktan kendi gerçekliklerinden çıkarılıp kullanılıyor olması, serginin verdiği diğer fikirlerden biri. Sanatçının Ritalin (2017)’de vurgulamak istediği gibi, petrole bulanmış karabatağın fotoğrafı Saddam Hüseyin’in 1990-91’deki Körfez Savaşı’nda Kuveyt’in yaklaşık yedi yüz sondaj kuyusunu yakıp körfezi petrole ve kara dumana buladığı manzaraya değil, aslında Alaska’da bir tanker kazasına ait. Medyanın ilettiği bu imajlar ve bilgiler karşısında, Bağcık imajların görsel bilinçaltı kayıtlarının izini sürüp, onlara şekil vererek, nesnelleştirerek ve tuvallere aktararak, seyirci için bir nevi görsel katarsis gerçekleştiriyor.

Post-Truth : Haz ilkesi gerçekliğe karşı

Sübjektif gerçekliğin, objektif olanın önüne geçirilmesi dünyada yeni bir politik dönemin başlangıcı olarak değerlendiriliyor. Modernizmin bireyselliği göklere çıkarması, sosyal medyayla beraber narsisizmin yeni bir norm haline gelmesi, post-truth kavramının ortaya çıkmasına iki temel sebep olarak olarak gözüküyor. Eğer Freud’un haz ve gerçeklik ilkesi teorisini düşünürsek, insan psikolojisi hakikat-sonrasının getirdiği yeni algıya kapılmaya aslında çok müsait. Haz ilkesi bizi güdüsel olarak zevke yöneltip acıdan kaçmamızı sağlarken, aynı zamanda bilinçaltına ait kurguların insan zihninde hayali olarak kendilerini gerçekleştirmesinde de rol alır. Hayatlarımıza yön veren bu haz ilkesi, gerçekliği umursamaz, bilinçdışı isteklerin gerçek ya da hayali tatminini amaçlar. Psikanaliz sırasında dışarıdaki değil tam tersi kişisel gerçeklik ele alınır, ancak bu sadece analiz amaçlıdır. Bu doğrultuda haz ilkesi, iktidardaki güçlerin çıkarları lehine, yanlış bilgi vererek gerçeklik algısını değiştirmek, gerçeği kişisel algıyla önemsizleştirmek, duyguları mantığın önüne geçirmek gibi çeşitli yöntemlerle kullanılabilir. İnsan yapı olarak ne kadar haz arayışında olsa da, gerçeklik ilkesine boyun eğmek zorunda olduğunu unutması sadece zararına olacaktır. Bu noktada, post-truth çağında, bilgilerin doğru ya da yanlış olması önemini kaybetmiştir. Ritalin (2017) tablosu, ismini aldığı hiperaktivite ve dikkat bozukluğunun tedavisinde kullanılan ilaç gibi, medyanın çoğu zaman bir konudan diğerine, doğru-yanlış ikilemini değerlendirmeden zıpladığını akıllara getiriyor. Sanatçı bu durumu ifade etmek için söz konusu fotoğrafın kopyasını çıkartıp, daha sonrasında iki imajı üst üste getirmiş, tıpkı iki ayrı olayın aynı imajla anlatılması gibi.

Medyanın bu tutumu karşısında, biraz da bu haberleri hazırlayan gazeteciler ve bilinçaltı hareketleri üzerinde durmak gerekiyor. İmajların insanlar üzerindeki etkisinin medyaya bariz bir güç ve manipülasyon imkanı sunması sebebiyle haberler bazı yanlış görüntülerle desteklenmeye devam edilebiliyor. Yalan haberlere düzeltme yapılmamasının da medyanın bu her koşulda tümgüçlülüğünü koruma arzusundan kaynaklandığı düşünülebilir. Doğruluğu sorgulanır bilgi kaynakları, haberlerin çeşitliliği, aralarındaki geçişsizlik bu karmaşa fabrikasının üretiminin devamını sağlıyor. Bazı gazeteciler ise, aslında kontrol onlarda olmamasına rağmen, aksini iddia eden bir ilüzyonu devam ettirmeye çalışıyorlar.

Burada, uluslararası World Press Photo’nun genel müdürü Lars Boering’in, kurumun 2017 kataloğunun ön sözünde World Press Photo’nun misyonunu anti-post-truth olarak tanımladığını ve basının vereceği güveni çözüm olarak sunduğunu, güvenin hakikat-sonrası’nı tekrar mit haline getirebileceğini söylediğini de hatırlatalım.

Alpin Arda Bağcık, Metilfenidat, 2017, Tuval üzerine yağlıboya, 50 x 90 cm, 35 parça

Travma

Sergide hem boyutlarıyla hem de işlediği konuyla göze çarpan eserlerden biri Metilfenidat (2017). Eserin aldığı isim Metilfenidat, dikkat bozukluğunun yanı sıra narkolepsi (gündüz kontrol edilemeyen uyku atakları), hipersomni (gündüz aşırı uykululuk hali) gibi uyku bozukluklarında kullanılan bir psikiyatri ilacı. Bu seri, Tijen Karakaş’ın 15 Temmuz 2016 darbe bildirisini televizyonda okuduğu anın resminin baskı yöntemiyle çoğaltılmış ve tekrar resmedilmiş otuz beş kopyasından oluşuyor. Eser, darbenin yarattığı toplumsal travmayı işliyor. Psikanalize tekrar kulak verirsek, travma, üç unsurun birleşmesidir: bir şok anı, gerçekliğin bireyin bilincine hiç hazır olmadığı bir anda zorla girmesi ve bunun ruhsal dünyada yarattığı sonuçlar. Darbenin toplumsal bir düzeyde işlemesi, travmanın etkisinin kitlesel olmasına sebep olur ancak bireydeki psişik işleyişini değiştirmez. Travmatik olay, büyük bir korku eşliğinde hafızaya kazınır. Geçmiş ve gelecek silinir, gerçeklik duraklar ve askıya alınır. Travma artık bilinçte sürekli kendini tekrarlar. Geçmişe alınamaz, unutulamaz, sürekli bilince geri döner. Tijen Karakaş’ın darbe bildirisini okumaya başlaması, bu travmatik olayın başlangıcı, ilk sahnesi olarak düşünülebilir. Akıllara kazınmış bu an nasıl bilinçleri işgal edip kendini sürekli hatırlatıyorsa, otuz beş adet tuval de galerinin duvarında benzer şekilde iç dünyada bu sürekli kendini yineleyen yapıyı gözler önüne seriyor. Darbe bildirisinin okunmasına dair zihinlerdeki bu görüntü travmaya ait olduğu için simgeleştirilemez, kelimelere tam olarak dökülemez, psişizmde diğer unsurlarla bağ kuramaz, sadece kendini hatırlatır ve yenilenir. Zamanın normal akışı geçmişten hatırladıklarımız ve geleceğe yansıttıklarımızdan oluşurken, travma kendini sürekli şimdiki zamanda tekrarlayarak mantıklı kronolojik düzeni bozar. Unutularak geçmişe gönderilemez. Tuvallerin galeride kapladığı bu büyük alan, aslında travmanın da bilinçlerimizde kapladığı bu büyük yeri temsil ediyor. Tuval serisi, travmatik olayın kendini tekrarladıkça çoğalan ve bilinçle kontrol edilemeyen unsurlarının görsel bir tercümesi olarak yer alıyor. Bir yandan medyada yayınlanan bu güne dair görüntüler ve televizyonun aynı imajları birçok kez yayınlayabilmesi; öte yandan travmanın düzeneği gereği bilinçte şimdiki ana sabitlenmesi ve kendini tekrarlayan yapısı; bu iki yapı arasındaki benzerlik medyanın toplumsal bilinç oluşturmasında beraber rol alıyor. Oysaki travmalar unutulabildiklerinde iyileşme başlar.

Alpin Arda Bağcık, Zilberman Gallery, Kırmızı Reçete sergisinden

Paranoyak bir fikir: Gizli güçler

Sergide deneyimlenebilecek görsel katarsisin diğer bir alanı ise “dünyayı yöneten gizli güçler” fikrinin işlendiği Zopiklon (2017) ve Imovane (2017) tabloları. Eserler isimlerini bu sefer uykusuzluk ve uyku bozukluğunda kullanılan haplardan alıyor. İki tablo da sanatçının çeşitli basın alanlarında karşılaştığı imajların ve haberlerin zihninde birleşmesi ile oluşmuş. Zopiklon’da resmedilmiş karakterlerin hepsi erkek, Imovane’da ise bir kadın figür bulunuyor. Sanatçı, bilinçli olarak sadece bir tek kadın işliyor ve tabloda en az ortadaki erkekler kadar baskın duran bu kadının merkeze alınmayışı, seyirciye dünyanın erkek egemenliğinde olduğunun bir diğer hatırlatması.

Alpin Arda Bağcık, Concerta, 2017, Tuval üzerine yağlıboya, 7 parça, her biri 30 x 17 cm

Zopiklon’da, figürler masanın ortasında boşlukta asılı duran bir dünya maketinin etrafında çember halinde toplanmış ve sağ tarafta aralarından birinin konuşmasına odaklanmış gözüküyorlar, seyirciyle göz temasları yok. Bulundukları alan da yine herhangi ve hiçbir yer olabilecek kadar nötr. Siyah beyaz, kendi aralarına dönük, ciddi ve takım elbiseli resmedilmiş olmaları sanatçının iletmek istediği dünyanın karanlık saklı güçler tarafından yönetildiği fikrininin görsel anlatımını güçlendiriyor. İmovane’da ise benzer şekilde resmedilmiş figürler, bu sefer siyah bir perdenin önünde toplanmış. Sahne eski bir fotoğraf çekimi setine benziyor, karakterler direkt olarak seyirciye bakıyorlar. Zopiklon’daki gizem hissi devam ediyor, hatta figürlerin bu sefer seyirciye dönüp gözlerini dikmeleri bile bunu bozamıyor, bireyin onlarla bu açık karşılaşması yine de üzerlerindeki sır perdesini kaldırmıyor gözüküyor. Bağcık, bu iki eser aracılığı ile bireyin bu “dünyayı yöneten gizli güçler” fikrine olan inancını sorgulatmak istiyor.

Bu tuvallerde resmedilmiş “dünyayı yöneten gizli güçlerin”, psikiyatrik anlamda paranoyayı çağrıştırdığı aşikar. Terim esas olarak kişiyi gerçeklikten koparan bir psikozu tanımlamak için kullanılsa da, dünya politika sahnesinin toplumları süreklediği sürekli şüphelenme, tehlike sezme, güven eksikliği, komplo teorileri ve aşırı yorumlama halleri de paranoyaya dair psişik unsurlar. Halkların söz sahibi olamaması ve güçsüzlüğü aslında kendilerinin sorumluluğunda, ancak paranoyada mevzubahis olduğu gibi, iç dünyada kabullenilmesi zor bir gerçeklik dışarıya yansıtılır, böylece tehlike dışarıdan geliyormuş gibi algılanılabilir ve öznenin kendisinden kaynaklanan bir problem olmaktan çıkar. Tıpkı insanların dünya halinin bugününde sorumluluğu kendi sistem eleştirileri ve eylemlerinde değil de gizli güçlerde araması gibi.

Sonuç olarak, Alpin Arda Bağcık’ın Kırmızı Reçete adlı sergisi, medyadan kaynaklanan imaj-bilgi-gerçeklik sorunsalı üzerine düşünmeye ve medyayla temas sonrası kendi katarsisimizi yapmaya davet etmekle kalmıyor, merkeze özneyi koyup daha fazla farkındalık kazandırmayı amaçlıyor. Sanatçı sergiye kendi otoportresini de dahil ederek bu farkındalık arayışında sanatçı-izleyici konumlandırmasından kaynaklanan sınırları da ortadan kaldırmak istiyor. Hakikat-sonrası dönemde bir noktada hepimizi temsil eden, Uyuyan Çocuk (2009)’u uyandırabilmemiz gerekiyor.

Uyuyan Çocuk, 2009, Tuval üzerine yağlıboya, 80 x 40 cm, Leyla Varan'ın izniyle

bottom of page